26 Şubat 2011 Cumartesi

Sevginin Olduğu Yerde Allah Vardır.(tolstoy)

Kitap Adı : Sevginin Olduğu Yerde Allah Vardır
Yazar: Tolstoy
Yayınevi : Nehir Yayınları
Roman
Bitiş Tarihi : 21 ŞUBAT 2011

"Allah sizden razı olsun" dedi. "İnanıyorum ki beni bu pencerenin önüne Allah gönderdi. Yoksa çocuğum soğuktan donardı. Sokağa çıktığım zaman hava yumuşaktı. Bak, şimdi nasıl soğudu! Senin pencereden bakmanı ve benim gibi bir zavallıya merhamet etmeni sağlayan Allah'tan başkası olamaz."

Ben ne düşünüyorum; Küçük hikayelerden bir araya gelen bir kitapçık. Bir solukta okuyabileceğim tahmin etmemiştim. Çabucak biti verdi. Kitap, Hikmet dolu cümleler ile düşünce dünyamıza hitab ediyor. Alabilirsek bize derinlik verecebileceğini düşünüyorum. Bence okumalısınız.

16 Şubat 2011 Çarşamba

Katre- i Matem (Prof. Dr. İskender Pala )

Kitap Adı : Katre-i Matem
Yazar: Prof.Dr. İskender PALA
Yayınevi : Kapı Yayınları
Roman
Bitiş Tarihi : 15 ŞUBAT 2011


Roman, müzayededen alınan elyazması bir kitabın hikâyesi olarak başlıyor. Okurlar, bu elyazması kitabın açtığı kapıdan içeri giriyor, bir devre adını veren lalenin izinde İskender Pala’nın yarattığı etkileyici ve büyüleyici bir atmosferin içinde yol alıyor.

İstanbul bu romanda, karmaşası, heyecanı, isyanları, kalabalığı ile lalelere bürünüyor. Öyle ki lale sadece bir çiçek değil, bir yaşayış tarzı, estetik bir tavır, kültürel ve tarihsel bir birikim olarak İstanbul’u, hatta tüm Osmanlı’yı çevreliyor. İstanbul, doğal tüm güzelliklerinin, mimari şaheserlerinin tarihî debdebesi ile beraber lalezarlara, lale yarışlarına, lale şiirlerine bezeniyor; lalelerin şehri, renklerin şehri, yaprakların şehri haline dönüşüyor.

İskender Pala, Katre-i Matem’de usta kalemiyle lalelere bezediği İstanbul’da kavuşup doyulamayan, kavuşulamayıp yakan aşkların elemli ve Osmanlı hallerini de tüm ıstırap ve coşkularıyla anlatıyor. Sevdiğini, aşklarının ilk gecesinde kaybeden Şahin’in macerasını anlatan roman, bu kaybın ardındaki esrarı çözmek için külhanlara, tomruklara, lalezarlara ve hatta Osmanlı sarayına kadar gidiyor. İşte bu yolculuk, okuru hiç ummadığı yerlerde hiç ummadığı maceralarla karşılaştırıyor.

Cinayetlerin gölgesiyle giderek gizemli bir hal alan olaylar Lale Devrine nihayet veren Patrona Halil İsyanının yakıcı siyasal çalkantılarıyla birlikte çözülmeye başlıyor.

Kalemimi hokkaya bandırdığım şu anda –ki Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’yı canından; Sultan III. Ahmet’i de tahtından eden cehennemden nişan Eylül İhtilali’nin üzerinden henüz iki hafta geçti- şahit olduğum olayları yazıp yazmamakta kararsız sayılırım. Bilemiyorum. Yazmak gerektiğini düşündüğüm şeyler bir bakıma devlete ait sırları ifşa etmek gibi bir ihanetin ağırlığını da vicdanıma yükleyecek. Öte yandan Şark’ın kutsal çiçeği laleye dair yorumlarda bulunacak ve belki şükufeciyan esnafını gücendirmiş de olacağım. Ama birisi çıkıp yiğit Şehzade Ahmet’i, aşağılık isyancıların yaptıklarını, cennete benzeyen İstanbul’u ve Sadabat’ın laleye kattığı zarafeti anlatmazsa bu dahi tarihe ve şehre haksızlık sayılır.

