30 Ocak 2015 Cuma

Devlet İlacımızı Versin. "Mukopolisakkaridoz kısaca MPS"


























Bu Adresten İmzanızı Atabilir ve İnsanlığın hasta evlatlarına destek olabilirsiniz.

https://www.change.org/p/muezzinogludr-ekineila%C3%A7laz%C4%B1m-devlet-ilac%C4%B1n%C4%B1-versin-ekin-ve-onun-gibi-50-%C3%A7ocuk-kurtulsun?utm_source=action_alert&utm_medium=email&utm_campaign=228396&alert_id=NKiMfhWnNA_1jnyAi87tey8ZXp1Yxy6cGbBjTxLkCwTonWkzj5leZc%3D

26 Ocak 2015 Pazartesi

DA VINCI ŞİFRESİ...

Da Vinci Şifresi satışa çıktığı ilk haftanın sonunda büyük bir başarı kazandı. New York Times'ın 'en çok satanlar' listesine "1 Numara"dan girdi. Aynı zamanda Wall Street Journal, Publishers Weekly ve San Francisco Chronicle'ın 'en çok satanlar' listesinde ilk sıradaki yerini uzun süre korudu. Colombia Pictures kitabın film haklarını satın aldı. 

Harvard Üniversitesi Simge-Bilim Profesörü Robert Langdon, Paris'te iş gezisindeyken, gece yarısı, Louvre'un yaşlı müdürünün ölü bulunduğu haberini alır. Langdon ve yetenekli Fransız kriptoloji uzmanı Sophie Neveu, cesedin etrafındaki izleri takip ederek bu garip esrar perdesini araladıkça, ipuçlarının onları Da Vinci'nin tablosuna götürdüğünü keşfederler. Büyük usta bu sırrı herkesin görebileceği bir yere, ünlü eseri Mona Lisa tablosunun içine gizlemiştir.
Langdon bu garip bağlantıyı açığa çıkarınca tehlike artar. Cinayete kurban giden müze müdürü de, Sir Isaac Newton, Botticelli, Victor Hugo, Da Vinci ve aralarında diğer ünlülerin de bulunduğu gizli bir kuruluş olan Sion Manastırı Derneği'nin bir üyesidir. 
Langdon, aydınlatmaya çalıştıkları bu tehlikeli sırrın yüz yıllardır tarihin derinliklerinde gizlendiğinden şüphelenir. Böylece Paris ve Londra sokaklarında amansız bir kovalamaca başlar. Langdon ve Neveu, kendilerini, atacakları her adımı önceden bilen esrarengiz olduğu kadar da çok zeki olan bir adamla karşı karşıya bulurlar. Eğer bu karmaşık bilmeceyi çözemezlerse Priory'nin büyük yankılar uyandıracak bu çok eski gerçeği ebediyen kaybolacaktır.

Kitabın bitiş tarihi 26 Ocak 2015
İstanbul 2015/2

25 Ocak 2015 Pazar

The Best of You...

                                                   Seyretmeye Değer..

24 Ocak 2015 Cumartesi

İztuzu'na destek olur musunuz?

İztuzu gibi dünyada sayılı doğa koruma alanları ticari meta gibi rant amaçlı peşkeş çekilmemelidir. Sürdürülebilir turizmi destekleyen, katılımcı ve çevreci yönetim politikaları izlenmelidir.


https://www.change.org/p/iztuzu-nda-imara-hukuksuzlu%C4%9Fa-ve-ranta-hay%C4%B1r?utm_source=action_alert&utm_medium=email&utm_campaign=224556&alert_id=wjiZGeSXWn_MHmxvm7bWEO2X2jO14jxRqRXfWEvCpMY%2BKonfaMI%2FU8%3D

Kabir Azabına Dayanıklı Kefen Bezi...Artık Yersen, Yersiniz yersiniz,,,,

21 Ocak 2015 Çarşamba

Saatçi...


