17 Nisan 2012 Salı

Övüngen Çan Çiçeği

Övüngen Çan Çiçeği
Mustafa Babel
Morpa Kültür Yayıncılık
16Sayfa
11Nisan2012

Bir dere yatağında, nasıl olmuşsa bir çan çiçeği yetişmişti. Güzel mi güzel ama o kadar da kendini beğenmiş bir çiçekti....

PAPAĞAN İLE SERÇE

PAPAĞAN İLE SERÇE
Özlem Başbay
İnkilap Yayınları
16 sayfa
12Nisan2012


Zamanın birinde bir kral yaşarmış. Bu kralın bir de papağını varmış.
Kralın oğlu papağanla çok iyi anlaşırmış.
Prens bir gün yavru bir serçe bulmuş.

Taklacı Güvercin

Taklacı Güvercin
Savaş Kondu
Morpa Kültür Yayıncılık
16sayfa
13NİSAN2012

Bileklerinde uzun tüyleri olan Paçalı adında bir güvercin varmış. Çok güzel uçar, havada taklalar atarmış. Arkadaşları, "Daldan Dala Konmaca" oynarken, o takla çalışmaları yaparmış.
Arkadaşları;
- Ne işine yarayacak? Bırak takla atmayı. Gel bizimle oyna, derlermiş.
Paçaı ise onlara kulak asmaz;
- ben takla asmaz;
- Ben takla atmayı çok seviyorum, dermiş.
Arkadaşları bu cevabagülerlermiş.
- İyi ama akşama kadar ter içinde kalıyorsun. Takla atmaktan iyice zayıfladın derlermiş.

HAYDİ DEVAMINI OKUMAYA.......

İLK AV


Yayınevi: Morpa Kültür Yayınları

Yazar: Gülsüm Cengiz (Akyüz)

16 SAYFA

BİTİŞ TARİHİ : 14NİSAN2012

Yavru ağaçkakan annesiyle birlikte, çınar ağacındaki yuvasında yaşıyordu. Bir sabah, annesinin tatlı sesiyle uyandı.
-Haydi yavrum, kalk artık. Bak sabah oldu. Biraz sonra yola çıkacağız...

Yardımcı Kirpiler

Yardımcı Kirpiler
Gülsüm Cengiz
Morpa Kültür Yayınları
16 sayfa
Bitiş Tarihi : 15NİSAN2012

Köstebekle Alakarga

Köstebekle Alakarga
Mustafa Babel
Morpa Kültür Yayınları
16 Sayfa
Bitiş Tarihi : 16NİSAN2012



Ağaçların dalları arasında, ardıç kuşları uçuşuyordu. En çok da elma ağaçlarının... Zavallılar, yumruk büyüklüğündeki elmaları taşımakta zorlanıyorlardı. Elmaların ağırlığından iki büklüm olan dalları, kırılmasın diye alttan destekler verilmişti.

(Kitabın İçinden)


AL YANAKLI ELMA KUŞU

AL YANAKLI ELMA KUŞU
Yazar: Sevinç Kuşoğlu
Resimleyen: Ümit Atalay
Yaş Grubu: 6-8
64 sayfa
Bitiş Tarihi : 17NİSAN20123

Tema: Birey ve Toplum, Hayal Gücü
Değerler Eğitimi: cesaret
Al Yanaklı Elma Kuşları mutluluk içinde yaşarken bir gün uzaklardan gelen kocaman Karakuş onları tehdit eder. Tüm kuşlar ondan öylesine korkarlar ki seslerini bile çıkaramazlar. İçlerinden küçük bir kuş ise aklı ve cesaretiyle Karakuş’u alt etmeyi başarır.

16 Nisan 2012 Pazartesi

Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri


Kitabın Adı: Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri
Yayınevi: Telos Yayınevi
Yazarı: Amin Maalouf
Kitabı okumayı Bitiriş Tarihi: 16 Nisan 2012 – İstanbul


Kılıçlar savaş ateşini canlandırdığında, insanın en kötü silahı gözyaşı dökmektir. (sh. 12)


Kitabı okurken aslında insanlık ailesinin vahşetinin nasıl zirveye çıktığını ve türüne bu kadar kin ve nefretin güya Din adına yaşandığına şahit oldum. Batılılar, Doğulular(Moğullar, Cengiz Han ve Timurlenk vs) Türkler, Kürtler ve Araplar  1096 ile 1291 de biten süreç bittimi peki.
Yaşanan güya Arap Baharı hikayesi nedir?
Suriye de yüzyıllar geçmesine rağmen kan ve göz yaşı devam etmiyor mu?
Filistinde ve Gazede hala yaşananlar neyin nesi?
Irak ta Batılılar hala ne arıyorlar?
İnsanlık ailesi akıl ve vicdan ile hareket etmez ise bu kötü miras devreder bir şekilde hareket edecektir. Ve Meleklerin suali yerini bulacaktır,

Melekleri doğrularcasına hareket etmek yerine Rabbimize kulak vererek hareket etmek elbette daha isabetli olacaktır. Merhum Şair Mehmed Akif ERSOY un dediği gibi "tarihten ibret alınır ise, tarih tekerrür etmez."

