28 Aralık 2016 Çarşamba

İnsanoğlu ve yaşamının Bölümleri


Darbenin Kayıp Saatleri


Kitabın Adı: Darbenin Kayıp Saatleri
Yayınevi: Destek Yayınları
Yazarı: Mete Yarar / Ceyhun Bozkurt

27 ARALIK  2016
2016/24 İSTANBUL


Tanıtım Bülteni'nden

15 Temmuz'u tek başına bir darbe girişimi olarak mı alacağız yoksa geniş fotoğrafa mı yerleştireceğiz? Bunu hiç düşündünüz mü? Yıllardır Büyük Ortadoğu Projesi'nin tehlikelerine dikkat çekenlerin 15 Temmuz'u bir grubun basit bir darbe girişimi olarak görmesi mümkün mü? Dibimizde bir kaos yaşanırken, içimizde terör örgütleri pusudayken 15 Temmuz'u bunlardan bağımsız ele alamayız. Büyük bir yapbozun parçasını yaşadık o gece. Buradaki şablonu ve amacı anlayamaz, öğrenemezsek karşımızdaki gücün olası diğer hamlelerinde başarısız olabilir, tökezleyebiliriz. Biz bu kitapta size sözünü ettiğimiz yapbozun küçük bir parçasını değil, bütün şablonu okuyabileceğiniz önemli verileri aktarmaya çalıştık.

Çünkü 15 Temmuz gecesi kripto bir suç örgütü tarafından bireylere yönelik değil Türk milletine karşı bir cinayet işlendi. Dünyada bilinir ki kusursuz cinayet diye bir kavram yoktur. Katiller ne kadar dikkat etseler de ya başlangıcında, ya cinayet mahallinde ya da sonrasında arkalarında birçok iz bırakırlar. Biz bu kitapta 15 Temmuz gecesine nasıl geldiğimizi, o gecedeki kayıp saatleri ve sonrasında yaşanan süreci aktarma amacını taşıdık. 15 Temmuz saat 14.45'te Milli İstihbarat Teşkilatı önünde bir koşturmayla başlayan 25 saatlik süreci yazmaya, bu 25 saatte şu soruların yanıtlarına ulaşabilmeniz için bir yol açmaya çalıştık:

-Darbe nasıl öğrenildi?
-Darbe ne zaman planlandı ve harekete geçildi?
-Darbenin bir numarası kimdi?
-Genelkurmay Başkanı ve MİT Müsteşarı neden bilgilendirme yapmadılar?
-Darbeyle ilgili ihbar gelmiş olmasına rağmen önemli komutanlar neden Ankara'ya çağrılmadı ve düğünlere katıldılar?
-Bu kripto örgüt kendini nasıl kamufle etti?
-Genelkurmay'daki örümcek ağını nasıl oluşturdu?
-15 Temmuz gecesi ilk olarak nereyi hedeflediler?
-İstanbul ve Ankara dışında gerçek anlamda neler yaşandı?
-Cumhurbaşkanı'nın Marmaris seyahatine yol açan kritik görüşme neydi?
-Darbenin kırılma anları nelerdi?
Bu soruların yanıtlarını elimizden geldiği kadar ilgililere sorduk. Olayların geçtiği yerleri adım adım gezdik, bilgi topladık, katilin eşkâlini tarif edecek sonuçlara ulaştık.

Şimdi sizleri o gecenin kayıp saatlerini bulmanız, katilin eşkâlini görebilmeniz için 15 Temmuz 14.45'e, Ankara Yenimahalle'deki Milli İstihbarat Teşkilatı'nın önüne götürüyoruz.

26 Aralık 2016 Pazartesi

Ubuntu yaptın mı?

Bakı şimdi size paylaşımla ilgili çocukların oynadığı bir oyunu anlatayım.

Batılı bir yabancı uzmanın görev yaptığı yerdeki bir kabilenin çocuklarına bir oyun
Oynamalarını önerir, ağacın altına koyduğu meyvelere ilk ulaşanın ödülü, o meyveleri tek başına yemek olacaktır der. Ve çocuklar toplanınca da hadi yarışa başlayın diye komut verir.

O anda bütün çocuklar koşup ağaçın etrafında el ele tutuşup büyük bir halka oluştururlar. Daha sonra ağaçın gövdesine doğru halkayı sıklaştırark birbirlerine yaklaşıp mevyvelere ulaşıncaya kadar başlangıçta oluşturdukları halkayı iyice küçültüp sıklaştırarak ağaçın dibinde duran meyvelere ulaşıp hep birlikte yemeye başlarlar.

Bunun üzerine yabancı uzman şaşırıp sorar. Neden böyle yaptınız der.

Afrikalı çocukların cevabı çok hoştur. Derle biz'ubuntu' yaptık. Ama biz birbirimizle yarışsa idik, yarışı içimizden biri kazanacaktı. Meyveleri de kazanan o bir kişi yiyip, hem yarışı kazanmanın hem de meyveleri yememin mutluluğuna erişecekti. Ama diğerleri hem yarışı kazanamayıp kaybetmenin mutsuzluğunu, hem de meyveyi yiyemeyip tadına varamamanın mutsuzluğunu içlerinde hissedip üzüleceklerdi.

Ama şimdi biz, hep birlikte 'Ubuntu' yapıp hem yarışı kazandık, hemde hep birlikte meyveleri yiyip tadına varıp mutlu olduk. Yani hepimiz 'ben' değil, izb' olduk. Biz olduktan sonra da hepimiz bir 'ben' olup, 'bir' olduk derler.

Kardeşçe paylaşımın bundan daha güzeli olabilir mi?

Yeri gelince bir de Afrikalı kardeşlerimizden ileri olduğumuzu söyleriz.

25 Aralık 2016 Pazar

Mehmet Akif Ersoy'dan yeni yıl mesajı

Ya Rab! Böyle mi olacaktı, benim cennet yurdum?
Baktım da etrafıma yalnızım, ağladım durdum.
Bir mânâ veremedim, şu Milâdî yıl başına!
Şaştım da kaldım, Müslümanların vah telaşına!
Çevirdim başımı, nereye ettimse bir nazar.
Gördümki, noel için hazır, yer-yer çarşı-pazar.
Haykırmak gelmişti içimden, seslendim millete.
Heyhat! Duyuramadım, ne Âhmed'e ne Mehmed'e.
Ey Âlem-i İslâm'ın baş tacı, büyük Türkiye!
Mukaddesatı unuttun, Avrupa diye diye!

Yurdumu işgal eylemiş, şu garbın safsatası, Kiminin maymunu var, kiminin "Noel babası!"
Anladım, zaman geçmekte bugün dünden de beter.
Kim bilir? Yarın ne hâle düşecek bu şaşkın beşer.
Kulaklar tıkanmış, gözlere çekilmiş perde.
Nankör adam, fazilet arıyor geçmiş giderde.
İslâmdır bu vatanın dini, kitabı Kur'an-ı Kerim'dir.
Müslümanın bayramı, Ramazan ve Kurbandır.
Kalamaz bu böyle Fatihin, Yavuzun diyarı, Noel kutlamada, geçerek hiristiyanları.

Maziyi düşündüm de, hayran oldum istiklâle Ecdadıma söz verdim, varmak için istikbâle, Çanakkale'de şehidlerim kefensiz yatıyor!..
Sakarya'nın rengi, hâlâ kıpkızıl kan akıyor!..
Şehidlik, gazilik şerefidir Müslümanların.
Düşmanlara alkış tutmak, işidir alçakların.
Şu alçakça yaşayanların aklına yanayım.
Gel ölüm gel, neredesin? Kanımla yıkanayım!
İstemem bu hayatı, Sultan etseler cihanda.
Ölürüm, şerefimle yatarım, toprak altında.
Ya Rab! Hidâyet ver kurtulsun bu millete.
MehmetAkif Ersoy 

24 Aralık 2016 Cumartesi

Armağan etmek ne demek?

armağan
ad
  1. 1.
    bir kimseye, sevindirmek, mutlu etmek için karşılıksız olarak verilen şey.
    "Çocuğunu armağanlara boğardı"
    eş anlamlısı:hediye
  2. 2.
    bilim, sanat, yazın ve benzeri alanlarda açılan yarışmalarda, özenli 
  3. bir incelemeden sonra değerlendirmede kazananlara verilen değerli şey.
    "Bu yıl armağan kazanan bir kitap olmadı"
    eş anlamlısı:mükâfatödül.
  4. İşte kelime anlamı bu ARMAĞAN'ın. 
  5. Peki nasıl oluyor da bu ARMAĞAN geçerken parasını ödediğimiz 
  6. Hizmete dönüştü.
  7. Ne ara bu Ad evrim geçirdi?
  8. Dönüşüm devam edecek izlemeye devam ediyorum.
  9. Takipteyim. 
  10. 23 Aralık 2016
  11. Serdar Karamanlı 

21 Aralık 2016 Çarşamba

Eşek tarladan çıkmıyorsa ne yapılmalı?

