31 Aralık 2010 Cuma

Acıdan geçmeyen hayat

Acıdan geçmeyen hayat,
Eksiktir aslında
Tecrübelerim,
En gizli ve mahrem hazinelerimdir.
Dökülen
Her tel saçım
İnci misali gözyaşım
Değer katar yaşamıma
Gençliğimde,
Her hayale
Bir vehim takardım
Sakin ve vehimsiz
Yaşamak dost oldu bana
Anladım ki
Çektiğim her sıkıntı
Hamlığımı aldı.
Farkındalığımı artırdı.
Buradan baktığımda hayatıma
Tebessüm ederim her anına
Acıdan geçmeyen yaşam
Eksiktir aslında

Hüzünlenmediğim bir an olursa
Kendime ah ederim.
Rehperimi hatırladığımda
Ok batar yüreğime
Çünkü,
Acıdan geçmeyen hayat
Eksiktir aslında

40lı yaşlara ulaşacağım
Şu vakitlerde
Hayatımı
Daha yavaş
Daha sakin
Daha dingin
Daha telaşsız
Ama daha merhametli
Daha sevgi dolu
Daha paylaşan
Bir ömür dilerim
Kendime
Ve sevdiklerime......
31ARALIK2010

27 Aralık 2010 Pazartesi

Yağan yağmurlar

Bu sabah
Göklerin hüznü vardı
Sokaklarda
Kaçışan liseliler ve küçükler
Evden çıkar çıkmaz
Uyanı verdiler
Bensiz olmaz dedim yağan yağmura
Adımladım sokakları
Telaşsız ve Umursamazca
Ey göklerdeki
Dertli Bulutlar
Islatmalısınız beni.
Gözlerinden yaşlar dökülen
Bir sevgili gibi
Aşkınla ıslanmalıyım
Dedim ya telaşım yok
Acele etmeyeli çok oldu
Bekliyorum
Yağmurlar altında
Sabır güzelmiş
Yeni yeni öğreniyorum.
Yağmurlar
Islatmaya devam ederler.
Sevgi ile ıslanmamak
Olur mu?
Sevgisiz isen ............
Serdar Karamanlı

Çocukluğumuz(Sezai Karakoç)

Annemin bana öğrettiği ilk kelime
Allah, şahdamarımdan yakın bana benim içimde

Annem bana gülü şöyle öğretti
...Gül, Onun, o sonsuz iyilik güneşinin teriydi

Annem gizli gizli ağlardı dilinde Yunus
Ağaçlar ağlardı, gök koyulaşırdı, güneş ve ay mahpus

Babamın uzun kış geceleri hazırladığı cenklerde
Binmiş gelirdi Ali bir kırata

Ali ve at, gelip kurtarırdı bizi darağacından
Asyada, Afrikada, geçmişte gelecekte

Biz o atın tozuna kapanır ağlardık
Güneş kaçardı, ay düşerdi, yıldızlar büyürdü

Çocuklarla oynarken paylaşamazdık Ali rolünü
Ali güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar kahraman

Ali olmaktan bir sedef her çocukta

Babam lambanın ışığında okurdu
Kaleler kuşatırdık, bir mümin ölse ağlardık
Fetihlerde bayram yapardık
İslam bir sevinçti kaplardı içimizi

Peygamberin günümüzde küçük sahabileri biz çocuklardık
Bediri, Hayberi, Mekkeyi özlerdik, sabaha kadar uyumazdık

Mekkenin derin kuyulardan iniltisi gelirdi

Kediler mangalın altında uyurdu
Biz küllenmiş ekmekler yerdik razı
İnanmış adamların övüncüyle
Sabırla beklerdik geceleri

Şimdi hiçbirinden eser yok

Gitti o geceler o cenk kitapları
Dağıldı kalelerin önündeki askerler

Çocukluk güzün dökülen yapraklar gibi

Sezai Karakoç

18 Aralık 2010 Cumartesi

Dar Zamanlarda Olmak / Akif EMRE

Dar zamanlarda olmak
Dar vakitlerde neden kalbimiz daralır? Kalp daralmasının dar vakitlerle alakası nedir?
Kalp ile vaktin ilişkisi nedir?
Yoksa kalbin de bir vakti mi vardır?
Kalp vakit midir?
Dar zamanda konuşmak dar zamanlarda yaşamayı göze almaktır. İnsanoğlu dar vakitte yaşamayı göze almıştır bir kere. Kalp daralması bundan olsa gerek...
Hacdan gelen bir dostu ziyaretten aklımda kalan tek cümle şu olmuştu: "Vakit daralıyor." Bunu söylerkenki dinginliğini, telaştan uzak sükunetini hiç unutamam. Belki de vakit daralıyor sözünden çok bunu ifade ediş biçimi beni etkilemiş, düşünmeye davet etmişti. İki kelimeli basit bir cümle: Vakit daralıyor... Daha önce de duymuş olabilirim ama hac dönüşü vaktin genişlediği bir demde söylenmesi çarpıcı gelmişti: Vakit daralıyor...
Vaktin dar oluşunu idrak etmek için vaktin bereketine ermiş olmak gerekir sanırım. Geniş, derin zamanlarda ancak vaktin dar oluşunu idrak edebiliyoruz.
Kendimizi dünya hayatının darlığına kaptırdığımızda kalbimiz daralıyor. Gerçekten dar zamanların darlığını, tükenişi, çaresizliği yaşıyoruz.
Vaktin darlığını idrak etmekle dar vakitlerde olmak iki farklı varoluş hali sanki. Birinde kalbimiz daralır, diğerinde kalbimiz genişler... Kalp derinliğine erdiğimiz anda 'anı idrak ederiz', yani zaman denilen emanetin künhünü kavramaya bir mesafe daha yaklaşırız.
Zaman daralıyor, çünkü kalbimiz daralmaktadır.
Ölümler bize tükenmekte olan zamanı bir kez daha hatırlatır. Bu durumda ya idrak içreyizdir ya kalp darlığı... Zaman daralmaktadır çünkü ömür aralığı tükenmektedir.
Dar vakitlerin bitimsiz zamana bir aralık olduğunu idrak ettiğimizde kalp dolar.
Kalp derinleştikçe gölge aradan çekilir. Kalp daralması gölgenin yoğunluğuna işaret. Gölgenin yoğunluğu cisme olan bağımlılığımızı; bedeni aşamamamızı hatırlatır. Dar vaktin idrakine varmak bedenle beraber olsa da biraz da bedeni aşmayı gerektirmez mi? "Gölgem kayboldu gönlüm dolunca" deyişi zaman-beden ilişkisine bir göndermedir.
Kalbimiz daralıyorsa vakti daraltmışız demektir.
Dar zamanlarda konuşabilmek için kalbin daralmaması gerektiğinin farkına varmalı.
Dar zamanlarda konuşmak kalbî derinlik gerektirir.
Dar zamanda konuşmak vaktin daraldığının bilincine varmak demektir.
Dar zamanlarda doğmak dar vakitleri genişletme sorumluluğunu yüklenmiş olmak demektir.
Dar zamanda yaşamanın sırrını çözdükçe darlık aralığından varlık âlemine geçme liyakatine ermeye yaklaştık demektir.
'Dar'lık bir 'var'lık meselesidir...


17 Aralık 2010 Cuma

Hz.Muhammet (Martin Lings)

Kitap Adı: Hz. Muhammedin Hayatı
Yazar      : Martin Lings
Çeviren   : Nazife Şişman
Kitap Evi : İnsan Yayınları

Hz. Muhammed'in Hayatı çağdaş bir 'siret'tir. Çağdaş müslüman yazarın taşıması gereken sorumluluk bilinciyle kaleme alınan bu değerli eser, köklü bir araştımanın ürünü olması yanısıra, yazarının bir 'edib' oluşuyla kazandığı ayırıcı bir niteliğe sahiptir. Esere hakim olan üslup bir taraftan konusunun gerektirdiği yoğunluğu rahatça sürdürebilmektedir.