Kitabın Arka Kapağı:


Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri, iki yüzyıl (1096-1291) süren Haçlı Seferleri'ni ve Orta Doğu'daki Frenk işgalini anlatırken bu bölgenin güncel durumuna da ışık tutuyor. Sanki değişen hiç bir şey yok! 1096 yılında başlayan seferlerde Türk, Kürt, Arap emirlerinin kişisel eğilimlerini, kültür yapılarını, zaaflarını görüp, Haçlılar'ın Orta Doğu'da iki yüzyıl kalışlarının hikmetini anlıyoruz. O günkü çekişme ve sürtüşmeler günümüzde de aynı kısırlıkla sürdürülmektedir.Haçlı Seferleri'nden sonra Müslüman dünyası kendi üzerine kapanmış, hoşgörüyü unutmuş ve kısırlaşmıştır. Bunun sonucu marjinalleşmiş ve sanki dünyanın yörüngesinden çıkmıştır. Buna karşın Frenkler yani Avrupalılar gelişmenin kapılarını açarak Modern Çağı yakalamıştır. Barbar olarak tanıdığı, yerdiği ama o zamandan bu yana dünyaya egemen olmayı başaran Frenklerden hem büyülenen hem de korkan Arap dünyası, Haçlı Seferleri'ni gerilerde kalmış bir geçmişin bir dönemi olarak kabul etmeyi başaramamaktadır. Araplar ve genelde müslümanlar yedi yüzyıl önce bitmiş olması gereken olaylardan günümüzde de etkilenmeyi sürdürmektedirler: "Modernizm", ötekinin yani Frenklerin ürünüdür, öyleyse modernizm reddedilerek dinsel ve kültürel kimlik korunacaktır!Amin Maalouf'un Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri, konun uzmanı Prof. Dr. Mehmet Ali Kılıçbay'ın çevirisi ile, yedi yüzyıllık bir geçmişe, geçmişin gerçeklerine ve yanılsamalarına ve günümüzün saplantılarına ışık tutuyor.Ondan fazla yabancı dile çevrilen Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri televizyona uyarlandı.


Radikal Gazetesi'nden Bir Alıntı:


Arapların gözüyle Selahaddin
Haçlı Seferleri hakkında en bilinen kitap, Amin Maalouf'un imzasını taşıyor: 'Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri'. Kitabın baş kahramanlarından biri tabii ki Selahaddin Eyyubi