Bir Saat tamircisinin işi;
Zamana hükmetmek değil
Zamanın kıymetini bilmeyenlerin bozduğu saatlerini onararak
İnsanlara zamanın kıymetini hatırlatmaktır.
Saatçiler saatleri tamir edebilir ama
Bu konudaki ustalıklarının ve maharetlerinin
Kaybolup boşa giden zamana karşı hiçbir tesiri olmaz
Not; Bu metin “Reaksiyon” adlı diziden alıntıdır


 Asra (durduramayıp geçip giden zamana) Andolsun ki
Bütün insanların sonu hüsrandır…
Ancak
Allaha iman edenlerin
Salih ameller( i kesintisiz) işleyenlerin
Birbirlerine
Hakkı tavsiye edenlerin
Birbirlerine
Sabrı tavsiye edenlerin
(Akıbetleri Hüsran olmayacaktır)
Asr Suresi



İnternette dolaşan saat....


Osmanlı saatinde 12 anlam; Tevhid, İlim, İrfan,
Akıl, Hikmet, İnsan, 
Amel, Adalet, Ahlak,
Ümran, İslam, Hak.


18 Ocak 2015 Pazar

Kendime Not..


Peekay (PK... :) )


PK bir Bollywood filmi, benim keyif ile seyrettiğim 

Aamir Khan'ın son filmi. Çok gülebilir ve sorular 

karşısında tebessümde edebilirsiniz. Bir kaç 

rahatsız edici sahne dışında keyifli bir film.

16 Ocak 2015 Cuma

Batı'nın İslam'la Savaşı...