Benim yorumum ; Okuduğum en iyi romanlardan biri.  İskender Pala ile bu kitap ile tanıştık. Herhalde bu beraberlik uzun sürecek çünkü kalemi çok güzel. Kitap Lale devrinde bir tarafın saltanatını, bir tarafında sefilliğinin ip uçlarını vermesi ve  bu coğrafyada yaşananların aslında fazla değişmediğini göstermesi açısından çok güzel bir eser olmuş. İslami burjuva da değişen bir şey yok anlayacağınız. Romanı okurken acı tebessümler edebilirsiniz. Bazı toprakların kaderi hiç değişmiyor.

Serdar Karamanlı



14 Şubat 2011 Pazartesi

Zaman

Bebektim
Zaman nedir bilmezdim.
Çocuk oldum .
Zaman,
6 devre 12 de biterdi.
Yaşım ilerledi.
Zaman,
Attığım kulaç,
Potaya bıraktığım turnike oldu.
Genç olduğumda
Bir ıslık oldu
Zamanın başlangıcını söyleyen
Askerdim.
Artık zaman, koğuş kalk ile başlardı.
Koğuş yat, sonu olurdu zamanın.
Evlendim
Zamanın başlangıcı,
Bebeğimin ağlaması,
Sonu da uyuması oldu.

Şimdilerde zamanı,
Beş'e bölenin huzurunda yaşıyorum.
Zamanın sahibinin huzurunda.
Anladım ki,
Zaman dediğim şey
Aslında,
Kulağıma okunan ezan ile
Minareden,
Kulaklara okunan sela imiş.

Anladım,
Ve saygı ile secde ettim.
Zamanın sahibi önünde.
Şimdi diğer zamanı
Bekliyorum.
Ölümüm ve Kalk emrinin
Verildiği anı....

Serdar Karamanlı
14şubat2011

12 Şubat 2011 Cumartesi

KIRILMA ZAMANLARI…

Şeylerin ‘kırılma zamanları’ vardır.
Ansızın denebilecek bir an içinde olmuş gibidir bu kırılmalar.
Esasında olan olmuştur da olduğunu anlayabilmen bir hayli zaman almıştır.
Bu bir hayli zaman sonunda, olan bir şeylerle her şeyin kökten değiştiğini görebilmenin ani oluşu, senin bu oluşla bir ilginin olmadığı anlamına gelmemektedir. Bu değişim ve kırılma ile çok yakından alakalı olduğun için değişimin ve kırılmanın farkına ancak ‘hayli bir zaman’ sonra varabiliyorsundur.

Bu aniden gördüğün şey, ‘her şey bu kadar mı hızlı değişir’ şaşkınlığındır. Ki bu şaşkınlık; senin gibi birkaç neslin sürekli olarak değiştirmeye çalıştığı ve sende zirveye çıktığını ya da senin öyle zannettiğin değiştirici bir oluşun şeyleri kırdığını bu süreklilik içinde anlayamamadır. Buna anlayamama demeyelim de tanımama veya tanımlayamama diyelim.
     
Dünkü bir çocuk bu kırılma zamanının anlamını, ruhunu senden daha iyi tanımış, tanımlamış, anlamlandırmış ve bu durumu öylesine içselleştirmiş ki; bu çocuk için dünya hep böyle idi ve hep böyle kalacaktır. Yaşadığın bu şaşkınlık önce burukluğa, sonra öfkeye, sonra değersizliğe, sonra küskünlüğe, sonra da derin bir yalnızlığa dönüşür.

Yukarıda anlattığım şey, öznesi ‘toplumsallaştırılmaya direnen’ herkesin bir şekilde hissettiği, gördüğü ve anlamaya çalıştığı süreçtir. Daha doğrusu insanlık tarihinin ‘dairevi devinimi’dir. Bu dairevi devinime Allah (c.c) peygamberler silsilesi marifetiyle vahiyle müdahale eder. Her peygamber ritüelleştirilmiş, toplumsallaştırılmış, kurumsallaştırılmış anlayışlara karşı toplumların salahı için gönderilmiştir.

İsrail oğulları köleleştirildikleri Mısır’dan çıkıp, Allah’ın (c.c.) dilemesi ile özgürlüklerini ve izzetlerini kazanınca derin bir şükür ile Hz. Musa (a.s) rehberliğinde ‘doğru yolda’ ilerlemeleri beklenirken kendilerine izzet ve istikamet kazandıran dini iktidarlarını meşrulaştıran bir vasıta yaptılar. Yazı ve sözün gücünü iktidar alanında toplumsallaştırmaya yönelik kullandılar. Kendilerine ilahi bir rahmet dokunmuş bu kavim, var olma sebeplerini ilahi bir ‘kayırma’ sayıp, yazı ve sözü kurumsallaştırırken bu kurumsallık içinde Allah (c.c.) anlayışlarını da kurumsal bir hiyerarşi içine hapsettiler. İlahi rahmet kaynaklı sözün iktidar alanında bir ‘zulme’ dönüşmesinde iman ve izan sahipleri hep karşı koydular. Materyalist Yahudi ruhban sınıfının bu zulmüne karşı Meryem Oğlu İsa gönderildi.