ERKAN AKTUĞ
Yaklaşık yüz yıl süren Haçlı egemenliğinden sonra, 2 Ekim 1187'de, tam da Müslümanların Hz. Muhammed'in Kudüs'ten göklere yükselmesini kutladıkları günde Selahaddin Eyyubi kutsal Kent'e girer. Kesin emir vardır: Batılı olsun, Doğulu olsun hiçbir Hıristiyan rahatsız edilmeyecektir. Selahaddin'in Ibelin'li Balian'la yaptığı anlaşmaya göre, esir olduklarına göre Haçlılar fidye ödeyecektir. Fakir Hıristiyanların fidyesinin ödenmesinde problem çıkar. Selahaddin yaşlı, dul ve yetim Haçlıların fidyesini kaldırır. Paraya hiç önem vermemesiyle bilinen Selahaddin'in hazinedarları ise mutsuzdur. Selahaddin onlara şöyle der: "Hıristiyanlar her yerde bizim iyiliklerimizi anlatacaklardır."
Bunlar ünlü romancı Amin Maalouf'un tarih anlattığı ve pek çok ülkede büyük ilgi toplayan kitabında yer alıyor. Bugünden baktığımızda Selahaddin'in söylediklerinin bire bir doğru çıktığını söyleyemeyiz. Ama Ridley Scott'ın imzasını taşıyan dev bütçeli Haçlı filmi 'Cennet'in Krallığı' da (Kingdom of Heaven) Selahaddin Eyyübi'nin muzaffer bir komutan olarak portresinin çizilmesi, Müslümanların iyi taraf olarak gösterilmesi, onun yüreğine su serperdi herhalde. Gerçekten de Scott'ın filmi Hollywood ezberimizi bozuyor. Film her ne kadar Kudüs'ü Selahaddin'in ordusuna karşı savunmak zorunda kalan, fazla kan dökülmeden Kutsal Kent'i ona teslim eden Ibelin'li şövalye Blian'ın kahramanlığı üzerinde yükselse de sonuçta Hollywood filmlerinde alışık olduğumuz bir sonla bitmiyor.
'Cennet'in Krallığı' filmi 1180 - 86 yılları arasındaki dönemde geçiyor. O dönemde Kudüs'ün genç Hıristiyan kralı IV. Baudouin, Müslümanlarla uyumlu bir ilişki sürdürmeye çalışıyor. Cüzzamdan muzdarip kralın yardımcıları arasında kız kardeşinin kocası Guy De Lusignan ve onun sıkı dostu Prens Renaud de Chatillon (kimi kaynaklarda Arnat, filmde Reynald) gibi savaş meraklısı yüksek rütbeliler vardı.
Mısır hükümdarı Nureddin'in ölümü üzerine onun başarılı komutanlarından Kürt kökenli Selahaddin Eyyubi başa geçmişti. Lübnan asıllı Amin Maalouf, Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri kitabında Selahaddin'in Nureddin'le aynı amaçları izlediğini yazıyor: "Arap dünyasını birleştirmek; Müslümanları manevi olduğu kadar işgal altındaki toprakları geri alabilmek üzere askeri olarak da seferber etmek." Gerçekten de Hassan Sabbah'ın kurduğu Haşhaşinler gizli tarikatının iki suikastından da sağ kurtulmayı başaran Selahaddin Eyyubi kısa sürede bölgenin hâkimi oldu.
Nasıl biriydi Selahaddin? 'Cennet'in Krallığı' filmindekinden çok da farklı değil. Amin Maalouf, kitabında Arap tarihçileri kaynak göstererek Selahaddin Eyyubi'yi 'düşünceli, biraz melankolik, küçük rutbelilerle olduğu zaman bile tevazu sahibi, sözünün eri, affetmeyi bilen, konuklarına karşı her zaman nazik, zenginlik ve lüksü samimiyetle reddeden biri' olarak tarif ediyor. En büyük hedefi Kudüs'ü Hıristiyanlardan almak olmasına karşın, cüzzamlı krala verdiği sözleri tutup barış anlaşmasını bozmamaya çalışıyor... Cüzzamlı kral öldükten sonra Guy yeni kral olur. Anlaşmaya aykırı olarak De Chatillon'la birlikte bir kervana saldırır.
Haçlı ve Müslüman ordularının büyük savaşı tarihe Hattin (Hittin) Savaşı olarak geçecektir. Selahaddin tuzağı kurmuştur: Susuzluk. Haçlı ordusunun Taberiye Gölü'ne ulaşması için Selahaddin'in ordusunu geçmesi gerekmektedir. Susuz geçen gecenin sabahı Haçlı ordusu, Selahaddin'in askerleri tarafından sarılır. Ordusu yok olan Haçlılardan Kudüs'ü almak zor olmayacaktır. Ama Haçlı Seferleri yüz yıl daha sürecektir.
Kim kazandı?
Peki Haçlı Seferleri'nin sonunda kim kazançlı çıktı? Amin Maalouf'un Arapların Gözünden Haçlı Seferleri kitabındaki tesbitlerinden aktarıyoruz: "Haçlı Seferleri döneminde, Arap dünyası İspanya'dan Irak'a olan bölgede hâlâ entelektüel ve maddi olarak yeryüzünün en gelişmiş uygarlığının taşıyıcısıdır. Sonra dünyanın merkezi kesin bir şekilde Batı'ya kaymıştır." Maalouf'a göre Haçlılar'ın iki yüz yıl boyunca bölgede kalabilmelerinin en önemli sebebi Arapların kurum oluşturmadaki yetersizlikleri. "Frenkler daha Doğu'ya geldikleri anda gerçek devletler kurmayı başarmışlardır. Kudüs'te taht genelde sürtüşmesiz intikal etmekteydi. Müslüman devletlerde ise her monarşi, hükümdarın ölümünde tehdid altında kalıyor, her taht intikali bir iç savaş başlatıyordu."
Başarısızlığın bir diğer önemli sebebi ise Arapların Haçlı Seferleri boyunca Batı'dan gelen yeni fikirlere açılmayı reddetmeleri. "İstilacı açısından fethedilen halkın dilini öğrenmek bir becerikliliktir; yenikler için ise fatihlerin dilini öğrenmek bir uzlaşma, hatta bir ihanettir. Böylece çok sayıda Frenk Arapça öğrenirken ülke halkı Batılıların dili karşısında kayıtsız kalmıştır./.../ Öte yandan eski Yunan uygarlığının mirası, Batı Avrupa'ya çevirmen Araplar aracılığıyla aktarılabildi. Frenkler tıp astronomi, coğrafya, matematik, mimari bilgileri Arapça kitaplardan edinmişlerdir; bu kitapları özümsemişler taklid etmişler, sonra aşmışlardır."
Müslümanlar'ı kim yönetti?
Haçlı Seferleri dalga dalga Anadolu ve Orta Doğu'ya akarken bu coğrafyalarda kimler yaşıyordu? Haçlılardan çok onlarla savaşan müslümanları anlatan bir kitap Haçlılar Çağı. Seferler boyunca bölgede sırasıyla Selçuklular, Eyyubiler ve Memluklüler egemen oldu. Tabii dini otoritenin sahibi Abbasi ve Fatimi Halifeleri'ni de yok saymamak gerek.
Dönemin siyasi geleneği sık sık hanedanların değişmesine, kendi içlerindeki iktidar savaşları ise karmaşık bir siyasi atlas oluşmasına sebeb oluyordu. Selçuklular'ın eyaletlere yönetici atadığı prenslerin 'atabeg' denilen naipleri vardı. Bu atabegler çoğunlukla, kölelikten paralı askerliğe geçen Türklerin, yani Memluklerin içinden çıkıyordu. (Kürt kökenli Selahaddin Eyyubi istisna) Atabegler zaman zaman bizzat iktidarı üstlendiler, daha sonra da zaten Memluk Sultanlığı'nı kurdular. Holt'un kitabı özellikle, Müslümanlar için bir dezavantaja dönüşen bu siyasi yapıyı anlamak bakımından önemli.