Kitabın anlatım biçimiyle kazandığı bu edebi değer, Arapça ilk kaynakları esas almasıyla kazandığı ilmi değerle birleşince kendisini emsallerinden ayıran temel nitelik, iddialı bir tarzda ortaya çıkmaktadır. İngiliz asıllı müslüman yazar Martin Lings (Ebubekir Siraceddin) üç yılını verdiği bu değerli araştırmasıyla, 'siyer' bilimiyle uğraşan ciddi çevrelerin haklı takdirlerine mazhar olmuş ve eseri 'Siret Ödülü'ne layık görülmüştür.
Yazar İle İlgili bilgi : İngiliz asıllı müslüman yazar Martin Lings (Ebubekir Siraceddin), 1909 yılında İngiltere’de dünyaya geldi. Lings, önceleri protestan, daha sonra da ateist oldu. Oxford Üniversitesi’nde İngiliz edebiyatı okuyan yazar, yirmibeş yaşlarında diğer dünya dinlerini incelemeye başladı. 1938’de tanıştığı Kuzey Afrika’lı müslümanlar vasıtasıyla büyük sufi Şeyh Ahmed Alevî eş-Şazelî ile buluştu ve müslüman oldu. Ebubekir Siraceddin adını aldı. Ardından 1939 yılında Mısır’a gitti ve burada Kahire Üniversitesi’nde, özellikle Shakespeare üzerine on iki yıl ders verdi.
Lings, 1948 yılında tekrar İngiltere’ye döndü. Londra Üniversitesi’nden Arap dili diploması aldı ve 1955 yılından itibaren İngiliz Müzesi doğu elyazmalarının (özellikle Arapça) tasnifinde bulundu. Şimdilerde emekli, ve güney İngiltere’de yaşamını sürdürmektedir. Eserleri arasında Antik İnançlar Modern Hurafeler, Yirminci Yüzyılda Bir Veli, Tasavvuf Nedir? ve son eseri Onbirinci Saat Türkçeye çevrildi. Üç yılını verdiği "Hz. Muhammed ’in Hayatı" adlı kitabı ile yazar, Pakistan devletince her yıl verilen “Siret Ödülü”nü kazandı. Eser belli başlı birçok dile çevrilmiş ve büyük ilgi toplamıştır.
Yazarın ayrıca Türkçeye çevrilmemiş Book of Certainty, Shakespeare in the Light of Sacred Art, Quranic Arts of Calligraphy and Illumination isimli kitapları vardır. İyi bir şair de olan Lings’in iki de şiir kitabı vardır. Yazdığı makaleler, Studies in Comparative Religion, The Islamic Quarterly gibi dergilerin yanı sıra, The New Encyclopaedia of Islam ve Encyclopaedia Britannica gibi belli başlı ansiklopedilerde yer aldı.

Ben ne düşünüyorum ; Genel anlamıyla yazarın akıcı bir dil kullanmış olması nedeni ile 3-4 günlük okuma ile rahat biten sizi içine alan nitelikte bir kitap. Yazarın tasavvuf ağırlıklı bir yanı olduğu gibi İsraliyat kaynaklarındanda faydalanılmış. Okumaya değer, bir kitap. Daha önce Hz. Muhammedin hayatını hiç okumamış iseniz bununla başlamanız faydalı olabilir.
Selam ve dualarımla,
Serdar Karamanlı

SOĞUK ETKİSİ....

Geçmişe dair İnsanlar tanırım Meraklı ve "Sır"lıdırlar. Aslında sırlı zan ederler kendilerini. Merakları başlarına dert olur çoğu zaman. Mesnevi de "ikinin bildiği sır değildir" der yazarı. Demek ki sen ne yaparsan yap, ne söylersen söyle veya söyleme fark etmez demek ki sır değil. Kayıt ediliyor her yaptığımız malesef. Bu insanın kendine verdiği bir hava olsa gerektir. Tabi bunda çevresindeki insan tipleride önemlidir. Kimi örnek aldığı, Bu aldığı bir gelenek midir? bilemeyiz.

Benim kendi fikrim şudur; bir insanın ne kadar "sır"ı var ise o kadar günahkardır. Her sır kötümüdür peki? Sıkıntıya katlanıp dik durmak ile bir herze yiyip gizlemek aynı konumda değerlendirilir mi? Güzel olan bir şey sır olabilir mi peki?  Cevabımız tabiki
hayır olur. Çünkü, güzelliği paylaşmak fıtri bir iştir. Sevdiklerinizle bağlarınızı kuvvetlendirir.  Günahkar olan ise üzülmeli, ağlamalı ve af dilemelidir. Kimden mi af dileyecek gerçek sahibi olan Allah'tan,  belki içi hafifler ve umulur ki af edilir.

Mutlu gözüken insanlar vardır çevrenize bakın inceleyin, hadi başka bir yorum yapalım "arkeolojik" bir kazı yapalım geçmişe dair. Malum, Arkeologlar geçmişin izlerini sürerler toprak altlarında. Geçmişin SIRLARINI KEŞFE ÇIKARLAR nelerle karşılaşırlar. Belgesellerde seyrederiz . Çoğunda ne ilginç yaşam bulgularına rastlanır. Mutlu duran insanların geçmişlerinde, onların sırlarını tutan ve ifşa etmeyen insanlar vardır. Fedakar insanlar ahde vefa gösterir verdikleri sözleri bir ömür tutarlar. Mutlu duran bu insanların, sırlarını saklayanlara bir vefa veya teşekkür borcu vardır aslında. Sır'lı insanlar Oskarlık oynarlar, bilirsiniz işte. Eğer bilmiyorsanız öğrenin. Soğuk etkisi yaparlar insanlarda. Bu zaman diliminde duyduğumuz, okuduğumuz ve gördüklerimiz gibi.

Yüklendiklerimiz, kimi zaman taşınmaz olur. Kaderin mahrumiyetini yaşamak zordur.

Kışın soğuğunu hissetmeye başladığımız şu günlerde neme lazım Sırlı yaşamaktan uzak durun. Sonra başınız ağrımasın. Ha az daha unutuyordum. hadi neyse.................

Selam ve dua ile
Serdar KARAMANLI

15 Aralık 2010 Çarşamba

Allah'ın Rahmeti bize gelirmi?

Rahmet,
Ateşte bulmuştu İbrahim'i(AS)
Karanlıklar içinde balıkta, Yunus'u(AS)
Kuyuda ve zindanda Yusuf'u(AS)
Bebekliğinde Nil'de ve Firavunun sarayında Musa'yı(AS)
Mağarada Gençleri
Hira'da ve Sevr de Muhammed'i (AS)
Gör bak, bir düşün
Nerede gelir Rahmet?
Zahmet çekilmeden
Kimseye erişmiyor Rahmet.
Dön bak bir kendine
Neyi sıkıntı ediyorsun?
Rahmete kavuşmak kolaymı sanıyorsun?
Bence yanılıyorsun.
15/12/2010
Serdar Karamanlı

10 Aralık 2010 Cuma

Hicret üzerine......

Ömer (ra)’den rivayet olunduğuna göre Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur;
"Ameller niyetlere göredir. Herkese niyet ettiği şey vardır. Öyleyse kimin hicreti Allah'a ve Resulü’ne ise, onun hicreti Allah ve Resulünedir. Kimin hicreti de elde edeceği bir dünyalığa veya nikâhlanacağı bir kadına ise, onun hicreti de o hicret ettiği şeyedir."    (Buhârî, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî )

Hicreti iki şekilde değerlendirmek mümkündür. Birincisi "Manevi Hicret" ikincisi "Maddi hicret" olarak



Manevi Hicret hakkında yazmak istedim. Aslında bana göre en çok konuşmamız gereken budur. İç dönüşümde diyebiliriz, Maddi olandan manevi olana geçmek gibi. Emin olun bu çok zor bir süreçtir. Arkadaşlarınız, dostlarınız veya sevdikleriniz sizin bu yaşadığınız süreci anlamaya ve anlamlandırmaya çalışmayacak ve sıkıntılı günler sizi bekleyecektir.

Bu sürecin çok sıkıntılı olduğunu anlata bilmek elbette zordur.
Tadacağınız manevi lezzet emin olun güzeldir ve değer. Her kul bunu farklı yaşaya bilir. Bizim gibi farklı yaşamlardan gelen insanlar,  İslamiyetin "gerçek müslümanlığın,  ne idüğü'nü ve nasıl'ını her haliyle " anlamaya çalışması çok uzun bir gayreti gerektirmektedir.

Şehirde yaşayan, seküler hayat tarzını benimseyen insanlar olarak bu iç Hicreti yaşamak çok zordur. Çünkü toplum bir şekilde kutuplaşmış, ayrıştırılmış ve birbirine katlanamaz olmuştur.