   Karikatür dolayısı ile Fransa’da meydana gelen saldırı ve on yedi kişinin ölümü ile neticelenen olayı doğru okuyabilmek için geniş bir perspektiften meseleyi değerlendirmek kaçınılmazdır. Daha önce Dolmabahçe ve Sultan Ahmet saldırılarını da bu çerçeve içinde okumak lüzumludur. Aslında geriye yaslanarak, daha geriden gelerek bir okuma yapmak ve özellikle İslam Coğrafyasındaki temel gelişmeleri de dikkate almalıyız.
          Yani liberal İslam, Ilımlı İslam ve benzeri tanımları ve stratejileri de dikkate almalıyız. Hatta son günlerde gündeme gelen Ak Parti’nin kuruluş sürecindeki uzlaşının neye tekabül ettiğini anlamlandırmalıyız. Ki meselenin özünü ıskalamayalım…
          Batı, İslam dışındaki bütün inanç ve kültürleri asimile etmeyi başardı. İslam ise tek başına direnmeye devam ediyor. Dikkat edin İslam kavramını kullanıyorum, Müslümanlar direniyor demiyorum. Çünkü Müslümanların kahır ekseriyeti de aslında teslim bayrağını çekmiş durumdadır. Ama İslam ilahi boyutu taşıması ile kendisine yöneltilen bütün tehditleri bertaraf edebiliyor. Çünkü mucizevi tabiatı her türlü yozlaşmaya ve çürümeye karşı koyabiliyor. Batının elitleri ise İslam’ı kendi kültür ve medeniyetlerinin bir parçası haline getirebilmek için her türlü desise, hile ve taktiği devreye koymaktan kaçınmıyor. Çünkü biliyor ki bu hali ile İslam, Batı kültürünü yok edecek potansiyeli elinde tutuyor ve bir gün Müslümanları ayağa kaldırarak yeniden büyük bir güce dönüştürebilir. İşte bu potansiyelin harekete geçmesini engelleme bağlamında her türlü strateji önem kazanıyor. Bu nokta da özellikle Peygamber (as) önem kazanıyor. Çünkü Kur’an’a yönelik her türlü saldırı yok edilebilir. Ama Peygamber (as) eğer Müslümanların nezdinde itibarsızlaştırılabilirse ve Müslümanların arasındaki farklılıkları çoğaltarak düşmanlık sebebi kılınabilirse Kur’an gibi bir ilahi kitabı Yahudilikten örnekle yorum üzerinden değişime açık hale getirilebilir. Bunun örnekleri bolca vardır. Mealcilik ve modernist yaklaşım buna örnek olarak verilebilir. Ya da tasavvuf ekollerinin kendi saf hallerinden uzaklaştırılıp bambaşka bir boyuta taşınabilir. İşte Mevlana ve İbn-i Arabî gibi şahsiyetlerin insanlık namına insanlık dininin en önemli figürleri haline getirilme çabaları ve uluslar arası çalışmalar…
          Şeytanın sağından, solundan, arkasından ve önünden kişiye yaklaştığı gibi batı da kültürlere ve medeniyetlere bu çerçeve içinde yaklaşarak onları baskı altına almaya ve dönüştürmeye çabalamaktadır. Çünkü saf bir düşünce, felsefi yaklaşım ve inanç bağlıları tehlikelidir ki, onları kirleterek saflıklarını bozduğunuzda artık tehlike olmaktan çıkarılabilirler. İşte batı son sürat bu yaklaşımını öne alıyor ve gereken her türlü gücü kullanıyor. Bilim, iktisat, siyaset, teknoloji ve kültürel faaliyetler ile sanat, estetik, sinema, basın ve medyanın bütün varyantlarını da devreye koyuyor.
          Fakat işin enteresan tarafı Müslümanların bütün bu olup bitenlere yaklaşımı çok safçadır. Sanki bir sorun yok gibi her şey, iyi işlerin ortaya konması adınadır. Irak, Afganistan, Suriye ve binlerce yerde milyonlarca Müslüman öldürülmemiş gibi hala insan hakları, özgürlük ve eşitlik teraneleri akis buluyor. Birde acı tarafı bazı Müslümanlar içerden satın alınmış, siyasi ikbal, iktisadi ikbal veya çıkarını oluşturacak benzer bir konum için batının içerdeki ajanı olmak için sıraya giriyor. İktidara geldiğinde zulüm üzere bir siyaset uyguluyor, iktisadi gücü olursa helal ve haram sınırlarını ortadan kaldırma çabasına girişiyor, öğrenim süreçlerinde seküler olanı uygulamaya geçiyor, dini eğitimi ise anlamsız ve gereksiz kılacak her türlü siyasi oyunu oynamaktan yorulmuyor.
          Olayın arka planını okumak yerine anın çekiciliğine kapılarak meseleyi özünden yakalamak yerine kendisine sunulan boyutu içinde kalarak ekmeklerine yağ sürmeyi marifet addediyor. Doğruyu işaret edene rastlayınca da komplocu diyerek etkisizleştiriyor. Böylece kendi çıkarını önceleyerek bu dünyada kaygısız ve ağrısız yaşamayı tercih ediyor.
          Ama İslam bütün bu olumsuzluklara rağmen ilahi boyutu ile potansiyel olarak kendini koruyor ve Müslümanların sersemce ve aptalca yaklaşımlarına da karşı koyuyor. Yani İslam iki türlü düşmana da karşı kendini koruyor, dışarıda batı ve onun temsil ettiği güçlere içerde ise hem batılı güçlere boyun eğenlere hem de aşırı ve yanlış çıkarımlar ile İslam üzerine kara bulutlar oluşturan akım ve yaklaşımlara da karşı koyuyor.
         Bu savaşın adını doğru koymalıyız: bu İslam’ın savaşı değil, tıpkı diğer felsefi ve kültürel yapıların savaşı olmadığı gibi…
          Yani yaşadığımız çağda hiçbir kültür aslında direk Batı ile bir savaşa girişmemiştir. Çünkü batı dışında hiçbir kültür ve medeniyet havzası saldırgan özellikler taşımıyor ve ötekileştirici bir fonksiyona sahip değiller. Batı ise kendisini öteki üzerinden kurduğu için düşmansız yaşayamaz. Bu gerçeği anlamak ve buna göre yeniden hayatı ve anlamı düşünmeliyiz. Yoksa Müslüman öldürüldüğünde sessizliğe gömülecek bir batılı öldürüldüğünde ise o kadar gürültü çıkacak ki oraya gürültüye katılmadığınızda kendinizi suçlu hissedeceksiniz. Artık bu duruma bir dur demenin vakti gelmiştir.
          Adı konulmamış bu savaşın mağdurları olduğumuz kesin de artık ağlamak ve zırlamak yerine yapılması gerekenleri yapmanın vaktidir. Önce böyle bir savaşın içinde olduğumuzu idrak etmeliyiz. Sonra bu savaşın gerektirdiği üzerine düşünmeye ve imal-i fikir etmeye çabalamalıyız. Ümmet olarak içinde bulunduğumuz ihtilafları bir tarafa bırakarak düşman karşısında top yekûn durmayı öğrenmeliyiz. Bu öküz hikâyesinde olduğu gibi: Meşhurdur, aslan ve üç öküz birlikteler. Aslan, öküzleri yemeyi kafaya koymuştur. İki öküze gider ve bu üçüncü öküz sizden farklı, bakın sizin başınıza iş çıkarabilir, ondan uzak durun der. Sonra tek yakaladığı o öküzü yer. Diğer öküzün yanına gider ve der ki bak bu öküz de diğer öküz gibi senden farklı ve ondan uzak dur, sana zararı dokunur der, sonra kemal-ı afiyetle onu da yer. Sıra artık kalan tek öküze gelmiştir ve aslan ona yaklaştığında o öküz meseleyi anlamış ama iş işten geçmiştir; sana ilk öküzü teslim ettiğimde aslında bende kendimi teslim etmişim meğer der ve aslan onu da yer…
          Müslümanların durumu da öküzlerin durumu gibidir. Her seferinde bir parçası kendisine kötü gösterilerek onun yenilmesine seyirci bırakılıyor. Ve bu böyle devam edip duruyor. Önce içerden birini destekleniyor, o halkı tarafından kötü görülür kılınıyor, sonra o kötü adam üzerinden herkesi yemeyi makulleştiriyor. Batı ile İslam coğrafyasının hikâyesi bu…
          Yetmez mi bu hikâye bir yerde bitmeli ve yeni bir hikaye başlamalıdır. İşte kim bu hikayeyi yazmaya başlayacak bütün mesele bu…