Adamın birinin tarlasına bir eşek girer. Sürüp ekip sulamak için ter döktüğü tarladaki ekinleri yemeye başlar. Şimdi bu eşeği nasıl çıkarsın adam? Cevap vermesi zor bir soru!

Adam hemen hızla eve gider. Alet edevatlarını getirir. İşin beklemeye tahammülü yok!

Uzun bir sopa, bir çekiç, bir miktar çivi ve bir de büyükçe bir tabaka mukavva getirir. Mukavvanın üzerine şöyle yazar: "Ey eşek tarlamdam çık!"

Sonra mukavvayı uzun sopaya çakar, çivi ve çekiçle. Tarladaki ekinleri yemekte olan eşeğin yanına varır. Elindeki pankartı kaldırır ve sabahın köründen itibaren elinde pankartla dikilir, ta güneş batıncaya kadar. Fakat eşek çıkmaz!

Adam şaşkındır. "Belki de eşek pankartta ne yazıldığını anlamamıştır?"

Eve döner ve yatar uyur. Ertesi sabah çok sayıda pankart hazırlar. Çocuklarını ve komşularını da çağırır. Köy halkını galeyana getirir. Yani bir zirve toplar. İnsanları kuyruklar halinde dizer. Ellerinde pankartlar: "Ey eşek tarladan çık!" "Eşeğe ölüm!" "Yazıklar olsun sana ey eşek tarla sahibinden ne istiyorsun?"

Eşeğin ekinleri yemekte olduğu tarlanın etrafını çevirirler. Başlarlar slogan atmaya: "Çık ey eşek, çıkmazsan fena olur!" Eşek eşek! Yemeğe devam eder ve etrafında olup bitenlere dönüp bakmaz bile. Ertesi gün de güneş batar. İnsanlar bağırmaktan, slogan atmaktan yorulmuş ve sesleri kısılmıştır. Bakarlar ki eşek kendilerine aldırmıyor, dönerler evlerine. Başka bir çözüm bulmak lazım!

Üçüncü günü sabahı, adam evinde başka birşey yapmağa girişir. Eşeği çıkarmak için yeni bir plan. Çünkü ekinler ha bitti ha bitecek. Adam yeni icadını getirir.

Eşeğin kuklası. Gerçek eşeğe çok benziyor. Eşeğin tarlada ekinleri yediği yere gelince, eşeğin gözleri önünde, eşeğe çıkması için bağırıp duran kalabalık köylülerin önünde, maket üzerine benzin döker ve ateşe verir. Kalabalıklar tekbir getirir. Eşek de ateşin olduğu yere bakar sonra da umursamaksızın tarlada otlamaya devam eder. Amma da inatçı eşekmiş yahu! Laftan anlamıyor.

Bu sefer eşekle görüşmek için heyet gönderirler. Derler ki: Tarla sahibi kendisinin tarlasından çıkmanı istiyor. Haklı olan o! Sana düşen çıkıp gitmek.

Eşek hala onlara bakar, sonra otlamaya devam eder. Hiç onlara aldırmaz. Başarısız birkaç girişimden sonra, adam başka bir aracı gönderir. Aracı eşeğe der ki:

"Tarla sahibi hazır, tarlanın bir kısmından vazgeçmeye." Eşek yemeye devam eder, dönüp bakmaz bile.

"Üçte birini sana vermeye razı!" Eşek yine cevap vermez.

"Yarısını verecek!" Eşekte yine cevap yok.

"Peki peki! İstediğin kadar alanı sen belirle, ama belirlediğin alanın dışına çıkma."

Eşek, başını kaldırır, artık yiye yiye iyice doymuştur. Tarlanın kenarına doğru biraz ilerler. Kalabalığa bakar ve düşünür. İnsanlar sevinirler. Nihayet eşek anlaşmaya yanaştı. Tarla sahibi tahtaları getirir. Tarlayı ikiye böler ve eşeğin olduğu hisseyi ona bırakır.

Ertesi sabah, tarla sahibini bir sürpriz beklemektedir.

Eşek kendi hissesini bırakmış, tarla sahibinin hissesine dalmış otlamaya burada devam ediyor.

Kardeşimiz tekrar pankartlara müracaat eder ve mitinglere. Anlaşılan faydası yok. Bu eşek laftan anlamıyor. Galiba bu, bu yörenin eşeği değil. Herhalde başka bir köyden gelme.

Adam artık tarlanın tamamını eşeğe bırakmayı ve başka bir köye gidip yeni bir tarla edinmeyi düşünmeye başlar. Orada hazır bulunanların ve büyük kalabalığın gözleri önünde, köydeki son insanın bile hazır olduğu bu kalabalık huzurunda...

Bu ümitsizce çabalara işgalci, inatçı, mütekebbir, saldırgan ve zarar kaynağı eşeği çıkarmak için sergilenen bu çabalara katkıda bulunmak için küçük bir oğlan çocuğu da gelmiştir.

Çocuk kalabalıkları yararak tarlaya girer, küçük bir sopa ile eşeğin kıçına vurur.

O da ne! Eşek dörtnala tarlayı terkediyor!

"Hay Allah!" diye bağırır herkes, "Bu ufaklık hepimizi rezil etti." Hepimizi komşu köyler nezdinde de maskara edecek. Hemen oğlan çocuğunu oracıkta öldürürler, eşeği de tekrar tarlaya sokarlar ve çocuğun "şehit olduğu" haberini etrafa yayarlar.

* * *

M. Abbas Orabi''nin yazdığı bu hikâyeyi Prof. Dr. Hayri Kırbaşoğlu''nun çevirisiyle sunduk. Beğenmediyseniz kimseye anlatmayın.

20 Aralık 2016 Salı

Kauçuk gibi olmak....

Kauçuk gibi olalım; esneyelim ama dağılmayalım...Türkiye, art arda yaşanan terör olaylarıyla sarsılıyor. Geçtiğimiz hafta 44 şehit verdiğimiz Beşiktaş’taki saldırıdan sonra, bugün de güne Kayseri’deki saldırı ile başladık. 13 şehit ve 48 yaralının olduğu saldırı sonrasında yine toplumda isyan sesleri yükseliyor. Herkes ‘yeter’ demekten bıkmış, isyan etmekten yorulmuş durumda. Hiç beklemediğiniz durumlarda ve yerlerde karşımıza çıkarak, terörün en çirkin yüzü ile bizi yıldırmak istiyorlar. Peki yöneticiler ve anne babalar ne yapmalı, toplumsal ve bireysel olarak bu olaylarla nasıl başa çıkabiliriz?Toplum Psikolojisi kitabının yazarı, Üsküdar Üniversitesi Rektörü Psikiyatri Uzmanı Prof. Dr. Nevzat Tarhan hepimize ‘Kauçuk gibi olun’ önerisinde bulundu. İşte Tarhan’ın değerlendirmesi:
“KÖTÜ DÜNYA SENDROMU YARATMAK İSTİYORLAR”
“Türkiye’de sürekli saldırılar düzenleyerek, insanların güven duygusunu kırmak, gelecek kaygısı yaratmak ve dehşet duygusunu yaşatmak istiyorlar. Burada ‘kötü dünya sendromu’ denilen durum hedefleniyor. Sosyal psikologların uzun zamandır kullandığı bu sendrom,  toplum olarak umut duygusunun çok fazla darbe aldığı durumlarda kullanılıyor.