Ben kendimce, bilgimce ve aldığım İslami terbiye ölçüsünde (ne kadar terbiye aldığımız tartışılır) Maddi Hicretten önce "İç Dünyamızda Maddeden Manevi olana doğru yola  çıkıp"  Daha Merhametli, Hoş görülü, Affedici olan,İyi bir Evlat,  İyi bir Eş, İyi bir Ebeveyn , İyi bir Dost, İyi bir Sırdaş, İyi bir Çözüm Ortağı olmakla yetinmeyip, Her geçen gün etrafamızda ki Kardeşlerimize, Dostlarımıza ve Sevdiklerimize "umut vadeden ve Merhamet timsali" kişi olma konusunda yarışanlardan olmamız gerekir ki, gerçek Hicreti anlama yoluna girelim......

 Hicret'i Allahın istediği iyi kullar zümresine doğru yapmak, iç seyahatimize çıkmamız dileklerimle. Hicri yılınız Sizlere, sevdiklerinize, ve büyük ailelerinize hayırlar, umutlar getirsin.
Selam, Dua ve Hürmetlerimle,
Kalbinizin Sahibine Emanet olun.
Serdar KARAMANLI

Bazı Günler Uygun Değildir Aslında

Bazı Günler Uygun Değildir Aslında

Günlerin demini alamadığı zamanlar vardır.
Güneş doğar gece karsanlık perdesini çekmeyi unutur şehrin üstünden.
Günaydınlar, bir başka güne ertelenir.
İnsanların neşeli sesleri akşama kadar dolduramazlar caddeleri.
Böyle günler uygun değildir aslında başlamaya.
Ama başlarız.

Günlerin neredeyse hiç yürümediği zamanlar vardır
Bir ağustos sıcağının her yeri kaplayıp kurutması gibi durur hayatın akıntısı.
Sadece, bir ağustos böceğinin sesini işitiriz, uzaktan, belli belirsiz.
Devranın döndüğünü unutmamak için, derin nefesler alırız.
Böyle günler, uygun değildir aslında sürdürmeye
Ama sürdürürüz.

Günlerin ağırlıkları kaldıramadığı zamanlar vardır.
Sözler dibe vurur; hiçbir maviliğin kaldıramayacağı bir ağırlığa ulaşır.
Sessizlik, seslerin ötesinde bir hayalet gemi olur.
Gider, en gidilmez Liman’lara demirler.
Böyle günler, uygun değildir aslında konuşmaya.
Ama konuşuruz.

Günlerin surat asmaktan hoşlandığı zamanlar vardır
Hüzün düşer yüzümüzden; parçalanır, bin parça sıkıntıya sığınır parçaları.
İçimizdeki her şey, kendini tene vurmanın bir yolunu arar.
Acıyı tırnaklarımızda bile hissederiz.
Böyle günler, uygun değildir aslında gülümsemeye.
Ama gülümseriz.

Günlerin pembe kıvılcımlar çıkarttığı zamanlar vardır.
İçimizde startını vermediğimiz baharla yeşerdiğini görür, şaşırırız.
Kalbin doğruları, aklın yanlışlarına galebe çalar.
Bu heyecan, bu akıl almaz körlük, bir koşuya sürükler bedenimizi.
Bağrımıza saplanan gerçeklerle uyanırız.
Böyle günler, uygun değildir aslında sevmeye.
Ama severiz.

Günlerin ince sarsıntılar uydurduğu zamanlar vardır.
Neden olduğunu bilmediğimiz kırgınlıklarla açarız gözlerimizi dünyaya.
Bütün titreşimler bir yerimizi acıtır mutlaka.
Bütün, izler bilmediğimiz bir ateş tutuşturur bir köşemizde.
Çaresiz teslim oluruz.
Böyle günler, uygun değildir aslında kırılmaya.
Ama kırılırız.

Günlerin diğer günlere benzemediği zamanlar vardır.
Elimize aldığımız her şey pörsüyüp söner.
Biriktirdiğimizi sandığımız geçmiş, ufalanıp gider avuçlarımızda.
' Sonra ' da kaybeder anlamını ' önce ' nin ardından.
Bir mum ışığımdan yansıyan gölgeye dönüşürüz.
Böyle günler, uygun değildir aslında yaşamaya.
Ama yaşarız.



Günlerin sona ermediği zamanlar vardır.
Kelebeğin ateşe yakalandığı gibi yakalanırız.
Hiçbir şey anlamadan...
Akreple yelkovanın bu nedensiz duruşundan hiçbir anlam çıkaramadan...
İpi yeniden bağlayamadan ve çözemeden...

Böyle günler, uygun değildir aslında ölmeye.
Ama ölürüz.


Gökhan Özcan

Felluce katledilen Çocuklarımıza...

Yüreğimiz parça parça
Olmuyorsa eğer,
Gördüğümüzde
Parçalanmış Küçücük bedenleri
Ve başlarında ağlayan anneleri
Gözyaşlarımız ılık ılık akmıyor,
Kanıksamış ve
Alışmışsak artık bu olanlara,
İnsanlığımız kaldımı?
Bu Çocuklar kimin?
Biz İnsanlığın Çocukları değilmiyiz?
Diye düşünmüyorsak bir an.
Şunu düşünelim O zaman
Sıra bize ve çocuklarımıza
Gelmezmi?
Bu yaşananlar hep başka başka
Coğrafyaların mı olacak?
Hikayemi bu yaşananlar?
Hikayemi bu katliamlar?
Bir Masal mı?
İçimiz isyan etmiyormu bu olanlara
Bu taktığımız plastik maskeler de ne?
Ne zamandan beri yüzümüzdeler?
Bu ne garip Dünya
Allahım
Rabbim ,
Bu İnsacıkları
Her türlü şerli İnsanların
Ellerinden kurtar.
Rabbim,
Bu kepazeliğe son vermek için
Yüz akı İNSANLAR gönder
Rabbim,
Şerli Varlıkların ellerinden bizleri kurtaracak
Dirayetler nasip et
Rabbim,
Bu takındığımız yalancı tavrın
Bizden uzaklaşmasını sağla
Rabbim,
Bu ne çekilmez bir acı
Melekler doğrumu söylemişler
"Yeryüzünde fitne,
Fesat çıkaracak,
Kan dökecek varlık mı
Yaratacaksın"
Rabbim,
Seni doğrulamaya mı geldik?
Yoksa Melekleri doğrulamaya mı?
Bu yaşananlara bakılırsa
.
.
.
.
.
.

7 Aralık 2010 Salı

Kelimelerde tutuklusun....

Azat ettiğin
Tutsağının
Özgür kelimelerinde
Şimdi sen tutuklusun.
Keyfini çıkar
Bilirim keyiflisindir.
Kalakalmışlığını anlıyorum.
Çünkü ben oradan geliyorum.
Aydınlık zannedilen
Karanlık gündüzleri bilirim.
Dedim ya
Ben oradan geliyorum.
Demini almamış sözlerini anlıyorum.
Bilki
Hala demlenmeye çalışıyorum.
Bir ömür sürecek biliyorum.
Yürürken sahil kenarında
Dalıp gitmeni anlıyorum,
Ben henüz çıkamadım
Biliyorum.
Serdar Karamanlı
Aralık2010

29 Kasım 2010 Pazartesi

DESTAN (NECİP FAZIL KISAKÜREK)

Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!

Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak:
Durun, durun, bir dünya iniyor tepemizden,
Çatırtılar geliyor karanlık kubbemizden,
Çekiyor tebeşirle yekûn hattını âfet;
Alevler içinde ev, üst katında ziyafet!
Durum diye bir lâf var, buyurun size durum;
Bu toprak çirkef oldu, bu gökyüzü bodrum!
Bir şey koptu benden, şey, her şeyi tutan bir şey,
Benim adım Bay Necip, babamınki Fazıl Bey,
Utanırdı burnunu göstermekten sütninem,
Kızımın gösterdiği, kefen bezine mahrem.
Ey tepetaklak ehram, başı üstünde bina;
Evde cinayet, tramvay arabasında zina!
Bir kitap sarayının bin dolusu iskambil;
Barajlar yıkan şarap, sebil üstüne sebil!
Ve ferman, kumardaki dört kralın buyruğu:
Başkentler haritası, yerde sarhoş kusmuğu!
Geçenler geçti seni, uçtu pabucun dama,
Çatla Sodom-Gomore, patla Bizans ve Roma!
Öttür yem borusunu öttür, öttür, borazan!
Bitpazarında sattık, kalkamaz artık kazan!
Allah'ın on pulunu bekleye dursun on kul;
Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul.
Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa;
Yaşasın, kefenimin kefili karaborsa!
Kubur faresi hayat, meselesiz, gerçeksiz;
Heykel destek üstünde, benim ruhum desteksiz.
Siyaset kavas, ilim köle, sanat ihtilâç;
Serbest, verem ve sıtma; mahpus, gümrükte ilâç.
Bülbüllere emir var: Lisan öğren vakvaktan;
Bahset tarih, balığın tırmandığı kavaktan!
Bak, arslan hakikate, ispinoz kafesinde;
Tartılan vatana bak, dalkavuk kefesinde!
Mezarda kan terliyor babamın iskeleti;
Ne yaptık, ne yaptılar mukaddes emaneti?
Ah! küçük hokkabazlık, sefil aynalı dolap;
Bir şapka, bir eldiven, bir maymun ve inkılâp!
1947

24 Kasım 2010 Çarşamba

Hayata Dilekçe (Yavuz Bahadıroğlu)

Sadece benim değil, benim neslin hayalleri çalındı...
Umutları, sevgileri, aşkları çalındı.
Kandırıldık. Büyüyecektik, gelişecektik, Avrupa, hatta
Amerika'ya yetişecek, sözde "Küçük Amerika" filan olacaktık,
"her mahallede bir milyoner" barındıracaktık...
Vakıa mahallelerimizde milyonerler çoğaldı,
ama milyonun beş para değeri kalmadı.
Gerçeği fark ettiğimde hayalsiz, sevdasız, aşksız
umutsuz kala kalmıştım.
Anladım ki, sevgilerimizi, hayallerimizi, umutlarımızı
sadece kullandılar, sömürdüler, tükettiler.
Her şeyimizi lüks yaşantılarına kaynak yaptılar.
Bu yüzden politik - diplomatik, siyasal ve ideolojik palavralara inanmıyorum!
Bunlara kafa patlatmıyorum, bu konuları sık yorumlamıyorum.
Kendi içime döndüm. İmanımla yüreğimi yeniden inşa ettim.

Ben Kitap hakında ne düşünüyorum; Kitabı okurken, Kaçan ve fark edemediğimiz yaşamımızın güzel taraflarını fark ettim.
Hanımla beraber okuduğumuz bir kitaptı. Notlar almışız kitap üzerine hemen hemen aynı notları düşmüşüz. Aile olmanın, Baba olmanın, Anne olmanın ve en önemlisi İnsan olmanın ve kalmanın izlerini sürebilirsiniz sizlerde.
Dostlar, Bu kitabı edenip okuyun lütfen ricam, Eşinizle okuyun
Selam ve dualarımla
Serdar Karamanlı

20 Kasım 2010 Cumartesi

Kurban Bayramı'nın ardından...

Kurban Bayramı'da geçti. Kendi payıma bir neşe, bir keyif  ve bir heyecen hissedemedim. O bildik  "Bayram vesilesiyle dargınların barışması efsanesinden"  uzak bir bayram oldu yine. En azından kendi çevremde öyle gözlemledim. Yine "telefonlarımız arkadaşlarımızın veya aile büyüklerimizin cep telefonlarının bayramını tebrik ettiler." tuhaflıklar, teknolojinin gelişmesi ile daha da farklılaşıyor. Bilmem benimle aynı kanaati paylaşırmısınız?
Bayramların içini boşaltmış olmamızdan kaynaklanıyor herhalde veya artık bu geleneğin devir edilebilir bir olgu olmaktan çıktığından kayaklanıyor olabilir. Adı Bayram ama içimizde bir Neşe ve Heyecan hissetmiyoruz, O coşku yok ne bileyim.  Dostlar, belki siz hissediyorsunuzdur?

Bayramın ilk günü,  Fatih Cami'inden öğle namazını müteakip Fikret amcayı uğurladık.
2nci günü Kasamonu'da idik ve Kıymetli Ustam, İsmail Ağabeyim in kıymetli Validesi Huriye Hanım teyzeyi ikindi namazında defnettik. Gece yolda geçti.
3ncü günü İş arkadaşlarımızdan Lütfü ağabeyimizin vefat haberi ile ikindi namazından sonrada onu uğurlamaya gittik.
Bu Bayram nemi öğrendim? Şunları öğrendim.
1- Konuşurken, Büyüklük taslamadan ve edepli konuşmam gerektiğini,
2- Servet sahibi görünüp , Servetimin asıl sahibinin ben olmadığımı,
3- İnsana yaşarken Değer vermenin ve Ona hakikaten seni Seviyorum beni kırsanda senden vazgeçmem dememiz gerektiğini,
4- En sevdiğin varlık bile olsa, Seninle kabrin içine girmediğini ve amellerinle "yalnız kaldığını",
5-Aslında "Ölümün en büyük" hakikat olduğunu
6- Bayram bile olsa,  her an "yaşamın ve ölümün" devam ettiğini
7- Ve en önemllisi, Ölen insanlarla konuşulmadığını ve sonradan toprağa bakıp ağlarken pişmalıkların fazla bir işe yaramadığını, öğrendim.

Peki bunları bilmiyormuyduk?
Hayır bilakis biliyorduk ama Mezarlıkta dururken kendimize Ölümü yakıştıra biliyormuyduk?
Cevap hayırdır. Dostlar,
Kandırmayalım birbirimizi. Neyse yeterince İç karartım galiba?
Ama Bu yaşadığımız günün güneşi bizim için doğmamak üzere batıyor olabilir?

O zaman ne yapalım Bir birimizin kalbini kırmayalım 17 İSRA/53 Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler. Sonra şeytan aralarını bozar. Çünkü şeytan, insanın apaçık düşmanıdır.
Yaşarken sevdiklerimize sahip çıkalım, Birbirmizi üzerek ayrılmayalım. Belki O zaman  Bayramlar Bayram olur....

Selam ve Dualarımla
Kalbinizin Sahibine Emanet olun.
Serdar Karamanlı

15 Kasım 2010 Pazartesi

Türk Aynştaynı "Oktay Sinanoğlu Kitabı"

Kitabın Adı Türk Aynştaynı "Oktay Sinanoğlu Kitabı"
Kitabın Yazarı Emine BAYKARA
Yayınevi ve Adresi Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul
Basım Yılı 2001

 Kitap, gazeteci-yazar, Emine ÇAYCI'nın Oktay Sinanoğlu ile yaptığı 435 sayfalık, uzun bir söyleşiden oluşmuştur. Ancak söyleşi bölümünün ardından Sinanoğlu'nun hayat hikayesi tarih sırasına göre verilmiştir. Ayrıca Sinanoğlunun yayınlanmış yüzlerce kitap, makale v.b. yayınlarının bibliyografyası kitaba eklenmiştir. Kitabın son bölümü, Sinanoğlu'nun hayatının çeşitli dönemlerine ait çekilmiş fotoğraflardan bir albüm ve yine Sinanoğlu hakkında yerli ve yabancı basında çıkmış haber küpürleri ve ona verilmiş ödüllerin belgelerinden oluşmaktadır.

Oktay Sinanoğlu, söyleşi boyunca kendisi, ailesi, mesleği, hayatı, gezileri, büyük projeleri, bilimsel ve sosyal konulardaki tespit, görüş ve yorumlarını aktarır.

Ben ne düşünüyorum;

  • Benim yine bir solukta okuduğum kitaplardan bir tanesi iki kez okudum bu kitabı dostlarıma  ve evlatlarına muhakkak okumasını tavsiye edeceğim kitaplardan birisini daha tanıttığım için mutluyum.

Lütfen çocuklarımıza bu Güzel Türk Büyüğünü tanıtın. Oktay Sinanoğlu şu anda Belçikada yaşamaktadır. Ve Ülkesi ondan fazla yararlanamamış bir Türk Büyüğüdür. Adam mücadele etmiş ama malesef aynı kafa ne diyeyim başka Oktay Sinanoğlu gelirmi bu dünyaya?
Selam ve Dualarımla
Serdar Karamanlı



Volkan KONAK (MİMOZA)

Volkan KONAK'la aynı dünya görüşlerini paylaşmıyorum. Ama insan olarak sevdiğim iç dünyası güzel bir sanatçı.
Duygularını ifade etmesi ve Başka yazarların güftelerini de kendi  harmanından çıkarmasını bilebilen bir sanatçı.
Bu albümüde güzel olmuş eline sağlık Volkan KONAK.