Kitaptan Alıntılar

Özellikle doğuda, Anadolu yaylasının perişan yüksekliklerinde, bu belirsiz dönemlerde, Danışmend adında garip bir kişi yaşamaktadır. "Bilge" denilen bu kişi, geçmişi karanlık, maceracı, çoğu okumasız yazmasız olan diğer Türk beylerinin tersine, çok çeşitli alanlarda eğitim almıştır. Kısa bir süre sonra Danışmendname olarak adlandırılan ünlü bir destanın kahramanı haline gelecektir. Bu destan, Ankara'nın güneydoğusunda yer alan bir Ermeni kenti olan Malatya'nın fethini tasvir etmektedir. Bu kentin düşüşü, anlatının yazarları tarafından, ileride Türkiye olacak toprakların müslümanlaşmasındaki belirleyici dönemeç olarak kabul edilmektedir. (sh. 29)
Tarihçi İbn el Esir'in vatanı olan Musul, "Cezire"nin, yani Mezopotamya'nın, Dicle ve Fırat gibi iki büyük nehir tarafından sulanan verimli ovanın başkentidir. Çok önemli bir siyasal, kültürel ve ekonomik merkezdir. Araplar, onun lezzetli meyvelerini, elmalarını, armutlarını, üzümlerini, narlarını övmektedirler. Bütün dünya, bu kentin ihraç ettiği nitelikli ince kumaş ile onun adını özdeşleştirmektedir. Muslin. Frenkler (haçlılar) geldiğinde, emir Kürboğa'nın topraklarında başka bir zenginlik işletilmeye başlanmıştı. Seyyah İbn Cübeyr birkaç on yıl sonra, neft (PETROL) adındaki bu zenginlik kaynağını tasvir edecektir. Dünyanın bu parçasını bir gün zengin edecek olan bu koyu renkli değerli sıvı, daha şimdiden kendini geçenlerin bakışlarına sunmaktadır. (sh. 49)
Albert d'Aix'in bir cümlesi, bu konudaki dehşeti emsalsiz bir şekilde göstermektedir: Bizimkiler yalnızca öldürülmüş Türk ve müslümanları değil, köpekleri de yemekten iğrenmiyorlardı. (sh. 64) Yamyamlık, yamyamlık, yamyamlık. Vahşiliğin geldiği noktaya bakar mısınız
Saint -Gilles'in kendinin ve adamlarının güvenliğini sağlamaya şeref sözü vermesi koşuluyla teslim olmaya karar verir. İbn el Esir, özenli bir şekilde şöyle yazacaktır: Frenkler sözlerini tuttular ve onların gece Askalan limanına giderek oraya yerleşmelerine izin verdiler. Sonra şunları ekleyecektir. Kutsal kentin halkı (Kudüs halkı) kılıçtan geçirildi ve Frenkler müslümanları bir hafta boyunca katlettiler. Mescidi Aksa'da atmışbinden fazla insanı öldürdüler. Ve doğrulanması olanaksız rakamlar kullanmaktan kaçınan İbn el Kalanissi şu kesinlemede bulunmaktadır: Çok insan öldürüldü. Yahudiler havralarında toplandılar ve Frenkler onları burada diri diri yaktılar. Evliya anıtlarını ve İbrahim'in -tanrı huzur versin- mezarını da tahrip ettiler.
İstilacıların tahrip ettikleri anıtların arasında, Kudüs'ü 638 şubatında rumlardan almış olan ikinci halife Ömer ibn Hattab adına yapılmış olan Ömer camii de bulunmaktadır. Ve araplar bunu izleyen süre içerisinde, kendi davranışlarıyla Frenklerinki arasındaki farkı açığa çıkartmak üzere bu örneği sık sık hatırlatacaklardır. 638 şubatında Halife Ömer, ünlü beyaz devesinin sırtında kente girmiştir ve kentin Rum patriği ona doğru yaklaşmaktadır. Halife, sözlerine bütün kent halkının can ve mallarının güvencede olduğuyla başlamış, patrikten kendini hristiyanlığın kutsal yerlerini gezdirmesini istemiştir. İsa'nın mezarındayken (kıyama, kutsal kabir) ibadet saati gelmiştir. Ömer patriğe, namaz kılmak için seccadesini nereye serebileceğini sormuştur. Patrik ona, yerinde kalabileceğini söyleyince, halife: Eğer bunu yaparsam, yarın müslümanlar, Ömer burada namaz kıldı, diyerek buraya sahip çıkmak isterler, cevabını vermiştir. Ve seccadesini alıp, namazını dışarda kılmıştır. Doğruyu görmüştür, çünkü adını taşıyacak olan camii tam da burada inşa edilmiştir. Frenk şefleri, ne yazık ki bu gönül yüceliğine sahip değillerdir. Zaferlerini, tarifi olanaksız bir katliamla kutlamışlar, sonra saygı duyduklarını iddia ettikleri kenti vahşice yağlamışlardır.
Onların dindaşları bile bu vahşetten kurtulamamışlardır. (sh. 79)
Tam frenklere saldıracağı sırada Musul valisini kim öldürdü? Tuğtekin, Rıdvan ile dostları haşhaşiyun tarikatını itham etmekte acele etmiştir. Fakat o çağı yaşayanların çoğuna göre, katili bir tek Şam'ın efendisi silahlandırabilirdi. İbn el Esir'e göre, bu cinayetten çok etkilenen kral Baudouin, Tuğtekin'e çok aşağılayıcı bir mesaj göndermiştir: Önderini Allah'ın evinde öldüren bir millet yok edilmeyi haketmektedir, demiştir. (sh. 123)
Epeyi ilkel sağlık koşullarına sahip oldukları kadar Doğu'daki hayat koşullarına alışamayan Batılılar, çok yüksek bir çocuk ölüm oranına sahiptirler ve bu da iyi bilinen bir doğa yasası uyarınca erkek çocukları daha fazla etkilemektedir. Batılılar düzenli hamama gitme adedini edinerek ve Arap hekimlere daha fazla başvurarak durumu iyileştirmeyi ancak zaman içinde öğrenebileceklerdir. (sh. 158)
Bazı çalışma arkadaşları onun savurganlığını eleştirdiklerinde Selahattin rahat bir gülümsemeyle şöyle karşılık vermekteydi: Bazı insanlar için para kumdan daha değerli değildir. Nitekim zenginlik ve lüksü samimiyetle küçümserdi ve Fatımi halifelerinin masalsı sarayı onun eline geçtiğinde, buraya emirlerini yerleştirmiş, kendi ise, vezirlere tahsis edilen daha mütevazi konağa yerleşmiştir. (sh. 255)
Ve 2 Ekim 1187'de, Hicretin 583. yılının 27 Recebinde, tam da müslümanların peygamberin Kudüs'ten göklere yükselmesini kutladıkları günde Selahaddin Kutsal Kent'e girer. Emirler ve askerler kesin emir almışlardır: Frenk olsun, Doğulu olsun, hiçbir hristiyan rahatsız edilmeyecektir. (sh. 259)
Dönemin bütün büyük müslüman yöneticilerinden sonra olduğu gibi, Selahaddin'in ardından da hemen iç savaş çıkmıştır. Ölür ölmez, imparatorluğu parçalanmıştır. (sh. 283)


