Prof.Dr. Nevzat Tarhan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Prof.Dr. Nevzat Tarhan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Aralık 2016 Salı

Kauçuk gibi olmak....

Kauçuk gibi olalım; esneyelim ama dağılmayalım...Türkiye, art arda yaşanan terör olaylarıyla sarsılıyor. Geçtiğimiz hafta 44 şehit verdiğimiz Beşiktaş’taki saldırıdan sonra, bugün de güne Kayseri’deki saldırı ile başladık. 13 şehit ve 48 yaralının olduğu saldırı sonrasında yine toplumda isyan sesleri yükseliyor. Herkes ‘yeter’ demekten bıkmış, isyan etmekten yorulmuş durumda. Hiç beklemediğiniz durumlarda ve yerlerde karşımıza çıkarak, terörün en çirkin yüzü ile bizi yıldırmak istiyorlar. Peki yöneticiler ve anne babalar ne yapmalı, toplumsal ve bireysel olarak bu olaylarla nasıl başa çıkabiliriz?Toplum Psikolojisi kitabının yazarı, Üsküdar Üniversitesi Rektörü Psikiyatri Uzmanı Prof. Dr. Nevzat Tarhan hepimize ‘Kauçuk gibi olun’ önerisinde bulundu. İşte Tarhan’ın değerlendirmesi:
“KÖTÜ DÜNYA SENDROMU YARATMAK İSTİYORLAR”
“Türkiye’de sürekli saldırılar düzenleyerek, insanların güven duygusunu kırmak, gelecek kaygısı yaratmak ve dehşet duygusunu yaşatmak istiyorlar. Burada ‘kötü dünya sendromu’ denilen durum hedefleniyor. Sosyal psikologların uzun zamandır kullandığı bu sendrom,  toplum olarak umut duygusunun çok fazla darbe aldığı durumlarda kullanılıyor.

Bu sendromun 3 belirtisi var:

1. Bazı insanlarda bu sendrom, içine kapanma, sosyal ortamdan kopma şeklinde belirti gösterir
2. Bazı insanlar ise daha da hırçınlaşır ve teröre karşı bir terör yaratarak karşılık vermek ister.
3.Diğer bir grup da bu durumdan bıkar ve ülkeyi terk etmeyi hayal eder ya da imkanı varsa gider.

Teröristlerin istediği ise bu duygu durumlarını ortaya çıkartmaktır. Özellikle gelecek endişesi yaratarak, insanların kişisel ve kültürel yapısına göre bu üç durumdan birinin ortaya çıkmasını sağlarlar.

Bu nedenle ‘Türkiye güvenli bir ülke değil’ duygusunu giderecek çalışmalar yapmak gerekiyor. İnsanlara, durumun kontrol altına alınacağı ve gerçekçi çözümler oluşturulacağı konusunda umut verilmeli. Yöneticilerin buna özen göstermesi gerek.

Özellikle gençler ve çocuklar çok etkileniyor bu olaylardan. Çocuklar, anne babalarının olaylar karşısındaki tavırlarına bakarak, kendilerine onu model alıyorlar. Ebeveynlerin de bu noktada dikkatli olması şart. Daha olumlu bir tavır sergilemeleri gerekiyor. Ancak burada olayı inkar etmemek, olmamış gibi davranmamak da çok önemli. Çünkü inkar etmek, çocuklarda güven duygusunu zedeleyen bir durumdur.

Hepimiz bir gemideyiz. Kaptana ya da diğer mürettebata kızmak yerine geminin tamamını düşünülmeli. Yöneticilerin hataları elbet konuşulmalı ama abartılardan kaçınmalı. Hepimiz zarar görüyoruz çünkü. Zaten bizi parçalamak istiyorlar ve bundan haz alıyorlar. Güçlenerek ve birleşerek bu durumları atlatmamız şart. Gerilim politikalarını azaltmak ve öfkeye öfkeyle karşılık vermek yerine sakin kalmak gerekiyor. Dediğim gibi teröristler en çok gerilmemizi ve parçalanmamızı istiyorlar.
Psikolojide strese karşı 3 davranış modeli vardır:
1- Kimi insan stresi sünger gibi emer ve onunla yaşar
2-Kimileri strese karşı bir teflon gibidir. Daha bencilce yaklaşır. Kendisi yanmaz ama temas edeni yakar
3-Kimisi de kauçuk gibidir. Stresi öğütür, azaltır ve onunla sağlıklı bir şekilde mücadele eder.
İnsanlara tavsiyem kauçuk modelini benimsemeleri… Toplum olarak kauçuk gibi olalım; esneyelim ama dağılmayalım”
SÖZCÜ/Eser Akgül