11 Kasım 2010 Perşembe

İbrahim olmak ve İsmail'i kurban etmek veya Kurban Bayramına farklı bir bakış.....

Önümüzdeki hafta malumunuz KURBAN bayramını idrak edeceğiz. Komik değil mi aslında İDRAK edeceğiz kelimesi. Kurbanı, nasıl İDRAK edebiliriz ki? İbrahim AS. anlar isek kurban'ı anlamış oluruz, İsmail AS. anlarsak kurban olmanın ne demek olduğunu anlarız. Kur'an dan bakalım bize nasıl bir bilgi gelmiş?

Özünde Merhametli, Sözünde Merhametli Allah adıyla,

37 Saffat/102. Babasıyla beraber yürüyüp gezecek çağa erişince: Yavrucuğum! Rüyada seni boğazladığımı görüyorum; bir düşün, ne dersin? dedi. O da cevaben: Babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulursun, dedi.
103. Her ikisi de teslim olup, onu alnı üzerine yatırınca:
104. Biz ona: " Ey İbrahim!" diye seslendik.
105. Rüyayı gerçekleştirdin.Biz iyileri böyle mükafatlandırırız.
106. Bu, gerçekten, çok açık bir imtihandır.
107. Biz, oğluna bedel ona büyük bir kurban verdik.
108. Geriden gelecekler arasında ona (iyi bir nam) bıraktık:
109. İbrahim'e selam! dedik.
110. Biz iyileri böyle mükafatlandırırız.
111. Çünkü o, bizim mümin kullarımızdandır.
(Şüphesiz Allah(cc) doğruyu söylemiştir. )
İşte Kur'an İbrahim olmayı ve İsmail olmayı böyle tarif etmemekte idi. Şimdi dünyevi duygularınızdan sıyrılıp bir düşünün,

İbrahim as en sevdiği varlığını Allah'a sunuyordu. Bizimde en sevgili olanımızı bizden Allah'a sunmamız isteniyor du. Fakat bu kademe kademe olacak bir iş olsa gerektir. Biz Allah'a inandığımızı idda eden Müslümanlar olarak "HANGİ KÖTÜ HUYUMUZU ALLAH CC İÇİN KURBAN EDEBİLİRİZ?"  Dedikodu'yu, Zinakarlığı, Faizciliği, İçki içmeyi, Ahde vefasızlığı, vs vs.(ben az söyleyim siz çok anlayın) hangi kötü huyunuzu Allah için kurban edip, bir daha ona dönmemezlik yapabiliriz? 


Şimdi yeniden bakın KURBAN BAYRAMI anlayışınıza ve gözden geçirin anlayışlarınızı. Bayramınız Mübarek olsun demekle Mübarek olmayacağını anlayın artık. Bizden istenen Kestiğimiz kurbanlarla beraber Kötülüklerimizide kurban etmemiz saflaşmamızdır. Bir Hikmet ve Faziletle yaşamamızdır.
Unutmayalım ki; 


22HAC/37. Onların ne etleri ne de kanları Allah'a ulaşır; fakat O'na sadece sizin takvanız ulaşır. Sizi hidayete erdirdiğinden dolayı Allah'ı büyük tanıyasınız diye O, bu hayvanları böylece sizin istifadenize verdi. (Ey Muhammed!) Güzel davrananları müjdele!
BU DUYGU VE DÜŞÜNCELER İLE KURBAN BAYRAMINIZI TEBRİK EDER, BAYRAMIN SİZLERE,  AİLELERİNİZE VE DOSTLARINIZA HAYIRLAR GETİRMESİNİ DİLERİM.
SELAM VE DUALARIMLA,
Serdar KARAMANLI

9 Kasım 2010 Salı

SUSKUNLAR MECLİSİ

Bir zamanlar İran’da bilginler ve şairler, “suskunlar meclisi” adıyla bir topluluk oluşturmuşlardı. Üye sayısı otuz kişiydi ve bunu arttırmıyorlardı. Üyeliğin ilk şartı çok düşünmek, az yazmak ve çok az konuşmaktı. O zamanlar meşhur şair ve bilgin Molla Camî, bu meclisin aşkındaydı. Günün birinde suskunlar meclisinin bir üyesinin öldüğünü duyunca, onun yerine aday olmak için bilginlerin bulunduğu köşke geldi. Kendisini karşılayan kapıcıya bir şey söylemeden, ismini bir kâğıda yazarak o sırada toplantı halinde bulunan suskunlar meclisine gönderdi. Meclis üyeleri bu teklifi görünce biraz üzüldüler. Molla Cami oraya layık bir bilgindi ama ölen üyenin yerine başka birini almışlardı. Yeni bir üye için yer yoktu. Meclisin başkanı, bir bardağı tamamen suyla doldurduktan sonra Molla Cami’ye gönderdi. Zeki bilgin durumu kavramıştı. Bir damla daha olsa bardak taşacaktı. Bunun üzerine o da hemen oracıktaki bir gül dalından küçük bir yaprak koparıp, nazikçe suyun üstüne koyuverdi. Bardak taşmamıştı. Bunu içeri gönderdi. Meclistekiler bu kibar cevabın manasını anlamışlardı: Zarif insanların yeri başkaydı. Üyeler, bu değerli bilgini de aralarına almaya karar verdiler. Başkan listeye Molla Cami’nin adını ekledi. Otuz sayısının önüne bir sıfır koyarak, 300 yazdı. Bununla Molla Cami sayesinde, meclisin değerinin on misli arttığını belirtiyordu. Listenin son şekli Molla Cami’ye gelince, meseleyi anladı. Ancak sayının büyük gösterilmesinden hoşlanmadı. Sağdaki bir sıfırı silerek, otuz sayısının soluna koydu. Yani 030 yazdı. Alçak gönüllü Molla Cami, böylece kendisini solda sıfır sayıyor, bardağı taşırmadığı gibi, o meclisin yapısını da etkilemeyeceğini söylemek istiyordu. Diğer üyeler bunu görünce, saygı ve hayranlıkları bir kat daha artmış olarak suskunlar meclisinin yeni üyesini selamladılar.

Rıza Akdemir: Bir Demet Çiçek, S. 76-78’den özetle

7 Kasım 2010 Pazar

Baka kaldım Ardından

Geçen zamanın
Baka kaldım ardından,
Çocukluğum
Gençliğim
Geçen güzel günlerin
Baka kaldım Ardından
Zamanı sersemce kullanışıma
Baka kaldım
Matra da telefonda
Baka kaldım.
Sevdiğimin hatıralarını,
Sevdiğim yerde küllerini savururken
Baka kaldım.
Geldiğimde yaşadığım şehre
Havaalanında
Yolcular ile ilerlerken
Yalnızlığıma
Baka kaldım
Sevdiğimin acımazsızlığına
Baka kaldım
Elinde tuttuğu
Aşkın bıçağını
Vurup çıkarırken
Baka kaldım
Yaşadıklarıma anlam veremedim
Baka kaldım
Seven bunu nasıl yapar dedim
Aynaya bakıp,
Kan çanağı gözlerime
Baka kaldım
Hala bakarım ardından
Anlamsızca
ve Sersemce
Geçen zamanın ve yaşadıklarımın
Fakat anlayamam
Bir türlü ve Hala
Neden diye sormadım
Baka kaldım ardından
ARALIK 2010

3 Kasım 2010 Çarşamba

Düşünce adamı; kimdir (CEMİL MERİÇ)

"Düşünce adamı;
Bir zümrenin emir kulu değildir.  
Hiçbir merkezden talimat almaz. 
Hiçbir partiden talimat almaz,  
Ama tarihe angajedir.
Vatadaş olarak vazifeleri vardır.                            
Belli savaşları kabul etmesi,
Belli tehlikeleri göze alması lazımdır. 
Bir devrin şuuru olmak zorundadır o.
Başlıca vazifesi: 
Bütün hakikatleri yoklamak, 
Bütün yalanların maskesini yırtmak,
Kalabalığa doğruyu göstermek. 
Bazen engine açılan geminin kılavuzu.
Bazen yangın kulesindeki nöbetçi olacaktır,
Sokakta insanlar boğazlanırken, 
Düşüncenin asaletine sığınarak elini kolunu bağlamak,
Düşünceye ihanettir."
CEMİL MERİÇ