Bu sendromun 3 belirtisi var:

1. Bazı insanlarda bu sendrom, içine kapanma, sosyal ortamdan kopma şeklinde belirti gösterir
2. Bazı insanlar ise daha da hırçınlaşır ve teröre karşı bir terör yaratarak karşılık vermek ister.
3.Diğer bir grup da bu durumdan bıkar ve ülkeyi terk etmeyi hayal eder ya da imkanı varsa gider.

Teröristlerin istediği ise bu duygu durumlarını ortaya çıkartmaktır. Özellikle gelecek endişesi yaratarak, insanların kişisel ve kültürel yapısına göre bu üç durumdan birinin ortaya çıkmasını sağlarlar.

Bu nedenle ‘Türkiye güvenli bir ülke değil’ duygusunu giderecek çalışmalar yapmak gerekiyor. İnsanlara, durumun kontrol altına alınacağı ve gerçekçi çözümler oluşturulacağı konusunda umut verilmeli. Yöneticilerin buna özen göstermesi gerek.

Özellikle gençler ve çocuklar çok etkileniyor bu olaylardan. Çocuklar, anne babalarının olaylar karşısındaki tavırlarına bakarak, kendilerine onu model alıyorlar. Ebeveynlerin de bu noktada dikkatli olması şart. Daha olumlu bir tavır sergilemeleri gerekiyor. Ancak burada olayı inkar etmemek, olmamış gibi davranmamak da çok önemli. Çünkü inkar etmek, çocuklarda güven duygusunu zedeleyen bir durumdur.

Hepimiz bir gemideyiz. Kaptana ya da diğer mürettebata kızmak yerine geminin tamamını düşünülmeli. Yöneticilerin hataları elbet konuşulmalı ama abartılardan kaçınmalı. Hepimiz zarar görüyoruz çünkü. Zaten bizi parçalamak istiyorlar ve bundan haz alıyorlar. Güçlenerek ve birleşerek bu durumları atlatmamız şart. Gerilim politikalarını azaltmak ve öfkeye öfkeyle karşılık vermek yerine sakin kalmak gerekiyor. Dediğim gibi teröristler en çok gerilmemizi ve parçalanmamızı istiyorlar.
Psikolojide strese karşı 3 davranış modeli vardır:
1- Kimi insan stresi sünger gibi emer ve onunla yaşar
2-Kimileri strese karşı bir teflon gibidir. Daha bencilce yaklaşır. Kendisi yanmaz ama temas edeni yakar
3-Kimisi de kauçuk gibidir. Stresi öğütür, azaltır ve onunla sağlıklı bir şekilde mücadele eder.
İnsanlara tavsiyem kauçuk modelini benimsemeleri… Toplum olarak kauçuk gibi olalım; esneyelim ama dağılmayalım”
SÖZCÜ/Eser Akgül

18 Aralık 2016 Pazar

TOPLUMDA 2 DUYGU YÜKSELDİ


Terör kelimesinin anlamı da zaten dehşet uyandırmak, bunu istiyor. Bu nedenle toplumdaki bu ruh halini anlamak gerekiyor. Alışılmamış bir şey ve ölenler de asker ve polis… Herkesin birinci derece yakınında bir polis ve asker olması ihtimali çok yüksek ve toplumda kaygı da yükseldi. Buna karşı bizim toplum bu terörü nasıl karşılarsa bu daha sağlıklı çözülür, bunun üzerinde durmak gerekir diye düşünüyorum, özellikle şu anda toplumda iki türlü duygu yükseldi. Biri üzüntü ve öfkeyle birlikte bazı marjinal grupta da sevinç tepkilerini görüyoruz. Bu insanın psikolojik boyutu açısından böyle ama bunun bir de psikolojik savaş boyutu var. Psikolojik savaştaki kara propaganda, gri propaganda, beyaz propaganda… Son birkaç hafta içerisinde bunların tüm renginin uygulandığını görüyoruz…
Psikolojik savaştaki propaganda tekniklerinde kara propagandada yalan ve iftira vardır, hile ve entrika vardır. Yanlış kaynak verilerek ifade edilir. Bu şekilde bir kimsenin söylemediği bir sözü söylemiş gibi yaparak iki dost insanı birbirleriyle savaştırmaya çalışılır. Şu anda Türkiye’de kara propagandanın örneklerini şöyle açıklayabiliriz; kara propaganda uluslararası bir projenin Türkiye’deki uzantısıysa bu, kasıtlı yapılıyorsa bunun arkasından şu gelir: Milliyetçi derneklere ve partilere karşı saldırılar yapılır, buna karşı toplumda milliyetçi duyguları yüksek olan insanları sokağa dökme hedeflenir. Bu sokağa dökme sonucunda onlar karşıt görüşte olan kişilere ve dükkânlarına baskın yaparlar. Bunun örneklerini de görüyoruz, bir inşaatta çalışan Doğu kökenli işçilere karşı kötü muamele örnekleri oldu. Bu aslında kara propagandayla söylenmeyen bir şeyi söylenmiş gibi,  bir Kürt’e karşı hareketmiş gibi gösterme propagandasını kastediyorum.
KARA PROPAGANDA RİSKİ GÖZ ÖNÜNDE BULUNDURULMALI