Meryem Suresi baştan sona kadar toplumsallaştırmaya ve bu toplumsallaştırmanın dil ile inşa ettiği zihin yapısına karşı koyuşu anlatır. Zekeriya peygambere ve eşine imkânsız denilecek bir anda bir erkek çocuğu ile müjdelenmesi, nesep ile övünen Yahudi ruhbanının suratına şamar gibi inmiştir. Allah, Zekeriya peygambere suskunluk orucunu emretmiştir. Zekeriya peygambere iktidarın ve toplumsallaştırmanın en güçlü oluşturucusu dili kullandırtmamıştır. Doğacak çocuğa ‘Yahya’ ismini vermesini emretmiş ve bu ismin daha önce hiç kullanılmadığını buyurmuştur. Yahya bu toplumsalın malı değildir. Hem ismi ile hem de cismi ile. Meryem Oğlu İsa’nın doğumu bu toplusalı reddedişin en yüksek mertebesidir. Meryem Oğlu İsa nesep itibariyle bu toplumsaldan beridir. 

Allah (c.c), Meryem Annemize suskunluk orucunu emretmiştir. Hz. Meryem susmuş, bu toplumsaldan ve bu toplumsalın dilinden en yüksek mertebede beri olan Meryem Oğlu İsa annesinin kucağında konuşmuştur. İktidar alanlarındaki toplumsallaştırmanın çürümüşlüğüne karşı Meryem Oğlu İsa yalın, fıtri, oluşturulmamış bir dili ve bir zihni ortaya koymuştur.   

Yahudi zulmünden kaçan Meryem oğlu İsa taraftarı müminler, Roma varoşlarında pagan Roma’nın zulümlerine, işkencelerine, aşağılamalarına ve köleleştirmelerine maruz kaldılar. Sonra Roma Hıristiyanlaştı. Hıristiyanlık devlet dini oldu. Görkemli mabetlere, güçlü ve zengin din adamlarına, dini kurumlara kavuştu. Hıristiyanlık hızla yayıldı. Yayıldı yayılmasına ama her şeyini kaybetti. Annesinin kucağında en fıtri, en günahsız ve en sevimli haliyle hakkı konuşan Meryem Oğlu İsa,  çarmıha gerili kanlı bir iktidar figürü haline getirildi.

Kölelikten özgürlüğe ve izzete kavuşan bir mümin, eli kanlı Yahudi ruhbanını seyrederken bu ne zaman oldu diye düşünmüştür. Ya da Yahudi takibi ve zulmünden kaçan zayıf bir Meryem Oğlu İsa taraftarı dünyaya hükmeden ruhbanını görünce kendini ve toplumunu tanıyamamıştır.

Şimdi gürül gürül ezanlarımız okunuyor, ulu mabetlere sığmayan cemaatle namazlarımızı eda ediyoruz. Fakat neden dünyada zulüm devam ediyor. Ve biz bu zulmün neresindeyiz. Bu soruları sorduğun zaman, haline şaşırdığın an kırılma ve değişme dediğin şeyin esasında yeni bir iktidar ve toplumsal meydana getirdiğini anlamandır. Senin değiştirmeye ve varmaya çalıştığın şey ve yer burası değildir.
          
Şaşkınlık yaşarsın Yaşadığın bu şaşkınlık önce burukluğa, sonra öfkeye, sonra değersizliğe, sonra küskünlüğe, sonra da derin bir yalnızlığa dönüşür.

Mesele bu yalnızlıkları yaşamak değil, bu yalnızlığı yaşayanlar ile beraber olabilmektir.  Toplumsalın diline karşı bu yalnızlar bir dil oluşturmalı ve Meryem Oğlu İsa gibi en fıtri ve en masum halleri ile hakkı söylemeleri gereklidir. Bu dil, sahih bir damarın mirasıdır ve söylenmesi gerekenin söylenmesi farzdır. Çünkü ‘inandık’ diyenlerin böyle bir görevleri vardır. Yalnızların artması duası ile… 
    
Arif ARCAN  

5 Şubat 2011 Cumartesi

Ne kadar yüreklisin?