18 Aralık 2016 Pazar

TOPLUMDA 2 DUYGU YÜKSELDİ


Terör kelimesinin anlamı da zaten dehşet uyandırmak, bunu istiyor. Bu nedenle toplumdaki bu ruh halini anlamak gerekiyor. Alışılmamış bir şey ve ölenler de asker ve polis… Herkesin birinci derece yakınında bir polis ve asker olması ihtimali çok yüksek ve toplumda kaygı da yükseldi. Buna karşı bizim toplum bu terörü nasıl karşılarsa bu daha sağlıklı çözülür, bunun üzerinde durmak gerekir diye düşünüyorum, özellikle şu anda toplumda iki türlü duygu yükseldi. Biri üzüntü ve öfkeyle birlikte bazı marjinal grupta da sevinç tepkilerini görüyoruz. Bu insanın psikolojik boyutu açısından böyle ama bunun bir de psikolojik savaş boyutu var. Psikolojik savaştaki kara propaganda, gri propaganda, beyaz propaganda… Son birkaç hafta içerisinde bunların tüm renginin uygulandığını görüyoruz…
Psikolojik savaştaki propaganda tekniklerinde kara propagandada yalan ve iftira vardır, hile ve entrika vardır. Yanlış kaynak verilerek ifade edilir. Bu şekilde bir kimsenin söylemediği bir sözü söylemiş gibi yaparak iki dost insanı birbirleriyle savaştırmaya çalışılır. Şu anda Türkiye’de kara propagandanın örneklerini şöyle açıklayabiliriz; kara propaganda uluslararası bir projenin Türkiye’deki uzantısıysa bu, kasıtlı yapılıyorsa bunun arkasından şu gelir: Milliyetçi derneklere ve partilere karşı saldırılar yapılır, buna karşı toplumda milliyetçi duyguları yüksek olan insanları sokağa dökme hedeflenir. Bu sokağa dökme sonucunda onlar karşıt görüşte olan kişilere ve dükkânlarına baskın yaparlar. Bunun örneklerini de görüyoruz, bir inşaatta çalışan Doğu kökenli işçilere karşı kötü muamele örnekleri oldu. Bu aslında kara propagandayla söylenmeyen bir şeyi söylenmiş gibi,  bir Kürt’e karşı hareketmiş gibi gösterme propagandasını kastediyorum.
KARA PROPAGANDA RİSKİ GÖZ ÖNÜNDE BULUNDURULMALI