Ukrayna’da turuncu devrim oldu, başka yerde şöyle bir şey oldu, bu tarz olayları Türkiye’de de yapmak isteyenlerin kara propagandası ihtimalini göz ardı etmemek gerekir. Buradaki gri propaganda olarak da genellikle twitter çok iyi kullanılıyor. Olmayan bir sözün söylentisi yayılıyor, duyguların yükseldiği bir zamanda biri bir söylenti yaysa, filanca kişi filanca yeri bombalayacak dese herkes buna inanır. Duyguların yükseldiği bir dönemde birçok yalan haber gri propaganda, söylenti şeklinde yayılmasına sebep olabilir. Ve diğer bir propaganda tekniği de yetiştirilmiş fikirler vardır. Mesela doğru haberler vardır bir olay vardır, bir insan bir hata yapar, bu hatayı onlarca, yüzlerce, binlerce kere tekrar ede ede, o kişiyi sinirlerini bozup öfkelendirip hata yaptırtmaya çalışırlar. Siyasette bu çok oluyor, beyaz propaganda. Bir kişi geçmişinde bir söz söylemiş, hata yapmış, sıfır hata insan olmaz, bu hatayı defalarca ona söyleyerek aşırı tepki vermesini öfkeyi artırmasını, gerilimi artırması hedeflenir. Bunlar psikolojik savaşta tasarlanmış, planlanmış yöntemlerdir. Şu anda rahatlıkla bir psikolojik savaş laboratuvarı olarak Türkiye’yi görebiliriz ama toplumumuz bu konuda geçmişteki 90 yılların tecrübesi nedeniyle bu konuda hemen bir hatırlama yapması, hemen bir sorgulama yapması gerekir. Bu bir çeşit toplum psikolojisini olumsuz etkileyerek herhangi bir şekilde Arap dünyasında yapılmak istenen özgürlükçü hareketler gibi buradaki doğu kökenli insanlarımızı, binlerce belki bir iki milyon insanı sokağa dökmek ya da bunlara karşı olan insanları sokağa dökmek gibi bunun arkasında bir plan olduğunu çok iyi düşünmek gerekir. Çünkü Türkiye’nin Suriyeleşmesi birçok derin yapıların çok yakından arzuladığı bir şey, yüzyıllık bir proje.
Özellikle de ABD ve İngiliz derin devletinin Evanjelist bir ideolojisi var. Bu ideolojiye göre Ortadoğu’da bir savaş çıkması gerekiyor. Ve bu savaş sonucunda Hz. İsa gelecek diye inanan Neocon grup var, bu gruplar Ortadoğu’daki savaşı ideolojik olarak kendi inançlarının gereği olarak istiyorlar. Bu istek nedeniyle Ortadoğu’nun karışmasının uluslararası silah sanayinin rolü var vs. ama bunun altında ciddi planlar yapıldığını, bir inanç sistemi içinde buna inanıldığını ve bunun da Türkiye’nin de bu kaosa sokulmak istendiğini de bu psikolojik savaş bakışıyla değerlendirmemiz gerekiyor. 
“ACI-ÜZÜNTÜ-ŞEHİTLİK” KELİMELERİ YAN YANA OLMAMALI
Özellikle o acıyı yaşayanlar açısından fakat bunun şu boyutu var, burada acı ve üzüntü kelimesiyle şehitlik kelimesi aynı kefede olmayacak kelimeler. Acı ve üzüntü kelimesi ile şehitlik kelimesi yan yana olmaması gereken kelimeler. Neden? Çünkü bizim istiklal savaşını düşünün. İstiklal Savaşı döneminde eğer şu ideoloji olmasaydı Anadolu kurtulamazdı. Orada Mustafa Kemal’in dehasını ortaya çıkaran proje savaş ideolojisi oluşturmasıydı, o ideoloji ya istiklal ya ölüm aslında bu Kuranı Kerim’deki Tevbe Suresi 52. Ayet var, bu ayette şöyle söylüyor. Şehitlik ve zafer bu iki güzellikten birinin seçilmesi tarzındaki bir tavsiye var. Mustafa Kemal orada bu tavsiyeyi kullanmış, savaş motivasyonu ortaya çıkarmış, yani şu anda da Türkiye’de iki günde 30 kişi şehit olmuşken toplumu acı ya da ağıt psikolojisine sokmamamız gerekiyor.
Kara, Deniz ve Hava Harp okullarının yemin törenini izlerseniz hep vatan üzerine şehit olma üzerine yemin edilir. Bunun için o meslekte bunlar var, bu şehitlik duygusu insanda tükenmişlik, yılgınlık duygusuyla çok ilgili değil. Eğitimde bu istenmez ama önüne de gelirse o kişi için bir onur meselesidir bu nedenle de şehit cenazelerinde ağıt tavsiye edilmez ağlama tavsiye edilmez ve bu onlar ve yakınları için bir şereftir. Bu tabi dışardan söylemek kolay gibi gözükür ama gerçekten öyle. Şehit ailelerini acıyarak teselli etmeyin onları şehit annesi oldunuz şehit babası oldunuz şehit babaannesi oldunuz diyerek o insanlardaki o yüksek duyguyu yaşatalım. O nedenle acı ve şehitlik kelimesini aynı kefeye koymayalım diyorum.
HARİÇTE DÜŞMANLIK VARSA DÂHİLDEKİ ADAVETİ UNUTUNUZ
Türkiye 90’lı yıllarda hiç unutmuyorum, asker kökenli olduğum için bir hava pilot üst teğmen kara uçucuydu, helikopter pilotuydu güneydoğuya tayini, çıkmış bana geldi ölürsem şehit olur muyum dedi bana ve ben ‘Bu senin niyetinle ilgili bir durum. Niyetini gözden geçir ve ona göre karar ver’ dedim, gerçekten Mehmet Başar isimli Hataylı üst teğmendi, helikopteri elektrik teline çarptı, sisli bir havada şehit oldu.  Şu anda Güneydoğu’da cephede olan insanların psikolojisini de düşünmemiz gerekiyor. Toplumun psikolojisi açısından düşündüğümüzde de Türkiye’de şu anda ciddi bir şekilde Hakkâri’de savaşanlar aslında Hakkâri’yi savunmuyorlar, İstanbul’u savunuyorlar, Ankara’yı savunuyorlar. Bu duyguyu görmek gerekir, terörün amacı yılgınlık ve bezginlik oluşturmak, toplumun yılgınlık ve bezginlik tarzında bir yönelmeye girmemesi gerekiyor.
Toplum böyle bir durumda şunu yapmalı, böyle kriz durumlarında Anadolu’da çok güzel bir söz vardır. Bizim toplumun değerlerine tam referans vereceğimiz bir zaman.  O söz şöyledir; hariçte düşmanlık varsa dâhildeki adaveti unutunuz. Yani köyünüzde, memleketinizde, mahallenize saldırı varsa içinizdeki adaveti düşmanlığı unutunuz. Şimdi bu toplumsal bir değer. Şu anda Türkiye’yi de stabilize etmek istiyorlar, dışarda Türkiye’yi Suriye gibi yapmak isteyenlere karşı içerde siyasetin muhakkak biz bir aileyiz, aynı gemideyiz diyerek birlikte çözüm üretmesi önemli.
ZAMAN MECLİSİN ÇALIŞTIRILMASI GEREKEN ZAMAN
Selahattin Demirtaş’ın içinden gelerek söylediği birçok sözü derin PKK’nın etkisiyle geri aldığını görüyoruz. Bu gibi örnekleri gördükten sonra Türkiye’de meclisin şu anda çalıştırılması gereken bir zaman ve bu terörü önlemek için toplumun temsil edildiği alan meclistir. Burada çözüm üretmek gerekiyor. Çözüm üretmek için toplum siyasete baskı yapsın. Hariçteki düşman varken dâhilde ki adaveti unutunuz, oturup bir araya gelmelisiniz seçim hesabı yapmak yerine bunun yapılması gerekir aslında toplumun çözüm olarak böyle bir çözüme yönelmesi belirsizliği gidermek açısından da önemli ve burada da bunun işaretlerini görüyoruz. Şimdi sorumluluğu alan bir siyasetin işaretleri var, bu şu anda insanlarımız ben güvendeyim geminin kaptanı yöneticileri bir araya geliyor görüşüyor, bizim sorunlarımıza çare bulacaklar duygusu oluşması gerekiyor toplumda. Bu duyguyu uyandırmamız gerekiyor.
Böyle durumlarda iki tarafı birbiriyle kavga ettirmek için keskin yazılar yazan, onu ona kötüleyen insanlar kendi mizaçlarının bozukluğu nedeniyle yahut da belli bir odakları temsilcisi oldukları için bunu yapıyorlar. Tam anlaşmak üzere olan ve konuşmak üzere olan siyasi partileri kavga ettirmek isteyenlerin şu anda üzerine soru işareti koymak gerekir diye düşünüyorum. Toplum ruh hali açısından, Türkiye’nin şu andaki liderliğine bakıyor, Türkiye burada gelecekle ilgili güvende miyiz, siyaset çözüm üretecek mi, siyaset böyle bir durumda bir araya gelebiliyor mu bu soruları sormak zamanı yani terör devletin aciz gösterilmesini istiyor, devletin bir elinde siyaset olacak bir elinde adalet olacak. Devletin bir elinde siyaset bir elinde adalet varsa güven oluşur. Siyaset topuzuyla hareket eden bir devlet ya da silah topuzuyla hareket eden bir devlet olmaması gerekiyor. Her şeye rağmen devletin Güneydoğu’ya adaletle gitmesi gerekiyor.
ŞEHİR BEKÇİLİK SİSTEMİ KURULABİLİR
Psikolojik yılgınlığı atabilmek için 1 milyon kişilik bir askerliğini bitirmiş, özel harpte çalışmış birçok askerimiz var sivil olarak dolaşıyor, işsiz olarak dolaşıyorlar. Hemen bunları askere alarak 500 bin kişilik 1 milyon kişilik olağanüstü bir ordu oluşturulur. Bu orduyla orada nöbet tutularak sorun çözülebilir.
Köy koruculuğu sistemi Türkiye’de çok işe yaradı aynı şekilde şehir bekçilik sistemimiz şu anda buna müsait yasamız, yeni kanun bile çıkarmak gerekiyor. Şehir koruyuculuğu sistemi kurulabilir. Bu sistemler kurularak teröristlerin ortasında içerisinde oluşmuş olan sahte bir güven var onlarda şu anda, bu güveni psikolojik olarak yerle bir etmek için bu şehir koruyuculuk sistemi de çok önemli. Terörün yapılanma alanı şehirler, tüm bu önlemler çözüm olarak güven uyandırmalıdır.
KRİZİN YÜZDE 80-90’I PSİKOLOJİKTİR
