29 Kasım 2010 Pazartesi

DESTAN (NECİP FAZIL KISAKÜREK)

Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!

Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak:
Durun, durun, bir dünya iniyor tepemizden,
Çatırtılar geliyor karanlık kubbemizden,
Çekiyor tebeşirle yekûn hattını âfet;
Alevler içinde ev, üst katında ziyafet!
Durum diye bir lâf var, buyurun size durum;
Bu toprak çirkef oldu, bu gökyüzü bodrum!
Bir şey koptu benden, şey, her şeyi tutan bir şey,
Benim adım Bay Necip, babamınki Fazıl Bey,
Utanırdı burnunu göstermekten sütninem,
Kızımın gösterdiği, kefen bezine mahrem.
Ey tepetaklak ehram, başı üstünde bina;
Evde cinayet, tramvay arabasında zina!
Bir kitap sarayının bin dolusu iskambil;
Barajlar yıkan şarap, sebil üstüne sebil!
Ve ferman, kumardaki dört kralın buyruğu:
Başkentler haritası, yerde sarhoş kusmuğu!
Geçenler geçti seni, uçtu pabucun dama,
Çatla Sodom-Gomore, patla Bizans ve Roma!
Öttür yem borusunu öttür, öttür, borazan!
Bitpazarında sattık, kalkamaz artık kazan!
Allah'ın on pulunu bekleye dursun on kul;
Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul.
Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa;
Yaşasın, kefenimin kefili karaborsa!
Kubur faresi hayat, meselesiz, gerçeksiz;
Heykel destek üstünde, benim ruhum desteksiz.
Siyaset kavas, ilim köle, sanat ihtilâç;
Serbest, verem ve sıtma; mahpus, gümrükte ilâç.
Bülbüllere emir var: Lisan öğren vakvaktan;
Bahset tarih, balığın tırmandığı kavaktan!
Bak, arslan hakikate, ispinoz kafesinde;
Tartılan vatana bak, dalkavuk kefesinde!
Mezarda kan terliyor babamın iskeleti;
Ne yaptık, ne yaptılar mukaddes emaneti?
Ah! küçük hokkabazlık, sefil aynalı dolap;
Bir şapka, bir eldiven, bir maymun ve inkılâp!
1947

24 Kasım 2010 Çarşamba

Hayata Dilekçe (Yavuz Bahadıroğlu)

Sadece benim değil, benim neslin hayalleri çalındı...
Umutları, sevgileri, aşkları çalındı.
Kandırıldık. Büyüyecektik, gelişecektik, Avrupa, hatta
Amerika'ya yetişecek, sözde "Küçük Amerika" filan olacaktık,
"her mahallede bir milyoner" barındıracaktık...
Vakıa mahallelerimizde milyonerler çoğaldı,
ama milyonun beş para değeri kalmadı.
Gerçeği fark ettiğimde hayalsiz, sevdasız, aşksız
umutsuz kala kalmıştım.
Anladım ki, sevgilerimizi, hayallerimizi, umutlarımızı
sadece kullandılar, sömürdüler, tükettiler.
Her şeyimizi lüks yaşantılarına kaynak yaptılar.
Bu yüzden politik - diplomatik, siyasal ve ideolojik palavralara inanmıyorum!
Bunlara kafa patlatmıyorum, bu konuları sık yorumlamıyorum.
Kendi içime döndüm. İmanımla yüreğimi yeniden inşa ettim.

Ben Kitap hakında ne düşünüyorum; Kitabı okurken, Kaçan ve fark edemediğimiz yaşamımızın güzel taraflarını fark ettim.
Hanımla beraber okuduğumuz bir kitaptı. Notlar almışız kitap üzerine hemen hemen aynı notları düşmüşüz. Aile olmanın, Baba olmanın, Anne olmanın ve en önemlisi İnsan olmanın ve kalmanın izlerini sürebilirsiniz sizlerde.
Dostlar, Bu kitabı edenip okuyun lütfen ricam, Eşinizle okuyun
Selam ve dualarımla
Serdar Karamanlı

20 Kasım 2010 Cumartesi

Kurban Bayramı'nın ardından...