Ukrayna’da turuncu devrim oldu, başka yerde şöyle bir şey oldu, bu tarz olayları Türkiye’de de yapmak isteyenlerin kara propagandası ihtimalini göz ardı etmemek gerekir. Buradaki gri propaganda olarak da genellikle twitter çok iyi kullanılıyor. Olmayan bir sözün söylentisi yayılıyor, duyguların yükseldiği bir zamanda biri bir söylenti yaysa, filanca kişi filanca yeri bombalayacak dese herkes buna inanır. Duyguların yükseldiği bir dönemde birçok yalan haber gri propaganda, söylenti şeklinde yayılmasına sebep olabilir. Ve diğer bir propaganda tekniği de yetiştirilmiş fikirler vardır. Mesela doğru haberler vardır bir olay vardır, bir insan bir hata yapar, bu hatayı onlarca, yüzlerce, binlerce kere tekrar ede ede, o kişiyi sinirlerini bozup öfkelendirip hata yaptırtmaya çalışırlar. Siyasette bu çok oluyor, beyaz propaganda. Bir kişi geçmişinde bir söz söylemiş, hata yapmış, sıfır hata insan olmaz, bu hatayı defalarca ona söyleyerek aşırı tepki vermesini öfkeyi artırmasını, gerilimi artırması hedeflenir. Bunlar psikolojik savaşta tasarlanmış, planlanmış yöntemlerdir. Şu anda rahatlıkla bir psikolojik savaş laboratuvarı olarak Türkiye’yi görebiliriz ama toplumumuz bu konuda geçmişteki 90 yılların tecrübesi nedeniyle bu konuda hemen bir hatırlama yapması, hemen bir sorgulama yapması gerekir. Bu bir çeşit toplum psikolojisini olumsuz etkileyerek herhangi bir şekilde Arap dünyasında yapılmak istenen özgürlükçü hareketler gibi buradaki doğu kökenli insanlarımızı, binlerce belki bir iki milyon insanı sokağa dökmek ya da bunlara karşı olan insanları sokağa dökmek gibi bunun arkasında bir plan olduğunu çok iyi düşünmek gerekir. Çünkü Türkiye’nin Suriyeleşmesi birçok derin yapıların çok yakından arzuladığı bir şey, yüzyıllık bir proje.
Özellikle de ABD ve İngiliz derin devletinin Evanjelist bir ideolojisi var. Bu ideolojiye göre Ortadoğu’da bir savaş çıkması gerekiyor. Ve bu savaş sonucunda Hz. İsa gelecek diye inanan Neocon grup var, bu gruplar Ortadoğu’daki savaşı ideolojik olarak kendi inançlarının gereği olarak istiyorlar. Bu istek nedeniyle Ortadoğu’nun karışmasının uluslararası silah sanayinin rolü var vs. ama bunun altında ciddi planlar yapıldığını, bir inanç sistemi içinde buna inanıldığını ve bunun da Türkiye’nin de bu kaosa sokulmak istendiğini de bu psikolojik savaş bakışıyla değerlendirmemiz gerekiyor. 
“ACI-ÜZÜNTÜ-ŞEHİTLİK” KELİMELERİ YAN YANA OLMAMALI
Özellikle o acıyı yaşayanlar açısından fakat bunun şu boyutu var, burada acı ve üzüntü kelimesiyle şehitlik kelimesi aynı kefede olmayacak kelimeler. Acı ve üzüntü kelimesi ile şehitlik kelimesi yan yana olmaması gereken kelimeler. Neden? Çünkü bizim istiklal savaşını düşünün. İstiklal Savaşı döneminde eğer şu ideoloji olmasaydı Anadolu kurtulamazdı. Orada Mustafa Kemal’in dehasını ortaya çıkaran proje savaş ideolojisi oluşturmasıydı, o ideoloji ya istiklal ya ölüm aslında bu Kuranı Kerim’deki Tevbe Suresi 52. Ayet var, bu ayette şöyle söylüyor. Şehitlik ve zafer bu iki güzellikten birinin seçilmesi tarzındaki bir tavsiye var. Mustafa Kemal orada bu tavsiyeyi kullanmış, savaş motivasyonu ortaya çıkarmış, yani şu anda da Türkiye’de iki günde 30 kişi şehit olmuşken toplumu acı ya da ağıt psikolojisine sokmamamız gerekiyor.