Burada bir kriz var, krizde ne yapılır? Krizin yüzde 80-90’ı psikolojiktir. Mesela trafikte gidiyorsunuz sizin yolunuzda bir kaza olmuş karşı tarafta trafik tıkanır neden herkeste bir merak uyanır, herkes devamlı onu düşünür, onunla ilgilenir merak duygusuyla karşı taraftaki şeritler tıkanır. Hâlbuki o anda bir polis çıksa sorun yok diye rahatlatsa kriz dağılır. Şu anda da Türkiye’de böyle bir kriz var, bu krizin düzelmesi için Türkiye’yi yönetenler her şey kontrol altında gerekenler yapılıyor mesajını vermesi gerekir.
YILLARCA AYNI KAPTA YEMEK YEDİ!
Türkiye özellikle Güneydoğu politikaları açısından devlet 2009’dan beri şefkat elini uzattı Güneydoğu’ya ve burada kimlik politikaları yerine Güneydoğu’daki insanlara resmi söylemin birçok şartlarını zorlayarak ve ırk kökenli politikalar şeklinde gizlenmiş ya da verilmeyen birçok haklar verildi. Devlet şefkat elini uzattı fakat bu şefkat eline karşı Güneydoğu’daki insanlara karşı 2012’de yapılmış bir araştırmada şöyle deniyor. Türk bayrağı benim bayrağımdır diyen insanlar yüzde kaç diye araştırılmış, yüzde 94’ü benim bayrağım diyor. Türklerle ortak gelecek istiyoruz sorusuna evet diyenlerin oranı yüzde 90,3. Diğer soru da Türklerle aynı mahallede yaşamak istemem sorusuna yüzde 0,6 evet veriliyor. Yani Kürt kökenli vatandaşların yüzde 99’u Türklerle aynı mahallede yaşamaktan rahatsız olmayacağını söylüyor. Bizim toplumumuz Kürt kökenli insanlarımız asırlardır aynı kaptan yemek yemiş, aynı mahalleyi paylaşmış ve zaten Kürt kökenli insanlarımızın çoğu batıda şimdi burası bizim zayıf alanımız, bir insana hata yaptırtmak istiyorsanız onun yumuşak karnını bulacaksınız. Türkiye’nin zayıf alanı Güneydoğu, buradaki bu hareket Türk Kürt mücadelesi değildir, bu Türk ırkçılığı Kürt ırkçılığı mücadelesi değildir. Bu Türkiye’de yaşayan iki kardeş grubun yüzde 90 ortak değerleri olan iki grubun birbirine düşürülme hareketidir. Bu nedenle genç milliyetçi arkadaşlarımızın bu oyuna gelmemesi gerekiyor.
PROVOKATÖRLERE DİKKAT EDİLMELİ!
Şimdi bu sokak hareketlerinden gördüğümüz durumlar bu noktada kırılgan bölgeler, milliyetçi duyguların yüksek olduğu bölgeler, o bölgelerde büyük ihtimal gri propaganda yöntemiyle provokatörler vardır, bu provokatörler böyle durumlarda orada dolaşıyorlardır. O provokatörler şunu söylüyordur. Hatta bunlar psikolojik savaşta ani görevler olarak tanımlanır. Böyle bir yerde gerilimler varsa biri yapalım keselim diyorsa hadi hemen yapalım hadi şuraya gidelim tarzında hatta Cumalara gider bu kişiler o kişilerle birlikte slogan atarlar kitleyi harekete geçirmeye çalışırlar, bu nedenle böyle durumlarda provokatörlere çok dikkat etmek gerekiyor. Bu toplumun, kardeş iki grubun asırlardır bir arada yaşamış ve kendi özgür iradesiyle misakı millide kalmış bu grubu Türkiye’den ayırmak istiyorlar. Bu ciddi şekilde psikolojik savaş yöntemi olarak uygulanıyor.
ÖTEKİLEŞTİRMEK, DIŞLAMAK OYUNA GELMEKTİR
Ben 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı olduğu zaman hiç unutmam o dönemde herkes biz de Kıbrıs’a gidelim diye başvurmaya başlamıştı ve Batmanlı bir arkadaş şöyle söyledi: Batman’da askerlik şubesine insanlar başvuruyor, Türkçe konuşmayı bilmiyor ben de Kıbrıs’a gideceğim diye gelen insanlar vardı.  Bu insanları şu anda ötekileştirmek, dışlamak tam anlamıyla oyuna gelmektir. Bu toplumda bizim milliyetçi duyguları yüksek olan kişilerin mutlaka öfke kontrolü yapmayı başarmaları gerekiyor. Türkiye gemisini batırdığımız zaman, Türkiye gemisini karıştırdığımız zaman bunun altında hepimiz kalırız. Bu nedenle burada toplum psikolojisi açısından psikolojik savaş malzemesi olmamaya özellikle milliyetçi duyarlılığı olan kişilerin özellikle şu sıra dikkat etmesi gerekiyor. Burada aşırı konuşanlar, yüksek öfkeli söylemlerde bulunanlara sen hangi servise hizmet ediyorsun hangi gizli servis elemanısın sorusunu sorsunlar. Bunu söyleyebilirim Türkiye siyaseti bunu çözecektir. Millet iradesiyle bir şekilde çözüm üretecektir. Toplum olarak soğukkanlılığımızı bozmamız gerekir. Türkiye 1990’lardaki krizi aştı şimdi bunu niye aşmasın, rahatlıkla aşar. Bu millet bu ordu Türkiye’yi böldürmez. Özellikle şuna da dikkat çekmek istiyorum. Türk Silahlı Kuvvetlerimiz birkaç senedir sessiz duruyordu, silahlı kuvvetler sessiz duruyor diye uyumuş değil. Türk Silahlı Kuvvetlerden arkadaşlar var, konuşuyorum onlar hepsi mağaralarına kadar biliyorlar kim hepsi nerede biliyorlar, sadece siyasi irade devletin şefkatli kolları uzandı, biz bir fırsat verelim dediler ama fırsatı suiistimal etti burada bazı gruplar. Ben tahmin ediyorum HDP’deki arkadaşların çoğu da milletvekillerinin çoğu da silahın bırakılması gerektiği kanaatinde ama belki Kandil’in etkisi belki başka bir yerin etkisiyle bunu yüksek sesle söyleyemiyorlar.
BİRLEŞTİRİCİ POLİTİKALAR ŞART!
Bu nedenle HDP’nin hepsini karşısına almaması lazım devletin ve böyle bir ortam içerisinde birleştirici politikalar üretilmesi gerekir. Silahlı kuvvetler birkaç senedir de siyasetle ilgilenmiyor artık ve olaylardan ders aldı, özellikle 12 Eylül’ü yapan Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya gibi kişilerin yargılanması silahlı kuvvetlerde ve generaller üzerinde ciddi bir özeleştiri etkisi yaptı. Biz ne yapıyoruz, vatan için böyle yaptık ama demek ki bu yanlışmış diyerek darbeyi seçenek olarak düşünmeyen bir ordumuz var şu anda, böyle bir durumda ordu eğer tam yetkili olursa bu durumda teröristlerin birkaç ayda işini bitirir ve Türkiye’yi böldürtmez. Hiç kimse Türkiye bölünüyor diye paniğe telaşa kapılmasın diye düşünüyorum.
IŞİD İLE TÜRKİYE ÖZDEŞLEŞTİRİLMEK İSTENYENLER VAR
İlginçtir ben birkaç hafta önce ABD Los Angeles’taydım, orada 80 yaşlarında Amerikalı psikiyatrist Eva Hanım’la sohbet ediyorduk, orada Erdoğan Işid’i destekliyormuş ne düşünüyorsun diye sordular ya siz bunu neye dayanarak söylüyorsunuz dedim, Türkiye’de Türk toplumu Işid’i desteklemiyor, Türkiye’deki yönetim de Işid’e karşı tavır alıyor fakat politikalarda biraz daha dikkatli tavır izliyor bunu neye dayanarak söylüyorsunuz dedim,  siz ünlü ve eski psikiyatristlerden birisiniz nasıl bu kanaate vardınız dedim. Bana gazeteler öyle yazıyor dedi.
Yani bunun üzerine şu anda Türkiye’de bir Işid var gibi terörle Türkiye’yi özdeşleştirmek isteyen bir medya var buna karşı muhakkak PR oluşturulması gerekiyor.
Devletin burada teröre karşı terörün kurbanı olduğu ama terörle hukuk içinde mücadele ettiği yani bir elinde adalet var, diğer elinde silah var. Devletin biz terörle böyle mücadele ediyoruz, mesajı vermesi lazım. Militarize olması böyle durumlarda özellikle gençler arasında beklenen bir durum, ama sonuçta bunu bizim gelişmiş toplumlarda militarize olmak istisnadır. Gelişmiş toplumlarda sokakta asker de göremezsiniz resmi elbiseli birini de göremezsiniz.
Bu nedenle militarizm de zaten Avrupa’nın bütün hikâyesine baktığınızda militarizmle mücadeleyle geçmiş, militarizmle mücadelenin sonucunda demokrasinin kıymetini keşfetmiştir. Birinci ve ikinci dünya savaşları, asırlardır iç savaşlar mesela Fransa ile Almanya’nın Avrupa Birliği’ni ortaya çıkarması hikâyesi de böyle bir militarizmin ideolojisinin sonucunda ortaya çıkmıştır.
Militarizmin sonucunda özellikle Hitler’in yaptığı militarist söylemlerin sonucunda Fransa ile Almanya demiş biz asırlardır savaşıyoruz, bunun sonu yok, aramızda bir ticaret yapalım..
Tabi bu olaylar militarizmi besliyor, fakat Avrupa militarizmin kötü sonuçlarını gördüğü için ikinci dünya savaşından sonra anti militarist söylemlere başlamış, demokrasiyi keşfetmiş İngiltere’de başlayıp ama mecliste Avrupa’da karşılığını bulmayan demokrasi canlanmış ve özgürlükçü toplumu oluşturabilmiştir.
Özellikle Fransa ve Almanya önce ticari işbirliğine başlayarak bunu yenmeye çalışmış ticari işbirliğine başladıktan sonra insanlar birbiriyle alışverişe başladıktan sonra militarizm söylem çünkü karşılıklı çıkar ilişkileri ortaya çıkmış, iki tarafın da kaybedeceği çok şeyler var savaşta. Bunun üzerine toplumlar da dost olmaya başlamış. Bence Türkiye’de yaşanan bu süreç Türkiye’yi militarizme götürmek yerine militarizmle baş etmenin yollarını Türkiye’ye öğretecek diye düşünüyorum.
Militarist söylemleriyle ortaya çıkanlar, keskin konuşanlara şu anda soru işareti ile bakalım, onların bazı gizli servislerin elemanı olma ihtimalinin çok yüksek olduğunu burada bir psikolojik savaş tekniği açısından dikkate değer bir fikir olarak ele alınması gerektiğini düşünüyorum.
Kötülük varsa kötülük duyguları harekete geçiyor. Duyguları ifade etmek güzel bir şey ama bunu olgunlukla yapabilmemiz önemli olan ve Türkiye bu olgunluğa sahip ve aşacak diye düşünüyorum.