NOT: Bazı bölümleri İrfan Kavak'ın çalışmasından almış bulunmaktayız kendisine teşekkür ederiz.

Serdar Karamanlı
16nisan2012

15 Nisan 2012 Pazar

TÜRKİYE DİYANET VAKFI KURAN-I KERİM MEALİ

TÜRKİYE DİYANET VAKFI KURAN-I KERİM MEALİ
Hazırlayanlar:

Prof.Dr. Hayrettin Karaman  
Prof.Dr. Ali Özek 
Prof.Dr. İbrahim Kafi Dönmez
Prof.Dr. Mustafa Çağrıcı
Prof.Dr. Sadrettin Gümüş
Doç.Dr. Ali Turgut
Bitiş Tarihi : 15NİSAN2012



Bu okumamda Kur'an da geçen Müslüman kelimesi ayetleri inceledim.

Türk Dil Kurumunun yayımladığı sözlükte ki anlamı;

1. özel, isim, din b.  İslam dininden olan kimse, Muhammedî, Müslim, Müselman, mümin

2. özel, halk ağzında İslam dininin kurallarını yerine getiren kimse

3. özel, mecaz Doğru, haktan ayrılmaz kimse

Arapçadan Türkçeye çevrilirken ise: Boyun eğen, Allah'a kayıt şartsız teslim olan kimse anlamı verilmektedir. Daha geniş anlamı ile kendi iradesini, Allah ın iradesi altına sokan kimse diye de çevrildiği görülmektedir. Yani Müslüman, Allah'a kayıtsız şartsız teslim olan demekmiş.

Şimdi Kur'an da bize verilen adı Kim vermiş, Peygamberler kendilerine ne isim vermişler, Peygamberlere iman edip yolundan gidenler kendilerine ne isim veriyor bir bakalım.

Allah cc. bize ne ad vermiş bir bakalım.

22 HAC 78 "Peygamberin size şahit olması, sizin de insanlara şahit olmanız için, O, gerek daha önce (gelmiş kitaplarda), gerekse bunda (Kur'an'da) size "Müslümanlar" adını verdi. Öyle ise namazı kılın; zekatı verin ve Allah'a sımsıkı sarılın. O, sizin Mevla’nızdır. Ne güzel Mevla’dır, ne güzel yardımcıdır."

Muhammed As. kendini nasıl tanımlamış,

27 NEML 91. (De ki:) Ben ancak, bu şehrin (Mekke'nin) Rabbine -ki O burayı dokunulmaz kılmıştır- kulluk etmekle emrolundum. Her şey de zaten O'na aittir. Bana Müslümanlardan olmam " emredildi.