1 Kasım 2010 Pazartesi

Bir Kayıp Denizci

Kitap Adı       :Bir Kayıp Denizci
Yazarı            :Gabriel Garcia Marquez
Yayın Evi       :Can Sanat Yayınları

Haber 28 Şubat 1955'te öğrenildi: Kolombia Deniz Kuvvetlerine bağlı 'Caldas' adlı bir muhribin mürettebatından sekiz kişi Antiller denizinde fırtınaya tutulan bu muhripten denize düşüp kayboldu. 'Mobil' kenti tersanelerinde onarıldıktan sonra Alabama'dan ayrılıp 'Cartagena'ya gitmekte olan muhrip, faciadan yüz yirmi dakika sonra bu limana ulaştı. Panama Kanalının denetiminden sorumlu Birleşik Devletler askeri birliklerinin ve Güney Karaibler bölgesindeki öbür yardım kuruluşlarının da katılmasıyla kazazedelerin aranmasına hemen başlandı. Dört gün sonra aramalar durduruldu ve bu kayıp denizciler resmen ölmüş kabul edildi. Ama bu kayıp denizcilerden biri, bir hafta sonra Kuzey Kolombia'da ıssız bir kumsalda can çekişir durumda bulundu. 'Luis Alejandro Velasco' adlı bu denizci on gün yemeden içmeden, başıboş bir salda kalmıştı. Bu kitap, onun başından geçenlerin öyküsüdür.

Ben ne düşünüyorum ; Yaşarken Hayatı anlamlandırmak gerektiği ile ilgili duygular geldi iç dünyama. Kahramanımızın kah umutlu bekleyişlerini, kah kendine işinin olmadığı bir vakitte olmaması gereken bir yerde olmasına serzenişte bulunması ve kendince kaderine lanet edip hayata sarılması derken her şeyin sonuna geldiğini sanması, aslında hepimizin hayatındaki kırılma anlarını anımsattı bana. Öyle değilmidir? Dostlar her birimizin kaderinin evrildiği bir an veya anlar olmamışmıdır? Bence olmuştur. Keyifli bir dille yazılmış çok akıcı 124 sayfalık bir kitap, sizi içine alıp denizin ortasına salın üstüne çıkarıyor....

30 Ekim 2010 Cumartesi

Yüz yüze bakamaz olmak bu mu?

Pazarlarda tezgâhlar toplandıktan sonra akşam üzerlerinde
Sokaklarda dolaşıp yere atılan sebze ve meyvelerden toplayan kadınlar,
Hiç kimsenin yüzüne bakmazlar…
Utanç onları kocaman dünyada yalnızlaştıracak kadar keskindir.
Bizde onların yüzüne bakamayız aslında…
Yoksulluğun gözlerine bakılmaz çünkü…
Usulca yere eğilip yerde duran sebzelerin arasından seçtiklerini,
Koyu renk pazar çantalarının içine koyarlar…
Öyle zannediyorum ki o kadınların komşuları da
Bu durumdan habersizler.
Belki çocukları,
Belki yatağa bağlı altı temizlenmeye muhtaç babaları da
Bu durumdan habersizler.
Bundan kimsenin haberi yok belki…
Evindeki yıpranmış kilimin, duvar saatinin de haberi yok.
Duvardaki zülfikarın, Ali’nin resminin,
İçinde göz olan avuç içi resminin de haberi yok.
O kadınlar insanlığın günahlarını toplamak için,
Akşamüzerleri yeryüzüne inen mitolojik varlıklar gibi.
Abartmıyorum…
Düpedüz gerçekler işte…
Utancımdan böyle söylüyorum…
                                                     

Tarık TUFAN



29 Ekim 2010 Cuma

Babadan kısa olmak kader değil

Gazi Üniversitesi Pediatrik Endokrinoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Aysun Bideci, büyüme-gelişme geriliği sorunu olan çocukların nasıl egzersiz yapmaları gerektiğini anlattı.
  • Kilosu yerinde ve boyu uzun olan bir çocukta büyüme geriliği olabilir mi?
    Bazı durumlarda ağırlığı yaşıtlarına göre fazla olan çocuklar, yaşıtlarına göre daha uzun boylu ve iri olmalarına rağmen erişkin çağa ulaştıklarında daha kısa boylu olabilirler. Şişman çocuklarda, uzun kemiklerdeki büyüme hatları daha erken kapanacağından anne ve baba boyuna göre daha kısa olabilirler. Aslında bu durum kader değil, geç kalmaktır.
  • Nasıl yani?
    Büyümeyi anlık değil, belirli aralıklarla değerlendirmek gerekir. Örneğin; okul çağı döneminde çocuğun gelişimini aileler altı ay ya da yılda bir kontrol ettirmelidir. Bazen de kilosu iyi ya da yaşıtlarına göre fazla olan bir çocuğun boyu yaşıtlarına göre daha kısa olabilir. Çocuğun gelişimini durduran büyüme hormonu eksikliğiyse, bu düzgün bir yeme planı ve hormon takviyesiyle desteklenmelidir.
  • * Masrafı Sosyal Güvenlik Kurumu karşılıyor mu?
    Evet. Bu konudaki tüm tedaviler SGK kapsamındadır. Yani boy kısalığı artık bir kader olmaktan çıkmış, tedavisi mümkün hale gelmiştir.

    * Büyüme hormonunun salgılanması için çocuklar hangi yaş diliminde ne kadar uyumalı?
    Beş yaş ve altı çocuklar için 10-12, beş yaş ve üzerindeki çocuklar için ise 8-10 saat gece uykusu şarttır. Özellikle gece 24.00- 04.00 arasında uykuda olmak çok önemlidir. Anne ve baba çocuğun gelişimini gözardı etmemelidir.
  •  * Pilatesin boy uzattığı söyleniyor. Pilates boy uzatır mı?
    Pilatesin boy uzattığına dair kanıtlanmış bir bilgi yok. Ancak duruş bozukluklarını düzelterek, dik durmaya yarar. Siz de dik durunca belki iki santim boyunuzun uzadığını düşünebilirsiniz. Fakat boy uzunluğu sabah ve akşam bile ölçüldüğünde farklı çıkabilir. Bunun nedeni gün boyu yanlış duruşlar ve yorgunluktur. Duruşunuzu, boyunuzun ölçüldüğü yer bile etkiler. Bu nedenle pilatesin boy uzatma konusunda etkili olduğunu söyleyemeyiz.
  • * Ergenlik döneminde ve boyu yaşıtlarından kısa olan çocukları tedavi ederken en çok hangi spor dalından destek alıyorsunuz?
    Ergenlik döneminde grup sporları ergen için psikolojik ve fiziksel destek sağlayıcıdır. Bu dönemde sıklıkla yapılan sporlar; basketbol, voleybol, sıçrama hareketleri ve yüzmedir. Hiçbir sporla uğraşmıyorsa bile ergenin en azından gün aşırı 45 dakika yürüyüş yapması sağlıklı bir gelişim için yeterlidir.
  • * Basketbol oynayan çocuğun boyu uzar mı?
    Çocuğunun uzun boylu olmasını isteyen aileler için en efsane olmuş konu basketboldur. “Uzun boylu olsun diye basketbola gönderdik” cümlesini hepimiz ebeveynlerden sık sık duyarız. Halbuki çocuk basketbol oynarsa boyu uzun olmaz. Ama eğer basketbolu seviyorsa, gerçekten mutlu olduğu bir sporla uğraştığı için huzurlu olur. Bu da hayatına yansır.
ÜÇ SAAT BİLGİSAYAR ÇOCUĞU OBEZ YAPAR 

* Hareketsizliğin etkilerinden bahsettiniz. Çocuk televizyon ve bilgisayara günde ne kadar vakit ayırmalı?
Gün içinde televizyon ve bilgisayatara iki-üç saatten fazla zaman ayrılırsa çocuğun şişman olma riski yükselir. Bile bile oyalansın diye aileler tarafından bu alışkanlığa izin verilmesi en büyük yanlıştır. Aşırı ve kalorili beslenme şişmanlığı artırır. Şişman çocuklar da dönemde beklediğimiz boy potansiyeline ulaşamayabilirler ve Tip2 diyabet, kalp ve damar hastalığı gibi riskler taşırlar. En kötüsü ise çocuğun yetişkinliğinde de çok aktif olamaması ve hareketsizliği bir yaşam akışı haline getirme tehlikesidir.
 EVDE İP ATLASIN 

* Sporun çocuklar üzerindeki yararından bahseder misiniz?