11 Aralık 2016 Pazar

Hitler'e Suikast


Tüm dünya tarafından büyük bir tehdit haline dönüşen Naziler, acımasız ve bir o kadar üst düzey savaş gücüne sahip orduları ile karşısına çıkan bir çok devleti tarihin derinliklerine gömmüştür. 
Hitler'e Suikast filmi konu olarak Nazi'lerin büyük lideri Hitler'e yapılmaya çalışılan fakat başarısız olan bir suikasti anlatmaktadır. Polonya'nın işgali üzerinden 2 ay geçmiştir. 8 Kasım 1939 tarihinde Münih'te bulunan Bürgerbraukeller salonun da Hitler bir konuşma yapacaktır. Nazileri hiç sevmeyen ve eline geçen her fırsatta Nazilere bir zarar vermeye çalışan ünlü direnişçi ve aynı zamanda marangoz olan Georg Elser bu konuşmayı bir fırsat olarak görür. Konuşma yapılacak salona bomba yerleştiren Elser için planı kusursuz işlemektedir. Fakat o gün Hitler konuşmasını çok kısa tutmuş ve salondan erken ayrılmıştır. Sonuç olarak Elser'in yaptığı suikast planı başarısızlıkla sonuçlanmıştır fakat bundan kimsenin haberi yoktur. Ta ki Elser'in İsviçre sınırında yakalanmasına kadar. Uzun süre işkenceler görmesi üzerine dayanamayarak herşeyi anlatan Elser herşey , bütün planları gün yüzüne çıkarmıştır.

Sil Baştan - Ken Grimwood

Ken Grimwood'un sıradışı eseri Sil Baştan, zihninize şu soruyu kazıyor: Geçmişte yapmış olduğunuz hataları bilerek hayatınızı tekrar, tekrar ve tekrar yaşamak zorunda kalsaydınız ne yapardınız?
43 yaşındaki Jeff Winston bu şansı birkaç kez elde eder. Heyecanını yitirdiği evliliği ile geleceği olmayan işi arasında sıkışıp kalmıştır ve hiç beklenmedik bir anda ölüverir. Tekrar hayata gözlerini açtığında ise takvimler 1963 yılını göstermektedir. O sabah 18 yaşında, üniversite yatakhanesinin duvarlarına bakarak uyanır. Her şey eskisi gibidir... tek bir fark dışında: Jeff geleceği avcunun içi gibi bilmektedir. Futbol ligi final maçlarından at yarışlarına kadar kimin kazanacağını, Wall Street'te köşeyi dönmek için hangi şirketlere yatırım yapmak gerektiğini... 
Yalnız, bilmediği bir şey vardır: Neden hayatını sil baştan yaşamak zorundadır?
Sevdiği her şeyi ve herkesi kazanıp kaybetmeye daha ne kadar devam edecektir?

11 ARALIK  2016
2016/23 İSTANBUL



Ne acayip bir yaşamın içerisindeyiz. Dönüp dönüp aynı şeyleri yaşıyoruz. Kur'an dan bir Ayet aklıma gelmişti aklıma kitabı okurken, Yaradan yarattığını bilmez mi?


12. O günahkârların, Rableri huzurunda başlarını öne eğecekleri, «Rabbimiz! Gördük duyduk, şimdi bizi (dünyaya) geri gönder de, iyi işler yapalım, artık kesin olarak inandık» diyecekleri zamanı bir görsen!