Kara, Deniz ve Hava Harp okullarının yemin törenini izlerseniz hep vatan üzerine şehit olma üzerine yemin edilir. Bunun için o meslekte bunlar var, bu şehitlik duygusu insanda tükenmişlik, yılgınlık duygusuyla çok ilgili değil. Eğitimde bu istenmez ama önüne de gelirse o kişi için bir onur meselesidir bu nedenle de şehit cenazelerinde ağıt tavsiye edilmez ağlama tavsiye edilmez ve bu onlar ve yakınları için bir şereftir. Bu tabi dışardan söylemek kolay gibi gözükür ama gerçekten öyle. Şehit ailelerini acıyarak teselli etmeyin onları şehit annesi oldunuz şehit babası oldunuz şehit babaannesi oldunuz diyerek o insanlardaki o yüksek duyguyu yaşatalım. O nedenle acı ve şehitlik kelimesini aynı kefeye koymayalım diyorum.
HARİÇTE DÜŞMANLIK VARSA DÂHİLDEKİ ADAVETİ UNUTUNUZ
Türkiye 90’lı yıllarda hiç unutmuyorum, asker kökenli olduğum için bir hava pilot üst teğmen kara uçucuydu, helikopter pilotuydu güneydoğuya tayini, çıkmış bana geldi ölürsem şehit olur muyum dedi bana ve ben ‘Bu senin niyetinle ilgili bir durum. Niyetini gözden geçir ve ona göre karar ver’ dedim, gerçekten Mehmet Başar isimli Hataylı üst teğmendi, helikopteri elektrik teline çarptı, sisli bir havada şehit oldu.  Şu anda Güneydoğu’da cephede olan insanların psikolojisini de düşünmemiz gerekiyor. Toplumun psikolojisi açısından düşündüğümüzde de Türkiye’de şu anda ciddi bir şekilde Hakkâri’de savaşanlar aslında Hakkâri’yi savunmuyorlar, İstanbul’u savunuyorlar, Ankara’yı savunuyorlar. Bu duyguyu görmek gerekir, terörün amacı yılgınlık ve bezginlik oluşturmak, toplumun yılgınlık ve bezginlik tarzında bir yönelmeye girmemesi gerekiyor.
Toplum böyle bir durumda şunu yapmalı, böyle kriz durumlarında Anadolu’da çok güzel bir söz vardır. Bizim toplumun değerlerine tam referans vereceğimiz bir zaman.  O söz şöyledir; hariçte düşmanlık varsa dâhildeki adaveti unutunuz. Yani köyünüzde, memleketinizde, mahallenize saldırı varsa içinizdeki adaveti düşmanlığı unutunuz. Şimdi bu toplumsal bir değer. Şu anda Türkiye’yi de stabilize etmek istiyorlar, dışarda Türkiye’yi Suriye gibi yapmak isteyenlere karşı içerde siyasetin muhakkak biz bir aileyiz, aynı gemideyiz diyerek birlikte çözüm üretmesi önemli.
ZAMAN MECLİSİN ÇALIŞTIRILMASI GEREKEN ZAMAN
Selahattin Demirtaş’ın içinden gelerek söylediği birçok sözü derin PKK’nın etkisiyle geri aldığını görüyoruz. Bu gibi örnekleri gördükten sonra Türkiye’de meclisin şu anda çalıştırılması gereken bir zaman ve bu terörü önlemek için toplumun temsil edildiği alan meclistir. Burada çözüm üretmek gerekiyor. Çözüm üretmek için toplum siyasete baskı yapsın. Hariçteki düşman varken dâhilde ki adaveti unutunuz, oturup bir araya gelmelisiniz seçim hesabı yapmak yerine bunun yapılması gerekir aslında toplumun çözüm olarak böyle bir çözüme yönelmesi belirsizliği gidermek açısından da önemli ve burada da bunun işaretlerini görüyoruz. Şimdi sorumluluğu alan bir siyasetin işaretleri var, bu şu anda insanlarımız ben güvendeyim geminin kaptanı yöneticileri bir araya geliyor görüşüyor, bizim sorunlarımıza çare bulacaklar duygusu oluşması gerekiyor toplumda. Bu duyguyu uyandırmamız gerekiyor.