Yalnızca kilo koruma açısından değil, kemik sağlığı açısından da spor çok önemlidir. Aşırı egzersizden ve ağır sporlardan kaçınmak gerekir. Bazı ailelerde ise çocuk yaşı uygun olmadığı halde sırf ebeveynler spor salonunda olduğu için saatlerce spor yapıyor. Bu durumda tamamen ters etki olabileceğinden bu hatadan da kaçınmak gerekir.
* Çocukların gelişimi açısından evde yapılabilecek en kolay ve sağlıklı egzersiz nedir?
Evde ip atlama ve yer jimnastiği gibi sporlar yapılır. Evde aletlerle yapılan yürüyüş, çocukluk yaş grubunda gelişim açısından çok doğru değildir. Evin önünde uygun alanlar yaratılmalıdır. Çocuk oyunları bahçede ya da sokakta grup olarak oynanmalıdır. Sabah-akşam yarımşar saat ya da haftada üç gün yapılması bile çocuk için yeterlidir.
ÜÇ GÜN BEDEN EĞİTİMİ ŞART
Yüzme:
3 yaşından itibaren
Voleybol, basketbol: 6-7 yaşından itibaren
Tenis: 9 yaşından itibaren
Step: Denge açısından önemli ancak çok önermiyoruz. Dizlerde kayma, eklemlerde dejenerasyon yapabiliyor.
Atletizm: 7 yaşından itibaren
Jimnastik: 7 yaşından itibaren
Artistik Buz Pateni: 7 yaşından itibaren
Güreş: 11 yaşından itibaren
Ağırlık egzersizleri: Yükle ilgili egzersizleri 11-12 yaşından sonra öneriyoruz.
Aerobik: Her yaşa uygun.
Beden eğitimi derslerini kesinlikle öneriyoruz. Çocuklar en ufak bir rahatsızlıkta beden dersinden muaf tutuluyor. Oysa bu doğru değil. Beden dersi özendirici olmalı. Biz hekimlere göre haftada üç gün, ikişer saat kesinlikle beden eğitimi dersi olmalı.
ESRA TÜZÜN / DİDEM SEYMEN / SAĞLIK SERVİSİ /SABAH GAZETESİ 29Ekim2010

27 Ekim 2010 Çarşamba

Sessizliğime geri dönüyorum

Sessizliğimin ve
Sukutumun içine
Bir ses geldi
Seni göremiyor ve Duyamıyorum!
Ben de görünür ve Duyulur oldum
Baktım ki,
Duyulmak ve görünmek
Bir şey ifade etmiyor.
Ben yeniden
Sessizliğime ve
Sukuta geri dönmek istiyorum.

Garip bir duygu,
Kaplıyor sersemce beni
Nedenim yok kalmaya diyorum.
Seslerin birbirine karıştığı
Duyguların insanı içine
çektiği Sesli Dünya
Sessizlik iyidir gitmek istiyorum

Geçmiş hayatım çıkıyor önüme
Sanki bir kelepçe
Tuttu beni
Bırak beni artık
20 dakikalıklardan değilim
Vaktim azaldı.
Ama ha gayret ya
Nedenler
Nasıllar
Niçinler
Hep kovalamadalar
Ve Dedim ya
Devir susma devri
Kendine oyuncak arayan
Ve buldukları ile oynayana gelince
Ölümün ayak seslerini
Duyuyormusun?
Bu duyduğun Yalnız ölümün sesi değil
Bilki bu ses hesap gününün sesi
Dua edeceğim uzaklardan
Dostlara, dost gözükenlere ve
Vefasız olanlara.....

27ekim2010
serdar karamanlı

Ağlaya Bilmek

Ağlayan bir Adam görmek,
Beni hep hüzünlendirir
Bende onla ağlarım,
Ağlayan bir Anne görsem,
İçim Yırtılır.
Ağlayan bir çocuksa eğer,
Dayanamam hiç
Dizimde bağ kalmaz
Eğer ağlayan
Anna ve Baba Mezarın başıda ise
Kavrulan ciğerleri ise eğer
Döküyorlarsa göz yaşlarını
Evlatlarının karıştığı toprağa
Ben de ağlamak isterim
Nuh'un tufanına denk
Ağlayan bir kız ise
Üniversite kapısında
Sormak isterim Ağlatana
Vicdanın nerede?
Ağlamayı unatan ile işim olmaz
İşim olmaz Vicdanını unatan ile
Mümkün olsa ağlamasa
Analar, Babalar ve çocuklar
Mümkün olsa
Mümkün olsa.........

Dün Sünnet olurken Vefat eden EFE İÇİN yazdım.
Yolun açık olsun küçüğüm
Serdar Karamanlı
27ekim2010

26 Ekim 2010 Salı

Suç ve Ceza (Dostoyevski)

Yazar        : Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
Kitap Adı  : Suç ve Ceza
Yayınevi    : Antik Klasikler
Rodion 1860′larda Petesburg’da bir hukuk talebesidir. Fakat derslerine devam etmez. Rusya’ya Batıdan gelen bazı fikir akımlarından etkilenir. Bu akımlara göre, insanlar iki kıs­ma ayrılır: Alelade sürü ve Sezar gibi kendi kanunlarını ken­dileri yapan yönetici ruhlar. Rodion, kendisini bu yönetici, üstün sınıfa dâhil etmek ister. Rodion, kafasında bu karışık düşüncelerle bocalarken üstün sınıftan olabilmek için insanların nefret ettiği, yaşlı tefe­ci bir kadın olan Alyona Ivanovna’yı öldürmeye karar verir. Rodion, bu kadını öldürünce ayrıca zengin olacak, onun malına sahip olacaktır. Kendi içinde yaşadığı iç muhasebele­rinin ardından kadının evine gider ve onu balta ile öldürür. O anda, Alyona ile yaşayan masum üvey kız kardeşi de içeri gi­rince onu da öldürmek zorunda kalır. Evden birkaç eşya ala­rak kaçar.
Rodion’un annesi düşkün, müşfik bir kadındır. Kız karde­şi de Svidrigailov adında birinin çocuklarına dadılık yapmak­tadır. Svidrigailov, ona sarkıntılık edince işten ayrılır. Luzhin adında bir burjuva ile evlenmeye karar verir. Rodion, karde­şinin ona parasal ve mesleki anlamda destek olmak için tica­ri bir evlilik yaptığını anlar. Engel olmaya çalışır.
Rodion ara sıra Marmeladov’un kızı Sonya ile görüşmek­tedir. Aile, babanın ayyaşlığından dolayı çok yoksuldur. Sonya bu yüzden kötü bir hayata atılmak zorunda kalır. Babası ölünce, Rodion onlara parasal yardımda bulunur.
Rodion, bu hayat içinde öldürdüğü kadından dolayı vic­dan azabından kurtulamamaktadır. Bir gün bir borç yüzün­den karakola çağrıldığında bu azap ve korkuyu daha derin­den duyar. Arkadaşı Razumihin’in odasında günlerce hasta yatar. Hatalığı sırasındaki sayıklamaları polis olan Porfıy Pet-roviç’i şüphelendirir.
Luzhin’le Dünya’nın evlenme töreni hazırlıkları başlamış­tır. Rodion, eniştesi ile kavga edince, Luzhin, Dunya’yı kovar. Bu olaydan kısa bir süre sonra, Dünya ile Razumihin arasın­da bir aşk başlar.
Polis Porfiy Petroviç araştırmaları sonunda şüpheleri Ro­dion üzerinde yoğunlaşır..Onu tekrar sorguya çeker. Bu sor­gulama sırasında aniden suçun işlendiği sırada binada bulu­nan Nikolai, karakola gelerek cinayeti üstlenir. Rodion, temize çıkmıştır görünürde. Fakat itirafa çok ihtiyacı vardır, suçu­nu Sonya’ya anlatır. Sonya, ahlaksız bir hayat yaşamak zo­runda olmasına rağmen dindar bir kadındır. Suçunu itiraf et­mesini nasihat eder. Polis Porfiy Petroviç de boyacının suçsuz olduğunu anlayıp Rodion’a aynı nasihatte bulunur. Boyacı, çok dindar biri olduğundan başkalarının günahlarının ce­zasını çekerek sevap işlediğini düşündüğü için suçu üslenmiş­tir. Bu arada, sırrı Svidrigailov da öğrenmiştir. Svidrigailov, Dunya’ya şantaj yapar. Kendisi ile birlikte olduğu takdirde Rodion’u ülke dışına kaçıracağını söyler. Dünya, ahlakını ko­rumak için kendisini tabanca ile savunmak zorunda kalır ve Svidrigailov’u vurur. Svidrigailov, Dunya’ya asla sahip ola­mayacağını anlar ve İntihar eder.
Sonunda vicdan azabı Rodion’a suçunu itiraf ettirir. Si­birya’ya sürgün edilir. Sonya onun serbest kalacağı günü bekleyecektir. Rodion, yine de aşırı bir pişmanlık duymamak­tadır. Fakat Sonya’nın sayesinde kendini dîne verebilecektir.