Yüreğin,
Başkasının günahına
Ağlayacak kadar geniş mi?
İmandan,  yoksun
Yaşayanlara üzülecek kadar
Geniş bir yüreğe sahipmisin?
Az gülüp,
Çok düşündüğün,
Derinlerine
Daldığın oluyor mu?
Ötede seni neyin beklediğini
Düşünüyormusun?
Yoksa tek dünyalımısın?
Yoksa,
Hayat buradan ibaret  mi sanıyorsun?
İnan ki
Yanılıyorsun.

İyiliğe, güzele ve sevgiye
Davet ediliyorsun.
Bunu anlıyabiliyormusun?
Hırçınlığının sebebini anlayamıyorum.
Ama düşünüyorum.
Bize niye kırgın
Ve de kızgınsın
Derim ki
Ey Dost
Tanımadığın düşmanındır.
Tanıdığın, düşmanında olsa dostundur.
Kötü örnek,
Örnek midir?
Yaklaş için soğusun.
Merhametin ve sevginin
Kaynağına gel.

Geldiğinde
Allahı dost,
Peygamberi rehper ve
Kur'anı çıkışının ışığı bulacaksın.
Bunların yanında
Durmaya gayret edeni de,
Kınamaz bulacaksın.

Yaklaş,
Uzakta kalma.
Geldiğinde başkalarının
Günahlarına ağlayan
Tövbekar,
Müminler bulacaksın.
20ocak2011
Serdar KARAMANLI

3 Şubat 2011 Perşembe

Mekkeye Giden Yol (Muhammed ESED)

Kitap Adı : Mekkeye Giden Yol
Yazar Adı: Muhammed ESED
Kitap Evi  : İnsan Yayınları
Bitiş Tarihi : 4 Şubat 2011
1952 yıllarının başlarında Pakistan’ın B.M.’deki temsilcisi olarak Paris’e oradan da Newyork’a giden Muhammed Esed batı kökenli bir Müslüman olarak dikkatleri toplamıştır. Avrupalı, Amerikalı dost ve tanıdıkları arasında onun İslamiyet’i seçiş hikayesi derin bir merak uyandırmaya başlamıştır. Önceleri Esed’i Doğulu bir hükümetin özel bir amaçla görevlendirdiği Avrupalı bir ‘uzman’ yerine koydular. Bu durumda Esed onlar için, hesabına çalıştığı ulusun yaşama biçimini ve geleneklerini dışardan benimsemiş biriydi. Fakat ne zaman ki, B.M.’deki etkinlikleri sadece işlevsel olarak değil, aynı zamanda duygusal ve zihinsel olarak da kendini bütünüyle İslam dünyasının politik ve kültürel hedefleriyle özdeşleştirdiğini ortaya koydu, işte o zaman batılı dostları bir çeşit şaşkınlığa düştüler. Onun geçmişini ve geçmişteki deneyimlerini merak edenler bir kitap yazmasını istediler. Mekke’ye Giden Yol, işte isteklerin sonucunda 1954 yılında ortaya çıktı.
Bu kitap, çocukluk ve gençlik yıllarının duygusal arayışlarını, gazeteciliğe başladığı dönemlerin sancılarını, 1922’de Doğu dünyasıyla ilk tanışıklığını ve 1936’ya kadar süren Doğu seyahatlerini edebi bir dille anlatıyor.

Muhammed Esed, uzun süren seyahatleri boyunca Müslümanlarla kurduğu içsel bağlantıyı ve onlar hakkındaki izlenimlerini ayrıntılarıyla aktarıyor.

Ben ne düşünüyorum ;
Bu kitapta,  bir batılı, Yahudi kökenli ve ateist bir  gazetecinin müslümanlığı Kur'an üzerinden araştırmasını. Bu araştırmalarını, yaşanan coğrafyalarda, Kur'anın  insan yaşayışlarına yansımalarını araştırmasını tarafsız bir dille kaleme alınışını okuyacaksınız. Benim değer verdiğim bir Müslümanın elenin emeğidir.
Yazarımız,  yaşadığı dönemlerde karşılaştığı yönetim biçimlerinide değerledirmeye tabi tutuyor. 1920li yıllarda yaşananların bir kısmınıda bulabileceğimiz macera dolu bir kitap. Kitabı okurken Kah kadim Mısır'a kah Afganistana kah Arabistana ve İranın dağlarına, ovalarına, bozkırlarına ve çöllerine yapılan seyyahatlerin içinde bulacaksınız kendinizi. Haydi şimdi seyyahat zamanı, iyi yolculuklar dilerim
Serdar Karamanlı
Kalbinizin sahibine emanet olun.