Böyle durumlarda iki tarafı birbiriyle kavga ettirmek için keskin yazılar yazan, onu ona kötüleyen insanlar kendi mizaçlarının bozukluğu nedeniyle yahut da belli bir odakları temsilcisi oldukları için bunu yapıyorlar. Tam anlaşmak üzere olan ve konuşmak üzere olan siyasi partileri kavga ettirmek isteyenlerin şu anda üzerine soru işareti koymak gerekir diye düşünüyorum. Toplum ruh hali açısından, Türkiye’nin şu andaki liderliğine bakıyor, Türkiye burada gelecekle ilgili güvende miyiz, siyaset çözüm üretecek mi, siyaset böyle bir durumda bir araya gelebiliyor mu bu soruları sormak zamanı yani terör devletin aciz gösterilmesini istiyor, devletin bir elinde siyaset olacak bir elinde adalet olacak. Devletin bir elinde siyaset bir elinde adalet varsa güven oluşur. Siyaset topuzuyla hareket eden bir devlet ya da silah topuzuyla hareket eden bir devlet olmaması gerekiyor. Her şeye rağmen devletin Güneydoğu’ya adaletle gitmesi gerekiyor.
ŞEHİR BEKÇİLİK SİSTEMİ KURULABİLİR
Psikolojik yılgınlığı atabilmek için 1 milyon kişilik bir askerliğini bitirmiş, özel harpte çalışmış birçok askerimiz var sivil olarak dolaşıyor, işsiz olarak dolaşıyorlar. Hemen bunları askere alarak 500 bin kişilik 1 milyon kişilik olağanüstü bir ordu oluşturulur. Bu orduyla orada nöbet tutularak sorun çözülebilir.
Köy koruculuğu sistemi Türkiye’de çok işe yaradı aynı şekilde şehir bekçilik sistemimiz şu anda buna müsait yasamız, yeni kanun bile çıkarmak gerekiyor. Şehir koruyuculuğu sistemi kurulabilir. Bu sistemler kurularak teröristlerin ortasında içerisinde oluşmuş olan sahte bir güven var onlarda şu anda, bu güveni psikolojik olarak yerle bir etmek için bu şehir koruyuculuk sistemi de çok önemli. Terörün yapılanma alanı şehirler, tüm bu önlemler çözüm olarak güven uyandırmalıdır.
KRİZİN YÜZDE 80-90’I PSİKOLOJİKTİR
Burada bir kriz var, krizde ne yapılır? Krizin yüzde 80-90’ı psikolojiktir. Mesela trafikte gidiyorsunuz sizin yolunuzda bir kaza olmuş karşı tarafta trafik tıkanır neden herkeste bir merak uyanır, herkes devamlı onu düşünür, onunla ilgilenir merak duygusuyla karşı taraftaki şeritler tıkanır. Hâlbuki o anda bir polis çıksa sorun yok diye rahatlatsa kriz dağılır. Şu anda da Türkiye’de böyle bir kriz var, bu krizin düzelmesi için Türkiye’yi yönetenler her şey kontrol altında gerekenler yapılıyor mesajını vermesi gerekir.
YILLARCA AYNI KAPTA YEMEK YEDİ!
Türkiye özellikle Güneydoğu politikaları açısından devlet 2009’dan beri şefkat elini uzattı Güneydoğu’ya ve burada kimlik politikaları yerine Güneydoğu’daki insanlara resmi söylemin birçok şartlarını zorlayarak ve ırk kökenli politikalar şeklinde gizlenmiş ya da verilmeyen birçok haklar verildi. Devlet şefkat elini uzattı fakat bu şefkat eline karşı Güneydoğu’daki insanlara karşı 2012’de yapılmış bir araştırmada şöyle deniyor. Türk bayrağı benim bayrağımdır diyen insanlar yüzde kaç diye araştırılmış, yüzde 94’ü benim bayrağım diyor. Türklerle ortak gelecek istiyoruz sorusuna evet diyenlerin oranı yüzde 90,3. Diğer soru da Türklerle aynı mahallede yaşamak istemem sorusuna yüzde 0,6 evet veriliyor. Yani Kürt kökenli vatandaşların yüzde 99’u Türklerle aynı mahallede yaşamaktan rahatsız olmayacağını söylüyor. Bizim toplumumuz Kürt kökenli insanlarımız asırlardır aynı kaptan yemek yemiş, aynı mahalleyi paylaşmış ve zaten Kürt kökenli insanlarımızın çoğu batıda şimdi burası bizim zayıf alanımız, bir insana hata yaptırtmak istiyorsanız onun yumuşak karnını bulacaksınız. Türkiye’nin zayıf alanı Güneydoğu, buradaki bu hareket Türk Kürt mücadelesi değildir, bu Türk ırkçılığı Kürt ırkçılığı mücadelesi değildir. Bu Türkiye’de yaşayan iki kardeş grubun yüzde 90 ortak değerleri olan iki grubun birbirine düşürülme hareketidir. Bu nedenle genç milliyetçi arkadaşlarımızın bu oyuna gelmemesi gerekiyor.