Kurban Bayramı'da geçti. Kendi payıma bir neşe, bir keyif  ve bir heyecen hissedemedim. O bildik  "Bayram vesilesiyle dargınların barışması efsanesinden"  uzak bir bayram oldu yine. En azından kendi çevremde öyle gözlemledim. Yine "telefonlarımız arkadaşlarımızın veya aile büyüklerimizin cep telefonlarının bayramını tebrik ettiler." tuhaflıklar, teknolojinin gelişmesi ile daha da farklılaşıyor. Bilmem benimle aynı kanaati paylaşırmısınız?
Bayramların içini boşaltmış olmamızdan kaynaklanıyor herhalde veya artık bu geleneğin devir edilebilir bir olgu olmaktan çıktığından kayaklanıyor olabilir. Adı Bayram ama içimizde bir Neşe ve Heyecan hissetmiyoruz, O coşku yok ne bileyim.  Dostlar, belki siz hissediyorsunuzdur?

Bayramın ilk günü,  Fatih Cami'inden öğle namazını müteakip Fikret amcayı uğurladık.
2nci günü Kasamonu'da idik ve Kıymetli Ustam, İsmail Ağabeyim in kıymetli Validesi Huriye Hanım teyzeyi ikindi namazında defnettik. Gece yolda geçti.
3ncü günü İş arkadaşlarımızdan Lütfü ağabeyimizin vefat haberi ile ikindi namazından sonrada onu uğurlamaya gittik.
Bu Bayram nemi öğrendim? Şunları öğrendim.
1- Konuşurken, Büyüklük taslamadan ve edepli konuşmam gerektiğini,
2- Servet sahibi görünüp , Servetimin asıl sahibinin ben olmadığımı,
3- İnsana yaşarken Değer vermenin ve Ona hakikaten seni Seviyorum beni kırsanda senden vazgeçmem dememiz gerektiğini,
4- En sevdiğin varlık bile olsa, Seninle kabrin içine girmediğini ve amellerinle "yalnız kaldığını",
5-Aslında "Ölümün en büyük" hakikat olduğunu
6- Bayram bile olsa,  her an "yaşamın ve ölümün" devam ettiğini
7- Ve en önemllisi, Ölen insanlarla konuşulmadığını ve sonradan toprağa bakıp ağlarken pişmalıkların fazla bir işe yaramadığını, öğrendim.

Peki bunları bilmiyormuyduk?
Hayır bilakis biliyorduk ama Mezarlıkta dururken kendimize Ölümü yakıştıra biliyormuyduk?
Cevap hayırdır. Dostlar,
Kandırmayalım birbirimizi. Neyse yeterince İç karartım galiba?
Ama Bu yaşadığımız günün güneşi bizim için doğmamak üzere batıyor olabilir?

O zaman ne yapalım Bir birimizin kalbini kırmayalım 17 İSRA/53 Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler. Sonra şeytan aralarını bozar. Çünkü şeytan, insanın apaçık düşmanıdır.
Yaşarken sevdiklerimize sahip çıkalım, Birbirmizi üzerek ayrılmayalım. Belki O zaman  Bayramlar Bayram olur....

Selam ve Dualarımla
Kalbinizin Sahibine Emanet olun.
Serdar Karamanlı

15 Kasım 2010 Pazartesi

Türk Aynştaynı "Oktay Sinanoğlu Kitabı"

Kitabın Adı Türk Aynştaynı "Oktay Sinanoğlu Kitabı"
Kitabın Yazarı Emine BAYKARA
Yayınevi ve Adresi Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul
Basım Yılı 2001

 Kitap, gazeteci-yazar, Emine ÇAYCI'nın Oktay Sinanoğlu ile yaptığı 435 sayfalık, uzun bir söyleşiden oluşmuştur. Ancak söyleşi bölümünün ardından Sinanoğlu'nun hayat hikayesi tarih sırasına göre verilmiştir. Ayrıca Sinanoğlunun yayınlanmış yüzlerce kitap, makale v.b. yayınlarının bibliyografyası kitaba eklenmiştir. Kitabın son bölümü, Sinanoğlu'nun hayatının çeşitli dönemlerine ait çekilmiş fotoğraflardan bir albüm ve yine Sinanoğlu hakkında yerli ve yabancı basında çıkmış haber küpürleri ve ona verilmiş ödüllerin belgelerinden oluşmaktadır.