Mahsumiyet Kehanetleri - William Black

Görmek bir kum tanesinde bir dünya,Dünyayı bir kum tanesinde görmek,
Ve bir cennet bir yaban çiçeği’nde,Ve cenneti bir kır çiçeğinde
,
Tutmak sonsuzluğu avucunda,Sonsuzluğu avucunda tut,
Ve ebediyeti bir saatin içinde.Ve ebediyeti bir saatte…
Kapatılmış bir kızıl gerdan kafese… Kafese kapatılmış bir kızıl gerdan,
Boğar tüm Cennet’i öfkeye.
Kumru ve güvercinlerle dolu bir kumru evi
Titretir Cehennem’in tüm bölgelerini.
Bir köpek, kapısında açlıktan ölen efendisinin,
Haber verir çöküşünü devletin.
Hor kullanılan bir at yol üstünde
Yakarır insan kanı için Cennet’e.
Her feryadı yaban tavşanının, izi sürülen,
Bir elyaf koparır beyinden.
Bir tarla kuşu, kanadından yaralı,
Susturur bir Kerub’un şarkısını.
Kışkırtılmış ve kavgaya hazırlanmış dövüş horozu
Ürkütür yükselen güneşi.
Her kurtun ve aslanın uluyuşu
Ayağa kaldırır Cehennem’den bir insan ruhunu.
Yabani geyik, orada burada gezerken,Orada burada gezerken yabani geyik
Uzak tutar insan ruhunu üzüntüden.Uzak tutar insan ruhundan kederi.
Hor kullanılan kuzu halk kavgalarına yol açar, Hor görülmüş bir kuzu yol açar isyana
Ve yine de kasabın bıçağını bağışlar. Yine de bağılar kasap bıçağını.
Küçük çitkuşu’nu inciten adam
Sevgi görmeyecektir insanlardan.
Kim getirirse öküzü gazaba
Kadınlar sevmeyecektir onu asla. Asla sevilmeyecektir kadınlar tarafından
Sineği öldüren oyunbaz oğlan
Tadacaktır düşmanlığını örümceğin.
İşkence eden kişi mayısböceği’nin perisine
Bir kameriye örer sonsuz gecenin içinde.
Tırtıl, yaprağın üstündeki, Yaprağın üstündeki tırtıl,
Yineler sana annenin dertlerini.
Güve’nin ya da kelebeğin canına kıyma, Güve ya da kelebeğin kıyma canına,
Çünkü kıyamet yaklaşmakta. Çünkü kıyamet yaklaşmakta.
Atını savaş için eğiten kişi, Atını savaş için eğiten
Geçemez asla kutup engelini.
Dilencinin köpeğini ve dul’un kedisini besle,
Sen şişmanlarsın böylece.
Akşamın sona erişiyle uçup giden yarasa
Terketmiştir inanmayan beyni bunu yapmakla. Bunu yapmakla terketmiştir inanmayan beyni
Baykuş gece vakti ziyarete gelen Ziyarete gelen baykuş gece vakti
Dem vurur inançsızın korkusundan. Dem vurur inançsızın korkusundan
Sivrisinek, yaz türküsünü söyleyen, Yaz türküsünü söyleyen sivrisinek
Zehir elde eder iftiracının dilinden. Zehir üretmekte iftiracının dilinden
Zehiri semenderin ve yılanın Zehri, semender ve yılanın
Teridir kıskançlığın ayağının. Teridir, kıskançlık ayağının
Zehiri balarısının Zehri bir bal arısının
Kıskançlığıdır sanatçının. Kıskaçlığı demektir sanatçının.
Bir gerçeği kötü niyetle söylemişsen
Daha kötüdür uydurabileceğin tüm yalanlardan.
Neşenin ve kederin örgüsü çok incedir,
Kutsal ruh için örülmüş bir giysidir;
Her kederin ve özlemin altında
İpekle örülmüş bir neşe yatar aslında.
Ki böyle olması hakçadır;
İnsan neşe ve keder için yaratılmıştır;
Ve bunu gereken şekilde bildiğimizde,
Güvenle ilerleriz dünya’nın içinde.
Bebek daha fazlasıdır kundak bezlerinden;
Her tarafında bu insanlar diyarının
Eller doğdu ve yapıldı araçlar,
Dillerinden her çiftçi anlar.
Her gözün döktüğü gözyaşı
Bir bebeğe dönüşür sonsuzlukta;
Ve yakalanır ışıltılı dişilerce,
Ve döndürülür tekrar kendi zevkine.
Melemeler, böğürmeler, kükremeler ve havlamalar
Cennet’in kumsalını döven dalgalardırlar
Bir bebek sopanın altında ağladığında.
Öcünü yazar ölümün diyarlarına.
Kişi küçük çocuğun inancıyla alay ettiğinde
Alay edilecektir onunla yaşlılıkta ve ölüm’de.
Kuşku duymayı öğreten kişi çocuğa
Çıkamayacaktır çürümüş mezar’dan asla.
Küçük çocuğun inancına saygı duyan kişi
Yenecektir ölümü ve Cehennem’i.
Çocuğun oyuncakları ve sağduyusu yaşlı adamın
Ürünleridir iki mevsim’in.
Soru soran kişi, ki oturuşu pek muzipçedir,
Yanıt vermesini asla bilmeyecektir.
Şüphe taşıyan sözleri yanıtlayan kişi
Söndürür bilginin ışığını.
Cırcırböceği’nin çığlığı ya da bir bilmece
Uygun bir yanıttır bir şüphe’ye.
Karınca’nın inç’i ve kartal’ın mil’i
Gülümsetir topal felsefeyi.
Kişi gördüklerinden şüphe duyuyorsa
Ne yaparsan yap, inanmayacaktır asla.
Eğer güneş ve ay şüpheye düşselerdi
O dakika sönüverirlerdi.
Prens’in kaftanları ve palavraları dilencinin
Zehirli mantarlardır keselerinde cimri’nin.
Dilencinin paçavraları, kanat çırparak havada,
Bölerler gökyüzünü parçalara.
Daha değerlidir yoksulun çeyrek peni’si
Tüm altınlardan Afrika sahillerindeki.
Cimrinin topraklarını alıp satar az bir para,
İşçinin ellerinden zor alındığında;
Ya da, eğer yukarıdan korunuyorsa,
Alıp satar tüm o memleketi.
Kılıç ve tabancayla kuşandığında asker
Yaz güneşine felçli bir halde hücum eder.
Bilinen en güçlü zehir
Sezar’ın defne tacından gelmiştir.
Çarpıtamaz insan ırkını
Zırhın demiri kadar kimse.
Altın ve mücevherler sabanı süslediğinde
Kıskançlık boyun eğecektir barış sanatlarına.
Bir tutkunun içinde olmak sana iyi gelebilir.
Ama tutku senin içindeyse bu hiç iyi değildir.
Bir memleketin kaderini belirler kumarbaz ve fahişe,
Devlet onlara resmi izin verdiğinde.
Orospunun sokaktan sokağa seslenişi
Örecektir yaşlı İngiltere’nin kefenini.
Kazananın haykırışı, bedduası kaybedenin
Danseder cenaze arabasının önünde ölü İngiltere’nin.
Her gece ve her sabah
Doğar bazıları acıya.
Her sabah ve her gece
Doğar bazıları tatlı hazza.
Doğar bazıları tatlı hazza,
Doğar bazıları sonsuz geceye.
Yönlendiriliriz bir yalana inanmaya
Göz’ün içinden görmediğimizde,
Ki bir gece doğmuştur, can vermek için bir gecede,
Ruh uyurken ışık huzmelerinde.
Tanrı belirir ve ışıktır Tanrı
Gecenin içinde barınan o zavallı ruhlara;
Ama bir insan biçimini sergiler
Günün diyarlarında yaşayanlara.
William Blake
Çeviri: Sertan Balkan

8 Aralık 2016 Perşembe

Hükümdar


NOTLAR KISMI BANA AİT DEĞİL. FAKAT  OKURKEN ALTINI ÇİZDİĞİM YERLER İLE BİREBİR ÖRTÜŞÜYOR. İNSANLIK TARİHİ
ŞAŞIRTICI BİR ŞEKİLDE TEKERÜR EDİYOR. AYNI OLAYLARI FARKLI ŞEKİLLERDE AYNI İNSAN TİPLERİ İLE YAŞAMAYA DEVAM EDİYORUZ.
8 ARALIK  2016
2016/22 İSTANBUL
Niccolo Machiavelli
Bir Rönesans dönemi düşünürü olan Niccolo Machiavelli (1469-1527) on beş sene boyunca Floransa Cumhuriyeti’nde diplomat olarak görev yapmış ve döneminin en önemli siyasi liderleri ile tanışma fırsatı bulmuştur. Machiavelli yirmi yaşındayken küçük bağımsız devletlerden oluşan İtalya, Fransa’nın işgaline uğramış ve yönetici aile olan Mediciler düşürülerek yeni bir cumhuriyet kurulmuştur. Yeni cumhuriyet yönetiminde, eğitimi sayesinde kendine yer bulan Machiavelli, on beş sene içinde yüksek düzeyli bir sivil memur durumuna yükselerek Floransalı bir elçi olarak diplomatik hizmetlerde bulunmuştur. 
Ancak Fransız askerlerinin ve birleşik güçlerinin İspanya ordusuna mağlup olması ile Mediciler iktidara yeniden gelmişlerdir. Kırk yaşlarındaki Machiavelli eski yönetimin adamı olarak ihanetle suçlanarak hapsedilir ve işkence görür. Daha sonra Machiavelli’nin hapis cezası sürgüne çevrilir ve şehir surlarının dışına gönderilir. Machiavelli eserlerini bu dönemden sonra vermiştir.