PROVOKATÖRLERE DİKKAT EDİLMELİ!
Şimdi bu sokak hareketlerinden gördüğümüz durumlar bu noktada kırılgan bölgeler, milliyetçi duyguların yüksek olduğu bölgeler, o bölgelerde büyük ihtimal gri propaganda yöntemiyle provokatörler vardır, bu provokatörler böyle durumlarda orada dolaşıyorlardır. O provokatörler şunu söylüyordur. Hatta bunlar psikolojik savaşta ani görevler olarak tanımlanır. Böyle bir yerde gerilimler varsa biri yapalım keselim diyorsa hadi hemen yapalım hadi şuraya gidelim tarzında hatta Cumalara gider bu kişiler o kişilerle birlikte slogan atarlar kitleyi harekete geçirmeye çalışırlar, bu nedenle böyle durumlarda provokatörlere çok dikkat etmek gerekiyor. Bu toplumun, kardeş iki grubun asırlardır bir arada yaşamış ve kendi özgür iradesiyle misakı millide kalmış bu grubu Türkiye’den ayırmak istiyorlar. Bu ciddi şekilde psikolojik savaş yöntemi olarak uygulanıyor.
ÖTEKİLEŞTİRMEK, DIŞLAMAK OYUNA GELMEKTİR
Ben 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı olduğu zaman hiç unutmam o dönemde herkes biz de Kıbrıs’a gidelim diye başvurmaya başlamıştı ve Batmanlı bir arkadaş şöyle söyledi: Batman’da askerlik şubesine insanlar başvuruyor, Türkçe konuşmayı bilmiyor ben de Kıbrıs’a gideceğim diye gelen insanlar vardı.  Bu insanları şu anda ötekileştirmek, dışlamak tam anlamıyla oyuna gelmektir. Bu toplumda bizim milliyetçi duyguları yüksek olan kişilerin mutlaka öfke kontrolü yapmayı başarmaları gerekiyor. Türkiye gemisini batırdığımız zaman, Türkiye gemisini karıştırdığımız zaman bunun altında hepimiz kalırız. Bu nedenle burada toplum psikolojisi açısından psikolojik savaş malzemesi olmamaya özellikle milliyetçi duyarlılığı olan kişilerin özellikle şu sıra dikkat etmesi gerekiyor. Burada aşırı konuşanlar, yüksek öfkeli söylemlerde bulunanlara sen hangi servise hizmet ediyorsun hangi gizli servis elemanısın sorusunu sorsunlar. Bunu söyleyebilirim Türkiye siyaseti bunu çözecektir. Millet iradesiyle bir şekilde çözüm üretecektir. Toplum olarak soğukkanlılığımızı bozmamız gerekir. Türkiye 1990’lardaki krizi aştı şimdi bunu niye aşmasın, rahatlıkla aşar. Bu millet bu ordu Türkiye’yi böldürmez. Özellikle şuna da dikkat çekmek istiyorum. Türk Silahlı Kuvvetlerimiz birkaç senedir sessiz duruyordu, silahlı kuvvetler sessiz duruyor diye uyumuş değil. Türk Silahlı Kuvvetlerden arkadaşlar var, konuşuyorum onlar hepsi mağaralarına kadar biliyorlar kim hepsi nerede biliyorlar, sadece siyasi irade devletin şefkatli kolları uzandı, biz bir fırsat verelim dediler ama fırsatı suiistimal etti burada bazı gruplar. Ben tahmin ediyorum HDP’deki arkadaşların çoğu da milletvekillerinin çoğu da silahın bırakılması gerektiği kanaatinde ama belki Kandil’in etkisi belki başka bir yerin etkisiyle bunu yüksek sesle söyleyemiyorlar.
BİRLEŞTİRİCİ POLİTİKALAR ŞART!
Bu nedenle HDP’nin hepsini karşısına almaması lazım devletin ve böyle bir ortam içerisinde birleştirici politikalar üretilmesi gerekir. Silahlı kuvvetler birkaç senedir de siyasetle ilgilenmiyor artık ve olaylardan ders aldı, özellikle 12 Eylül’ü yapan Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya gibi kişilerin yargılanması silahlı kuvvetlerde ve generaller üzerinde ciddi bir özeleştiri etkisi yaptı. Biz ne yapıyoruz, vatan için böyle yaptık ama demek ki bu yanlışmış diyerek darbeyi seçenek olarak düşünmeyen bir ordumuz var şu anda, böyle bir durumda ordu eğer tam yetkili olursa bu durumda teröristlerin birkaç ayda işini bitirir ve Türkiye’yi böldürtmez. Hiç kimse Türkiye bölünüyor diye paniğe telaşa kapılmasın diye düşünüyorum.