Oktay Sinanoğlu, söyleşi boyunca kendisi, ailesi, mesleği, hayatı, gezileri, büyük projeleri, bilimsel ve sosyal konulardaki tespit, görüş ve yorumlarını aktarır.

Ben ne düşünüyorum;

  • Benim yine bir solukta okuduğum kitaplardan bir tanesi iki kez okudum bu kitabı dostlarıma  ve evlatlarına muhakkak okumasını tavsiye edeceğim kitaplardan birisini daha tanıttığım için mutluyum.

Lütfen çocuklarımıza bu Güzel Türk Büyüğünü tanıtın. Oktay Sinanoğlu şu anda Belçikada yaşamaktadır. Ve Ülkesi ondan fazla yararlanamamış bir Türk Büyüğüdür. Adam mücadele etmiş ama malesef aynı kafa ne diyeyim başka Oktay Sinanoğlu gelirmi bu dünyaya?
Selam ve Dualarımla
Serdar Karamanlı



Volkan KONAK (MİMOZA)

Volkan KONAK'la aynı dünya görüşlerini paylaşmıyorum. Ama insan olarak sevdiğim iç dünyası güzel bir sanatçı.
Duygularını ifade etmesi ve Başka yazarların güftelerini de kendi  harmanından çıkarmasını bilebilen bir sanatçı.
Bu albümüde güzel olmuş eline sağlık Volkan KONAK.

11 Kasım 2010 Perşembe

İbrahim olmak ve İsmail'i kurban etmek veya Kurban Bayramına farklı bir bakış.....

Önümüzdeki hafta malumunuz KURBAN bayramını idrak edeceğiz. Komik değil mi aslında İDRAK edeceğiz kelimesi. Kurbanı, nasıl İDRAK edebiliriz ki? İbrahim AS. anlar isek kurban'ı anlamış oluruz, İsmail AS. anlarsak kurban olmanın ne demek olduğunu anlarız. Kur'an dan bakalım bize nasıl bir bilgi gelmiş?

Özünde Merhametli, Sözünde Merhametli Allah adıyla,

37 Saffat/102. Babasıyla beraber yürüyüp gezecek çağa erişince: Yavrucuğum! Rüyada seni boğazladığımı görüyorum; bir düşün, ne dersin? dedi. O da cevaben: Babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulursun, dedi.
103. Her ikisi de teslim olup, onu alnı üzerine yatırınca:
104. Biz ona: " Ey İbrahim!" diye seslendik.
105. Rüyayı gerçekleştirdin.Biz iyileri böyle mükafatlandırırız.
106. Bu, gerçekten, çok açık bir imtihandır.
107. Biz, oğluna bedel ona büyük bir kurban verdik.
108. Geriden gelecekler arasında ona (iyi bir nam) bıraktık:
109. İbrahim'e selam! dedik.
110. Biz iyileri böyle mükafatlandırırız.
111. Çünkü o, bizim mümin kullarımızdandır.
(Şüphesiz Allah(cc) doğruyu söylemiştir. )
İşte Kur'an İbrahim olmayı ve İsmail olmayı böyle tarif etmemekte idi. Şimdi dünyevi duygularınızdan sıyrılıp bir düşünün,

İbrahim as en sevdiği varlığını Allah'a sunuyordu. Bizimde en sevgili olanımızı bizden Allah'a sunmamız isteniyor du. Fakat bu kademe kademe olacak bir iş olsa gerektir. Biz Allah'a inandığımızı idda eden Müslümanlar olarak "HANGİ KÖTÜ HUYUMUZU ALLAH CC İÇİN KURBAN EDEBİLİRİZ?"  Dedikodu'yu, Zinakarlığı, Faizciliği, İçki içmeyi, Ahde vefasızlığı, vs vs.(ben az söyleyim siz çok anlayın) hangi kötü huyunuzu Allah için kurban edip, bir daha ona dönmemezlik yapabiliriz? 