Ben ne düşünüyorum: Hayatın zorlukları ve meşakkatlerine katlanmak hakikaten zor kırklı yaşların arefesindeyim artık. Raskanlikov kendini yargıç gibi kullanıp tefeci bir hanıma kendi yöntemi ile ceza kesmesi ne ise Günümüz Türkiyesinde Özgürlük Mücadelesi verenlere karşı duranlar aynı mesafedeler bana göre. Raskanlikov'un vicdanı onu bırakmadı ve kendince temizlendi bedel ödedi. Ya günümüzdekiler Onlar ne zaman bir vicdanları olduklarını hatırlayacaklar merak ediyorum.

25 Ekim 2010 Pazartesi

Yüzler

Sabah
İlk Evin Annesi kalkar,
Evin merhametli yüzüdür o
Kahvaltı sofrasını hazırlayınca
Evlatlarını kaldırır şefkale
sonra birer birer yolcular
Okula, İşe
Arkalarından bakar birbir Endişe ile
Dualar eder, arkaları sıra
Sokaklarda insanlar bir koşuşturmadadırlar
Sabah gülen yüzler göremezsiniz,
Otobüste dalgın ve mutsuz kadınlar görürsünüz,
Bir başkası Durağa yürüyordur dalgın dalgın,
Okula geç kalmış küçüğünü,
Okula yetiştirmeye çalışan kadınlar takılır gözünüze,
Ardı sıra peş peşe İnsan yüzleri görmeye başlarsınız,
Banka kuyruğuna erkenden gelen
Koca çınarlar aralarında sıra yazarlar,
Bir tebessüm arasınız yüzlerde,
Sevgilisini bekleyen bir liseli kız
Görünce Sevdiğini
Belki görürsünüz bir tebessümü,
Ama dedeler ve torunları başkadır.
Şevkatle elinden tutan nineler görürseniz
Onların gözlerinde yakalarsınız,
Aradığınız sevgi pırıltılarını
Sabah gülen yüzler göremezsiniz,
Sokaklar da caddelerde
Esed'in Münich metrosundaki
İnsanların Izdıraplı tarifi gelir aklınıza belki,
Otobüsü kaçıran bir adamın
Savurduğu Küfrü duyabilirsiniz,
Sabah hiç kimse kimsenin
Yüzüne bakmaz mı?
Neden bu telaş
Bu endişe neden
Sabah gülen yüzler göremezsiniz,
İnsanlar duyarsınız,
Sevemedikleri eşlerinden bahseden
Niye evlendim diye
Kendine kendine soran kadınlar duyarsınız
Çocukları hatrına katlanandıklarını
Anlatan  kadınlar vardır.
Yolda arkadaşına rüyasını anlatan hanımlar
Vardır,
Eline tutuşturulan poğçayı yemeye çalışan
Çocuklar görürsünüz,
Sabahın en endişesiz Tipleri Turistlerdir.
Sabah gülen yüzler göremezsiniz,
Yolda yürüken kuşların seslerini duymazlar,
Bir çift kumrunun cilveleşmesini göremezler,
Sabah gülen yüzler göremezsiniz,
Yolda temizlik yapan görevlilere
Selam vermez İnsanlar
Halbiki her sabah ayını görevlinin
Yanından geçer ama fark edemez,
Hayatın zorluklarında bahseden İnsanlar
Okursuınuz
Kadın olmanın
Erkek olmanın
Anne ve Baba olmanın
Zorluğundan Yakınan
Kim der ki
Hayat kolay diye
Sabah gülen yüzler göremezsiniz,
Sabah çıkınca evden
Sizi evden uğurlayan Merhametli yüzü
Özlersiniz.
Bu kiminin Annesi olur,
Kiminin Hanımı
Kiminin Babaannesi
Kiminin Annanesidir.
Sabah gülen yüzler göremezsiniz,
Neden göremeyiz ki ?
Gülmek bu kadar zormu?
Tebessüm etmek bu kadar zormudur?

Bu sabah  yürüken gördüklerim ve duyduklarımın iç dünyamdaki yansımalarını yazdım
24EKİM2010
SERDAR KARAMANLI

22 Ekim 2010 Cuma

Sonbahar'da Yaz'ı Hatırlamak ama Kış'a hazırlık yapmak...

Geçen hafta  gelen kuvvetli rüzgarların ardından yağan  yağmurlar yazın bittiğini ve HAZAN mevsiminin başladığını haber verdi. Fark etmişsinizdir. Birazdan, Enteresan tuhaflıkta olan susuz yaz günlerinde yaprakları yemyeşil olan güzelim ağaçların yaprakları, onca yağmura ve ağaçların suya kavuşmasına rağmen, önce sararacak ve sonra dökülecektir. Yazı geçerken BAHAR’daki birikimlerini kullanmışlardı çünkü, Baharı geçerken de suya gark olmuş, yaz için gerekli depolamaları yapmışlardı.
Tıpkı bizim gibi, bizlerinde mevsimleri vardır bilirsiniz. İlk Baharımız neşeli geçer çoğumuz için, sonlarına doğru farklılaşır yaşamımız artık düz bakamıyoruzdur hayata, Okul yaşamımız başlamış eski yaşantımız geride kalmıştır. Oyuncaklarımız bize eski sevimliğinde değildir artık. İlk öğretimin bitmesi ile beraber yaza girmemiş olsakta, sıcaklar başlamış duygu dünyamız doğası gereği farklılıklar göstermeye başlamış, Genç insanlar olmaya adım atmışızdır. Gönlümüzde derslerimizle beraber fırtınalı iç yaşamımızda başlamıştır. Lise eğitiminin ortasını geçerken yaz başlamıştır artık. Sıcak hissedilir her genç insan bir gölge arar kendine "serinliyeceği, içini açabileceği, Sonbaharına ve Kışına DOST olacağı" AYNI GÖKYÜZÜ ALTINDA YAŞAYACAĞI, MESAFELERİ AÇILDIĞINDA AYNI BULUTA BAKMAKTAN NEŞE ALACAĞI, NEFES ALIP VERDİĞİNİ BİLDİĞİ İÇİN Mutluluğunu anlatabileceği bir gölge, bazen bulur veya bulduğunu da zan edebilir.
Ama yaz bitecektir ne çare, Hazan gelir artık yaprak dökümü başlar,  elinde kalanla yetinme zamanıdır artık. Birikimlerin, Kışla değer bulur saçların aynı karlar gibi beyazlar.

Bir ihtiyarla konuşmuştum KAZ dağının eteklerinde şöyle demişti bana 95'lik koca çınar "İnsana eş ihtiyarlıkta lazım evlat!  kışta lazım!" İnşaAllah Mevsimlerinizi iyi değerlendirmişsinizdir.

Okuyarak, bana gönlünüzü açtığınız için teşekkür ederim.

Selam, Hürmet ve Hayır Dualarımla,
Kalbinizin Sahibine Emanet olun
Serdar Karamanlı
7EYLÜL2010

21 Ekim 2010 Perşembe

İki Kara gün



İki kara gün yaşadım,
Biri Kara kaldı
Ötekisi aydınlandı
İki kara gün yaşadım
Birinden
Çıkarken endişem arttı
Ötekinden umudum
İki kara gün yaşadım
Biri İncirli'de
Biri Çapa'da
Sanki Dünyam Karardı
Birinde sevgim arttı
Birinde merhametim
İki kara gün yaşadım
Yaşım kadar yaşlandığım
İki gündü
                                                           
Biri Karardı
                                                           
Diğeri aydınlandı.....
                                                                                                                       
Ağustos 2007