IŞİD İLE TÜRKİYE ÖZDEŞLEŞTİRİLMEK İSTENYENLER VAR
İlginçtir ben birkaç hafta önce ABD Los Angeles’taydım, orada 80 yaşlarında Amerikalı psikiyatrist Eva Hanım’la sohbet ediyorduk, orada Erdoğan Işid’i destekliyormuş ne düşünüyorsun diye sordular ya siz bunu neye dayanarak söylüyorsunuz dedim, Türkiye’de Türk toplumu Işid’i desteklemiyor, Türkiye’deki yönetim de Işid’e karşı tavır alıyor fakat politikalarda biraz daha dikkatli tavır izliyor bunu neye dayanarak söylüyorsunuz dedim,  siz ünlü ve eski psikiyatristlerden birisiniz nasıl bu kanaate vardınız dedim. Bana gazeteler öyle yazıyor dedi.
Yani bunun üzerine şu anda Türkiye’de bir Işid var gibi terörle Türkiye’yi özdeşleştirmek isteyen bir medya var buna karşı muhakkak PR oluşturulması gerekiyor.
Devletin burada teröre karşı terörün kurbanı olduğu ama terörle hukuk içinde mücadele ettiği yani bir elinde adalet var, diğer elinde silah var. Devletin biz terörle böyle mücadele ediyoruz, mesajı vermesi lazım. Militarize olması böyle durumlarda özellikle gençler arasında beklenen bir durum, ama sonuçta bunu bizim gelişmiş toplumlarda militarize olmak istisnadır. Gelişmiş toplumlarda sokakta asker de göremezsiniz resmi elbiseli birini de göremezsiniz.
Bu nedenle militarizm de zaten Avrupa’nın bütün hikâyesine baktığınızda militarizmle mücadeleyle geçmiş, militarizmle mücadelenin sonucunda demokrasinin kıymetini keşfetmiştir. Birinci ve ikinci dünya savaşları, asırlardır iç savaşlar mesela Fransa ile Almanya’nın Avrupa Birliği’ni ortaya çıkarması hikâyesi de böyle bir militarizmin ideolojisinin sonucunda ortaya çıkmıştır.
Militarizmin sonucunda özellikle Hitler’in yaptığı militarist söylemlerin sonucunda Fransa ile Almanya demiş biz asırlardır savaşıyoruz, bunun sonu yok, aramızda bir ticaret yapalım..
Tabi bu olaylar militarizmi besliyor, fakat Avrupa militarizmin kötü sonuçlarını gördüğü için ikinci dünya savaşından sonra anti militarist söylemlere başlamış, demokrasiyi keşfetmiş İngiltere’de başlayıp ama mecliste Avrupa’da karşılığını bulmayan demokrasi canlanmış ve özgürlükçü toplumu oluşturabilmiştir.
Özellikle Fransa ve Almanya önce ticari işbirliğine başlayarak bunu yenmeye çalışmış ticari işbirliğine başladıktan sonra insanlar birbiriyle alışverişe başladıktan sonra militarizm söylem çünkü karşılıklı çıkar ilişkileri ortaya çıkmış, iki tarafın da kaybedeceği çok şeyler var savaşta. Bunun üzerine toplumlar da dost olmaya başlamış. Bence Türkiye’de yaşanan bu süreç Türkiye’yi militarizme götürmek yerine militarizmle baş etmenin yollarını Türkiye’ye öğretecek diye düşünüyorum.
Militarist söylemleriyle ortaya çıkanlar, keskin konuşanlara şu anda soru işareti ile bakalım, onların bazı gizli servislerin elemanı olma ihtimalinin çok yüksek olduğunu burada bir psikolojik savaş tekniği açısından dikkate değer bir fikir olarak ele alınması gerektiğini düşünüyorum.
Kötülük varsa kötülük duyguları harekete geçiyor. Duyguları ifade etmek güzel bir şey ama bunu olgunlukla yapabilmemiz önemli olan ve Türkiye bu olgunluğa sahip ve aşacak diye düşünüyorum.