Şimdi yeniden bakın KURBAN BAYRAMI anlayışınıza ve gözden geçirin anlayışlarınızı. Bayramınız Mübarek olsun demekle Mübarek olmayacağını anlayın artık. Bizden istenen Kestiğimiz kurbanlarla beraber Kötülüklerimizide kurban etmemiz saflaşmamızdır. Bir Hikmet ve Faziletle yaşamamızdır.
Unutmayalım ki; 


22HAC/37. Onların ne etleri ne de kanları Allah'a ulaşır; fakat O'na sadece sizin takvanız ulaşır. Sizi hidayete erdirdiğinden dolayı Allah'ı büyük tanıyasınız diye O, bu hayvanları böylece sizin istifadenize verdi. (Ey Muhammed!) Güzel davrananları müjdele!
BU DUYGU VE DÜŞÜNCELER İLE KURBAN BAYRAMINIZI TEBRİK EDER, BAYRAMIN SİZLERE,  AİLELERİNİZE VE DOSTLARINIZA HAYIRLAR GETİRMESİNİ DİLERİM.
SELAM VE DUALARIMLA,
Serdar KARAMANLI

9 Kasım 2010 Salı

SUSKUNLAR MECLİSİ

Bir zamanlar İran’da bilginler ve şairler, “suskunlar meclisi” adıyla bir topluluk oluşturmuşlardı. Üye sayısı otuz kişiydi ve bunu arttırmıyorlardı. Üyeliğin ilk şartı çok düşünmek, az yazmak ve çok az konuşmaktı. O zamanlar meşhur şair ve bilgin Molla Camî, bu meclisin aşkındaydı. Günün birinde suskunlar meclisinin bir üyesinin öldüğünü duyunca, onun yerine aday olmak için bilginlerin bulunduğu köşke geldi. Kendisini karşılayan kapıcıya bir şey söylemeden, ismini bir kâğıda yazarak o sırada toplantı halinde bulunan suskunlar meclisine gönderdi. Meclis üyeleri bu teklifi görünce biraz üzüldüler. Molla Cami oraya layık bir bilgindi ama ölen üyenin yerine başka birini almışlardı. Yeni bir üye için yer yoktu. Meclisin başkanı, bir bardağı tamamen suyla doldurduktan sonra Molla Cami’ye gönderdi. Zeki bilgin durumu kavramıştı. Bir damla daha olsa bardak taşacaktı. Bunun üzerine o da hemen oracıktaki bir gül dalından küçük bir yaprak koparıp, nazikçe suyun üstüne koyuverdi. Bardak taşmamıştı. Bunu içeri gönderdi. Meclistekiler bu kibar cevabın manasını anlamışlardı: Zarif insanların yeri başkaydı. Üyeler, bu değerli bilgini de aralarına almaya karar verdiler. Başkan listeye Molla Cami’nin adını ekledi. Otuz sayısının önüne bir sıfır koyarak, 300 yazdı. Bununla Molla Cami sayesinde, meclisin değerinin on misli arttığını belirtiyordu. Listenin son şekli Molla Cami’ye gelince, meseleyi anladı. Ancak sayının büyük gösterilmesinden hoşlanmadı. Sağdaki bir sıfırı silerek, otuz sayısının soluna koydu. Yani 030 yazdı. Alçak gönüllü Molla Cami, böylece kendisini solda sıfır sayıyor, bardağı taşırmadığı gibi, o meclisin yapısını da etkilemeyeceğini söylemek istiyordu. Diğer üyeler bunu görünce, saygı ve hayranlıkları bir kat daha artmış olarak suskunlar meclisinin yeni üyesini selamladılar.