39 ZÜMER 12. Bana müslümanların ilki olmam emrolundu.

6 EN'AM 163 “O’nun hiçbir ortağı yoktur. İşte ben bununla emrolundum. Ben Müslümanların ilkiyim.”

Nuh as. kendini nasıl tanımlıyor,

10YUNUS 72 "Eğer yüz çeviriyorsanız, zaten ben sizden bir ücret istemedim. Benim ecrim Allah'tan başkasına ait değildir ve bana Müslümanlardan olmam emrolundu."

Allah cc İbrahim as. nasıl tanımlıyor ve O çocuklarına ne vasiyet etmişti,

3Ali İMRAN62 İbrahim, ne yahudi, ne de Hristiyan idi; fakat o, Allah'ı bir tanıyan dosdoğru bir Müslüman idi; müşriklerden de değildi.

2BARAKA 132 Bunu İbrahim de kendi oğullarına vasiyet etti, Yakup da: Oğullarım! Allah sizin için bu dini (İslam'ı) seçti. O halde sadece Müslümanlar olarak ölünüz (dedi).

Yusuf as. kendini nasıl tanımlamış,

12 YUSUF 101 Beni Müslüman olarak öldür ve beni Salihler arasına kat!

Musa as. ile mücadele edip, yenilince Sihirbazlar ve Firavun suda boğulurken ne dedi,

7ARAF126 Sen sadece Rabbimizin ayetleri bize geldiğinde onlara inandığımız için bizden intikam alıyorsun. Ey Rabbimiz! Bize bol bol sabır ver, Müslüman olarak canımızı al, dediler.

10 YUNUS 90 Biz, İsrail oğullarını denizden geçirdik. Ama Firavun ve askerleri zulmetmek ve saldırmak üzere onları takip etti. Nihayet (denizde) boğulma haline gelince, (Firavun:) "Gerçekten, İsrail oğullarının inandığı Tanrı'dan başka tanrı olmadığına ben de iman ettim. Ben de Müslümanlardanım!" dedi.

Süleyman as. ve Belkıs ne diyor,

27 NEML 42 Melike gelince: Senin tahtın da böyle mi? dendi. O şöyle cevap verdi: Tıpkı o! (Süleyman şöyle dedi): Bize daha önce (Allah'tan) bilgi verilmiş ve biz Müslüman olmuştuk.

İsa as. ve havarileri ne diyorlar,

3 ALİ İMRAN 52 İsa, onlardaki inkarcılığı sezince: Allah yolunda bana yardımcı olacaklar kimlerdir? dedi. Havariler: Biz, Allah yolunun yardımcılarıyız; Allah'a inandık, şahit ol ki bizler Müslümanlarız, cevabını verdiler.

Allah cc, Ehli kitaptan olup kendilerine Kur'an okunduğunda ne cevap verdiklerine bakalım,

28KASAS 53 Onlara (Kur'an) okunduğu zaman: Ona iman ettik. Çünkü o Rabbimizden gelmiş hakikattir. Esasen biz daha önce de Müslüman idik, derler.

Bu ayetlerin ışığında son olarak iki soru daha soralım,

İlki Allah cc bize bir soru soruyor bakalım ne soruyor?

11HUD 14 Eğer (onlar) size cevap veremiyorlarsa, bilin ki, o ancak Allah'ın ilmiyle indirilmiştir ve O'ndan başka tanrı yoktur. Artık siz Müslüman oluyor musunuz?

Sonra ki soru bizlere, biz hakikaten Müslüman olduk mu?(teslim olduk mu?)
Bu yazıyı, kendine Rahmanın koyduğu isimden başka isimler koyma çabasına girenlere bir hatırlatma olsun diye hazırladım.
Selam Dua ve Kalbi Hürmetlerimle
Serdar Karamanlı