1 Ocak 2013 Salı

Psikolojik Savaş (Gri Propaganda)....

Yazar : Prof. Dr. Nevzat Tarhan
Kitap Adı : Psikolojik Savaş
Yayın Evi : Timaş
Sayfa Sayısı : 216
Bitiş Tarihi : 1 Ocak 2013


Psikolojik savaşta bir toplumun ruh ve beyni etki altına alınmaya çalışılır. Prof. Dr. Nevzat Tarhan kitabı Psikolojik Savaş’ta bu teknikleri, insan ve toplum psikolojisi üzerindeki etkilerini konu ediniyor.
Tarihin bilinen ilk savaş tekniği kitabının yazarı olan Çinli kumandan Sun Tzu, kitabının büyük bir kısmını rakibin psikolojik olarak çökertilmesi üzerinde durur. Askeri strateji ve taktiklerin en önemlilerinden biri de Psikolojik Savaş teknik ve taktikleridir. Belirli bir amaca yönelik, uzun vadeli plan ve stratejilerle yapılan psikolojik savaş hem sıcak hem de soğuk savaş dönemlerinin en çok başvurulan mücadele yöntemlerinden biri olmuştur.
Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Timaş Yayınları arasında piyasaya çıkan yeni kitabı Psikolojik Savaş’ta askeri bir kavram olan bu terimin günlük hayatımızda nasıl kullanıldığını Türkiye ve dünyadan örnekler ışığında tarihten günümüze bilimsel olarak inceliyor.
Psikolojik Savaş; klasik anlamdaki savaşın kazanılması veya kaybedilmesinde, savaştan sonra da üstünlüğün devam etmesinde yahut sorunların çözülmesinde insanların ruh haline etki ederek sonuç almak olarak tarif ediliyor.
Kitapta; klasik psikolojik savaş bilgileri dışında, bilgi savaşı, elektromanyetik savaş, beyin kontrolü, propaganda yöntemleri ve bilgisayar devrimi, internet taarruzu, tarihsel bilgiler, gelişen intihar eğilimleri, baskıcı kültürlerin etkileri, itaat kültüründen demokratik kültüre geçiş, psikolojik savaşta rol alanların ruh hallerinin tahlilleri, insanın ruh hallerinin nasıl etki altına alındığı gibi alt konular da işleniyor.
Prof. Dr. Nevzat Tarhan kitabın yazılış amacını şöyle açıklıyor: “ Hile ve aldatmaların etkili olabilmesi için, gizli kalması gerektir. Amacımız hile ve aldatma yöntemlerinin bilinmesini sağlamakla toplumsal ahlaka hizmet etmektir. Psikolojik savaşta yenilen taraf, bilgi gücü zayıf olan taraftır. Doğru insanların ayakta kalmak, toplumun geleceğinde söz sahibi olmak gibi bir kaygıları varsa bu kitabı okumaları önemlidir.”
Kitapta Türkiye gündemini de yakından ilgilendiren konulara temas edilmiş. Darbe öncesi medya ve diğer iletişim organları kullanılarak oluşturulan sahte tehdit ortamının nasıl yapıldığı; BÇG olarak bilinen, Batı Çalışma Grubu’nun 28 Şubat öncesinde kamuoyunu nasıl yanlış bilgilendirerek tehdit ve tedirgin edici bir zemin hazırladığı ve siyasi hareketlerin kamuoyu desteği sağlamak amacıyla yaptıkları beyin yıkama faaliyetlerine ilişkin ilgi çekici analizler kitabın başlıca ilgi konularından biri.

Ben ne düşünüyorum ; Kitap dan alıntı "Beğenmediğin bir görüş varsa onu yasaklayarak, fakir ve kısır fikir dünyası yaratamazsın. Karşı argüman geliştirerek, fikir mücadelesi ve ikna ve inandırma yolu ile kendi doğrularını savunabilirsin." (sayfa 209-210)
İlk İslamla tanıştığımız dönemlerde çevremizde öğle çok donanımlı Mü'minler yoktu. Daha çok sert fikirli ve kaba kuvvetin her işi halledebileceğini savunan adamlardan oluşan bir ekip vardı. Bu bize de çevremize de zarar vermemize neden oldu. İnsanlarla  gereksiz yere aramız açıldı.  Halbuki Peygamberin (A.S) yetiştirdiği  sahabe den Musab bin Ümeyir (Allah ona Rahmet etsin) şöyle dediğini öğrendiğimizde çok sıkıldığımı hatırlıyorum.
 "Kardeşim anlatıklarımı dinle, beğenmez isen kabul etmez ve gidersin" 
Neyse ki şimdiler de Allahın lutfu ile Merhametli adamları karşımıza çıktıda, bizi kendimize gelme yoluna soktular. Buradan kendilerine şükranlarımı sunuyorum. Nevzat hocaya da bu bilgileri kitabın da toplayarak bir seminer tadın da anlatıp bizi bilgilendirdiği için teşekkür ederim.

Serdar Karamanlı
1 Ocak 2013