Rıza Akdemir: Bir Demet Çiçek, S. 76-78’den özetle

7 Kasım 2010 Pazar

Baka kaldım Ardından

Geçen zamanın
Baka kaldım ardından,
Çocukluğum
Gençliğim
Geçen güzel günlerin
Baka kaldım Ardından
Zamanı sersemce kullanışıma
Baka kaldım
Matra da telefonda
Baka kaldım.
Sevdiğimin hatıralarını,
Sevdiğim yerde küllerini savururken
Baka kaldım.
Geldiğimde yaşadığım şehre
Havaalanında
Yolcular ile ilerlerken
Yalnızlığıma
Baka kaldım
Sevdiğimin acımazsızlığına
Baka kaldım
Elinde tuttuğu
Aşkın bıçağını
Vurup çıkarırken
Baka kaldım
Yaşadıklarıma anlam veremedim
Baka kaldım
Seven bunu nasıl yapar dedim
Aynaya bakıp,
Kan çanağı gözlerime
Baka kaldım
Hala bakarım ardından
Anlamsızca
ve Sersemce
Geçen zamanın ve yaşadıklarımın
Fakat anlayamam
Bir türlü ve Hala
Neden diye sormadım
Baka kaldım ardından
ARALIK 2010

3 Kasım 2010 Çarşamba

Düşünce adamı; kimdir (CEMİL MERİÇ)

"Düşünce adamı;
Bir zümrenin emir kulu değildir.  
Hiçbir merkezden talimat almaz. 
Hiçbir partiden talimat almaz,  
Ama tarihe angajedir.
Vatadaş olarak vazifeleri vardır.                            
Belli savaşları kabul etmesi,
Belli tehlikeleri göze alması lazımdır. 
Bir devrin şuuru olmak zorundadır o.
Başlıca vazifesi: 
Bütün hakikatleri yoklamak, 
Bütün yalanların maskesini yırtmak,
Kalabalığa doğruyu göstermek. 
Bazen engine açılan geminin kılavuzu.
Bazen yangın kulesindeki nöbetçi olacaktır,
Sokakta insanlar boğazlanırken, 
Düşüncenin asaletine sığınarak elini kolunu bağlamak,
Düşünceye ihanettir."
CEMİL MERİÇ

1 Kasım 2010 Pazartesi

Bir Kayıp Denizci

Kitap Adı       :Bir Kayıp Denizci
Yazarı            :Gabriel Garcia Marquez
Yayın Evi       :Can Sanat Yayınları

Haber 28 Şubat 1955'te öğrenildi: Kolombia Deniz Kuvvetlerine bağlı 'Caldas' adlı bir muhribin mürettebatından sekiz kişi Antiller denizinde fırtınaya tutulan bu muhripten denize düşüp kayboldu. 'Mobil' kenti tersanelerinde onarıldıktan sonra Alabama'dan ayrılıp 'Cartagena'ya gitmekte olan muhrip, faciadan yüz yirmi dakika sonra bu limana ulaştı. Panama Kanalının denetiminden sorumlu Birleşik Devletler askeri birliklerinin ve Güney Karaibler bölgesindeki öbür yardım kuruluşlarının da katılmasıyla kazazedelerin aranmasına hemen başlandı. Dört gün sonra aramalar durduruldu ve bu kayıp denizciler resmen ölmüş kabul edildi. Ama bu kayıp denizcilerden biri, bir hafta sonra Kuzey Kolombia'da ıssız bir kumsalda can çekişir durumda bulundu. 'Luis Alejandro Velasco' adlı bu denizci on gün yemeden içmeden, başıboş bir salda kalmıştı. Bu kitap, onun başından geçenlerin öyküsüdür.

Ben ne düşünüyorum ; Yaşarken Hayatı anlamlandırmak gerektiği ile ilgili duygular geldi iç dünyama. Kahramanımızın kah umutlu bekleyişlerini, kah kendine işinin olmadığı bir vakitte olmaması gereken bir yerde olmasına serzenişte bulunması ve kendince kaderine lanet edip hayata sarılması derken her şeyin sonuna geldiğini sanması, aslında hepimizin hayatındaki kırılma anlarını anımsattı bana. Öyle değilmidir? Dostlar her birimizin kaderinin evrildiği bir an veya anlar olmamışmıdır? Bence olmuştur. Keyifli bir dille yazılmış çok akıcı 124 sayfalık bir kitap, sizi içine alıp denizin ortasına salın üstüne çıkarıyor....