BBbbbbbbbmnbmnmnmnmnTÜRKİYE DİYANET VAKFI KURAN-I KERİM MEALİ

9 Nisan 2012 Pazartesi

Muhtelif Can Çekişmeler…




Arap atı ile bir yel gibi geçtiği bu tozlu yollar, zamanın taraf tutmayan akışı içinde dokunan dantelanın hepsi bir örnek motiflerine meftun olan bu akılsızı, bebek adımları ile nereye kadar götürecekti. Dermansız bacaklarının inleyişi, bütün bedenine yayılıyor, kör bir testerenin iç kıyıcı gıcırtıları kulaklarını yokluyor, beyhude geçip gitmiş senelerin kekremsi tadı damağında; bin tükürse de geçmiyor. Bir gökkuşağının görünüp kaybolması miktarı mutlu olduğu bu hayat, vehimlerinin kurbanı olarak, bahçe kapılarının merkez direkleri tepelerine kakılmış bir koç kellesi gibi kayıtsız ve sırıtkan geçmişine gülüyor.
Aşk dediği ten dalaşını, bir katre mutluluk hatırası olarak anmaya çalışsa da, beynine üşüşüveren zalimliklerinin, dudaklarını seğirten onlarca kötü hatıra olarak ortaya saçılmasına engel olamıyor. Vurduğu delikanlının gözlerindeki son bakışın, bu kadar sene sonra kalbini delebileceğini ancak bütün zırhlarından soyununca anlamış, koynuna aldığı tazenin geceler boyunca ağlamalarını kesmek için önüne yığdığı kızıl ışıltıların bir yılan soğukluğunda kalbine çöreklendiğini ancak fark edebilmişti. Heyhat! Neye yarardı son pişmanlık. Kaçırılan bir trenin arkasından, yokluk duygusu ile bakan işi acele bir yolcunun, bütün bir hayatını, çekip giden trenin kompartımanına fırlatıvermesi ve geride bir ceset olarak kalması gibi kupkuru ve pişman kalmıştı.
Nereden çıkmış, nasıl çalmıştı o falçatayı. Gırtlağından kulağına kadar kesilen boğazından fışkırarak akan kan, bembeyaz gömleğini kıpkırmızı kesmişti. Gazetelerin, dergilerin cemiyet haberlerindeki pozlarını, bir flaş patlaması içinde hatırladı. Bir flaş patlamasının ardından ortaya çıkan kendinden emin, ortama hâkim, hayata karşı muzip bir gülümseme iliştirdiği belletilmiş pozlarındaki o boşluk duygusu şimdi bütün bir benliğini kaplıyordu. Tinerci çocuğun gözlerindeki nefreti, üstüne yapışmış katmerli bir günah olarak yüklenip can vermenin bir kefareti var mıydı? Şimdi o boşluk duygusunu işgal eden pişmanlığın, dalga dalga ayak ucundan göğsüne doğru çıktığını hissediyordu. Hırıltılı kusmuğu, ağzından taşıp dudaklarının kenarlarından bir lav akıntısı gibi, pelteleşmeye yüz tutmuş kan gölüne umarsız bir şekilde dökülünce, böyle bir ölümü teatral bulmayan televizyoncuların, ‘realshow’ açısından görüntü etiğine küfrettiklerinden emindi. Bu durumda ne diye bilirdi.
Hayatını bir şekilde elinden aldığı tinerci çocuğun, çatlak ergin sesiyle ‘sadece birkaç kuruş istemiştim ama vermedi.’ Haykırışlarındaki haklılığa da diyebileceği bir şey yoktu.  Bomboş yaşanmış bir hayatın ardından ağıtlar yakacak anma ve tartışma programlarına acı bir gülümseme göndererek bir lahza titredi ve dikenli bir çalının bir pamuk yığınının içinden çekilip çıkarılması gibi ruhunu teslim etti.
Akdeniz güneşinin platin bir çehre ile abandığı kumsal, açıklarda batıp batıp çıkan bir bedenin çaresiz çırpınışlarına dehşet dolu gözlerle bakarken, sahile doğru yüzen adamın kaçışını da tartışmaktan geri durmuyordu. İki büklüm kumsala ayak basan adam bir ağaç gibi yüzükoyun yere devrildi. Adam, bu devrilişindeki sahteliği örtbas etmek için elleri ve dizleri üzerinde dört ayak durdu, kesik kesik konuşuyordu; ‘Kahpe, paniği ile beni de az daha boğacaktı…’
Bedenini saran güçlü kolların bu kadar kof çıkması değildi onu bu kadar mahzun eden. Turkuaz yeşilinin içine battıkça kulaklarındaki suyun fokurtusu ne kadar garipti. Hüzün vermesine rağmen rahatlatıcı ve gevşetici bir sihri vardı bu sesin. Nefes alıp verememenin garabeti bir yana, turkuaz yeşilinin içindeki güneşin oynaşmaları, ışığın kırılmış bir huzme gibi gözlerini kamaştırması daha garipti. Sömürülmüş bedenini hiç bu kadar rahat hissetmemişti. Gözlerini kamaştıran kırılmış güneş ışıklarının dalgalar ile oynaşması, onu çocukluk masumiyetindeki zamanlarına götürüyor, yaz yağmurlarının birikintileri içinde oynaşan güneşin harelenmelerini şimdi tersinden izliyordu.
Ölüm ne garipti. Ciğerlerine dolan su tuzlu muydu? Tat alma duygusunu kaybetmişti. Çırpınışları duruldu. Son kabarcıklar yüzeye doğru patladılar. Engin bir sükunet, büyük bir yalnızlık, muhteşem bir barış. Kendisine acıması ve kendisi ile verdiği savaşı son bulmuştu. Fal taşı gibi açılmış yeşil gözleri, derinlerde daha da koyulaşan turkuaz yeşilinin garip bir tonu gibi; hafızasız balıkları bile şaşırtıyor.

                                                                                             06 Nisan 2012
                                                                                             Arif ARCAN

3 Nisan 2012 Salı

YALNIZ SİNCAP

YALNIZ SİNCAP

Yazar: Sevinç Kuşoğlu
Resimleyen: Ender Dandul
Yaş Grubu: 6-8
64 sayfa
Bitiş Tarihi : 2 NİSAN 2012
Tema: Birey ve Toplum, Hayal Gücü
Alt Tema: yalnızlık, aile özlemi
Değerler Eğitimi: aile sevgisi
Ailesi olmadığı için yalnız yaşayan küçük sincap kendisine bir anne aramaya çıkar. Ormandaki tüm hayvanlara sorar ama kimse onun annesi olmak istemez.