NICCOLO MACHIAVELLI'nin Hükümdar isimli kitabından aldığım notlar;
Verasete dayalı hükümdarlıkları devam ettirebilmek, yeni hükümdarlıkları muhafaza etmekten daha kolaydır. Çünkü hükümdarın yapması gereken atalarının usullerine bağlı kalmak ve zamanla ortaya çıkan meselelerde bu usullere uygun hareket etmektir. Öyle ki ortalama bir beceriye sahip bir hükümdar, olağanüstü ve karşı konulamaz bir güç onu tahtından etmedikçe gücünü yitirmez. Böyle bir durum gerçekleşse dahi hakimiyetini gasp eden kimselerin en küçük bir hatasıyla tahtını geri kazanması mümkündür.
İnsanlar durumlarını iyileştirmek adına daima efendilerini değiştirmeye hazırlardır ve bu umut onları yöneticilerine karşı silahlandırmaya götürür. Ancak bu insan yalnızca kendilerini kandırırlar ve eskisinden de kötü hale geldikleri tecrübelerle sabittir.
Yeni hükümdar, gerek askerleriyle, gerek istilanın sonucu doğan sayısız aksiliğin baş göstermesiyle yeni halkını baskı altında tutmak zorunda kalır. Ülkeyi kuşattığınızda zarar verdiğiniz insanların tümü size düşman olur. Hatta size amacınıza ulaşmada yardımcı olan kimselerle dostluğunuzu da sürdüremezsiniz.
Ordunuz ne kadar güçlü olursa olsun, bir ülkeyi ele geçirmek için o ülke halkına iyi niyet beslemek durumundasınızdır.
Yunanistan'la ilgili olarak Türklerin izlediği yol bu idi. Eğer oraya gidip yerleşmeseydiler, aldıkları tüm önlemler boşa gider ve toprakları ellerinde tutamazlardı.
İnsanlara ya iyi davranmalısınız ya da onları tamamen ezmelisiniz. Çünkü halk hafif baskılara karşı intikam almaya meyillidir, ancak ağır darbelere karşı direnç gösteremez. dolayısıyla bir insana zarar verildiğinde bu öyle ağır olmalıdır ki, misillemeye imkan dahi bulamasın.
Eğer zorluklar önceden sezilirse çaresi kolaydır, ancak yaklaşması beklenirse, çareler gecikir ve aksaklıklar umutsuz vakalara dönüşür.
Başkalarını güçlendiren kendi sonunu hazırlar.
Bilinen tüm hükümdarlıklar iki farklı şekilde idare edilmiştir. Ya başta mutlak güç sahibi bir hükümdar vardır ve yönetime yardımcı olan bakanlar onun kulları gibidirler ya da hükümdar ile yönetimi paylaşan baronlar vardır. Bu baronlar görevlerini soylarından gelen bir yetkiyle ifade ederler. Bu kimselerin toprakları ile kendilerini yönetici olarak kabul edip onları seven halkları vardır.
Fethedilen ülkelerin alışmış oldukları yasalar varsa ve özgürlük içinde yaşıyorlarsa, bu ülkeleri elde tutmanın üç yolu vardır. İlki bunları yıkmak; ikincisi bölgeye gidip orada ikamet etmeye başlamak; üçüncüsü de orada yaşayan bir kaç güvenilir kişiye oranın yönetimini teslim edip, kendilerini vergiye bağlamaktır.
Halklar değişken ve kararsızdırlar. Onları ikna etmek kolaydır ancak ikna oldukları şeye bağlamak güçtür. bu sebeple emirler öyle bir sağlanmalıdır ki, insanlar artık inanmıyor olsalar da, zorla uymak zorunda kalsınlar.
Yeni düzen getirmek isteyen kimseler büyük zorluklarla karşılaşırlar ancak yolun üzerindeki tüm zorlukların üstesinden gelmek için cesaret yeterlidir. Bu güçlükler aşıldıktan sonra tehlike kalmaz. Saygı kazanıp etkinliklerini kıskananlar yok edildiğinde geriye kudret, güven, onur ve zenginlik kalır.
Hükümdarlık barış zamanlarında askerler, savaş zamanlarında da düşmanlar tarafından yağmalanır.
Yaşadığımız ve yaşamamız gereken hayatın arasında o kadar büyük bir uçurum vardır ki; olması gerekenin yolunu tutmak için olanı bırakan kişi kendisini korumak bir kenarda dursun, yıkıma götürür. Daima her şeyi mükemmel bir iyilik standardında tutmak isteyen kişi kötülüklerin arasında kaybolur gider. Bu nedenle varlığını sürdürmek isteyen bir hükümdarın koşulların gerektirdiği gibi davranıp, ne zaman iyi ne zaman kötü olacağını öğrenmesi gerekir.
Korkulan biri olmanın, sevilen biri olmaktan daha güvenli olacağı söylenebilir. çünkü insanoğlunun nankör, vefasız, kaypak, yüreksiz veya açgözlü olduğu ileri sürülür; güçlüysen yandaşın çok olur, sana kanlarını, mallarını, canlarını, çocuklarını sunarlar ancak gün gelir de birine muhtaç olursan sana sırt çevirirler.
Şunu bilmelisiniz ki rekabetin iki yolu vardır; biri hukukla diğeri zor kullanarak. İlki insana ikincisi ise hayvanlara özgüdür ancak ilki sıklıkla yetersiz kalır ve ikinci yola başvurmak icap eder. Bu yüzden bir hükümdar bu iki yoldan da nasıl faydalanılacağını bilmelidir.
Bilgin bir hükümdar verdiği bir sözün aleyhine sonuç doğuracağını anlarsa ve bu sözü yerine getirmesini gerektiren sebepler ortadan kalkmışsa sözünü tutmak zorunda değildir; böylesi daha yerinde olacaktır. İnsanın mayasında kötülük olmasaydı, bu bakış açısı doğru sayılmayabilirdi ancak özünde kötülük olduğu ve verdikleri sözleri tutmadığı için sizin de tutmanız şart değildir. Bir hükümdarın sözünü tutmamasını açıklayacak haklı sebepleri her zaman vardır. Bu konuya dair hükümdarın sözlerine sadık kalmayışından ötürü çok sayıda vaadin ve anlaşmaların iptal edildiğini gösteren zamanımıza ait sayısız örnekler verilebilir. Tilkiliği en iyi biçimde hayata geçirebilen, en başarılı olandır.
Bir hükümdarın çekinmesi gereken iki şeyden biri halkı, ikincisi ise dış güçlerdir.  Biri içeriden diğeri ise dışarıdan gelebilecek tehlikelerin kaynağıdır. Hükümdar güçlü bir ordu ve sağlam müttefiklerle kendini dış güçlerden koruyabilir. Güçlü bir ordusu varsa iyi dostları da olacaktır.
Halkı ve askerleri aynı anda memnun etmek çok zordur. Halk barışı ve dolayısıyla hırstan uzak hükümdarları severken; askerler kavgacı, cesur, zalim ve zorba olan ve bu özelliklerini halkın üzerinde de tatbik eden hükümdarları tercih ederler. Böylece hem çifte maaş alırlar hem de aç gözlülük ve zalimliklerini doyurabilirler. Bundan dolayı kendi sonunu getiren imparatorlar her daim tabiatları ve eğitimleri yönünden otorite sağlama konusunda yetersiz, özellikle askerleri memnun etmeye meyilli olup halkı incitmeyi önemsemeyen kişiler olmuştur.
Üç türlü zeka ölçeği vardır; ilki, kendiliğinden anlayanlar, ikincisi, kendilerine gösterileni anlayanlar, üçüncüsü ise ne kendiliğinden ne de başkalarının gösterdiğini anlayanlar. Bunlardan ilki mükemmel, ikincisi iyi, üçüncüsü değersizdir.

http://siyaset-muhammediye2.blogspot.com.tr/2014/03/siyasal-dusunceler-tarihi-niccolo.html