Zekeriya ne anladın diye sordum; Yalnız kalmak kötü bir şey galiba Baba dedi....

2 Nisan 2012 Pazartesi

HOP HOP TAVŞAN..


HOP HOP TAVŞAN

Resimleyen: Yahya Alakay
Yaş Grubu: 6-8
64 sayfa
Bitiş Tarihi : 1NİSAN2012
Tema: Birey ve Toplum, Hayal Gücü
Alt Tema: aile, özenti
Değerler Eğitimi: kendini kabul, öz güven, aile sevgisi
Hop Hop Tavşan çok kalabalık bir ailede yaşıyordu. Tavşan kardeşleriyle oyunlar oynardı ama onun aklı hep insanlardaydı. Onlar gibi olmayı, giyinmeyi, farklı şeyler yemeyi çok istiyordu. Bir gün onunla oynamak isteyen çocuklarla karşılaştı ve başına pek çok olay geldi.
BABASININ TAVŞANI İLE  HOP OTURDUK HOP KALTIK. GÜZEL BİR HİHAYE ....

Heidi...

Kitabın Adı:Heidi
Kitabın Yazarı: Johanna Spyri
Kitabın Yazılma Yılı:1983
Bitirme Tarihi : 31 MART2012


Kitabın Konusu: Heidi’nin dedesine bırakıldıktan sonra Alp dağlarındaki hayatı ve şehirdeki Clara ile olan arkadaşlığı insanlara verdiği sevgi ve bunun sonucunda meydana gelen olaylar Heidi’nin şehir yaşamındaki çektiği zorluklar ve ailesine duyduğu özlem neticesinde geçen olaylar konu edilmiştir.

Kitabın Özeti:

Heidi’yi teyzesi alp dağlarında yaşayan dedesinin yanına getirir. Bir süre sonra Heidi huysuz olan dedesine, doğaya ve arkadaşı Peder’le kaynaşır. Peder’le ve Peder’in gözleri kör olan büyük annesiyle güzel arkadaşlıklar yapan Heidi büyükannenin gözlerinin kör olmasına çok üzülür. 8 yaşına geldiğinde okula gitmesi gereken Heidi’yi dedesi göndermek istemez. Bir gün teyzesi çıkagelir. Heidi’yi Frankfurt’a götürmek niyetindedir. Zengin bir ailenin ayakları tutmayan kızıyla arkadaşlık yapmasını ister ve Heidi’yi götürür. Heidi Frankfurt’a gider, burada evin kızı olan Clara ile arkadaşlık eder ama Clara’ya sürekli Alp dağlarından, dedesinden Peder’den ve Peder’in büyükannesinden ayrı kalmanın zorluğundan, onlara duyduğu özlemden söz etmektedir. Heidi’nin özlemi doruğa ulaşmıştır, hatta rüyalarına girmektedir. Bir gün uyurgezer olarak gece Heidi’yi kapıda gören Bay Seseman onu Alp dağlarındaki dedesinin yanına götürür. Heidi kavuşmanın sevinci içersindedir. Ancak şehirde bıraktığı arkadaşı Clara yalnız kalmış, Heidi’yi çok özlemiştir. Ayakları tutmayan Clara sonunda Heidi’nin ziyaretine gelir, Clara Heidi’nin dünyaya bakış açısından, yaşam sevincinden ve insanlara olan sevgisinden etkilenerek, güç alır ve yürümeye başlar. Birlikte olmak onlara yaşamak için güç vermektedir.
Anafikir: Heidi’nin yaşam dolu olması ve sevgisiyle insanları aydınlatması, yaşama döndürmesi ama onu yurdundan koparınca dalından kopartılmış bir çiçeğe dönüp, solması “bülbülü altın kafese koymuşlar, yine vatanım” demesi misali… çocukları yaşama sevinci buldukları yerden koparmamalıyız.
Kitabın Kahramanları:
Heidi: Kitabın başkahramanı
Dete : Heidi’nin teyzesi.
Peder: Çoban ve Hedi’nin arkadaşı
Klara: Frankfurt’ta yaşayan sakat bir kız, Heidi’nin arkadaşı
Bay Seseman: Frankfurt’taki evin beyi
Rotenmaier: Evin yardımcı hanımı
Sebastian: Evin uşağı
Diğer kişiler: Büyükanne, büyük hanım, Büyükbabası ve doktordur.

Kitabın Yorumu: Hayvan sevgisi, doğa sevgisi, duanın önemi, Allah inancı, ziyarete giderken hediye götürmek, doğruluktan asla vazgeçmemek, büyüklere saygı , arkadaşlık ve yardımlaşma yazarın değerlerini oluşturmaktadır.


Zekeriya ve ben gece okumalarımıza  neşe ile devam etmekteyiz.....