Abdulaziz Tantik

http://dusuncemektebi.com/bati-nin-islam-la-savasi-_m18224.html

15 Ocak 2015 Perşembe

Batı’nın Rehin Aldığı Avrupa Müslümanları (1)

Paris’teki kanlı dergi baskınının daha ilk saatlerinde ismi konuldu: ‘Fransa’nın 11 Eylülü’. Amerika Birleşik Devletlerinin liderliğindeki Batılı koalisyon güçlerinin İslam coğrafyasını kana boğup Müslüman soykırımı yapmasının meşruluk kılıfı olan 11 Eylül 2001 eylemlerinden mülhem bir atıf.
Fransa’daki dergi baskını, ister İslam Dünyasına yönelik komplo serilerinden birisi olsun isterse de kendi mantığı çerçevesinde İslami iddialı bir eylem olmuş olsun netice itibariyle büyük bir fitne ile karşı karşıya kalmış bulunmaktayız. Paris’teki eylemin ardından Fransa eli ile ‘mağdur’ bir havaya bürünen Batı dünyası, adalet arayan kalabalıkları ile bu mağdur rolünü uluslararası illüzyonist bir şova dönüştürdü. O kadar ki; devlet terörü ile eş anlamlı olan İsrail’in Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun tesellisine bile muhtaç bir Batı resmi çizildi.
Netanyahu’nun, kol kola yürüyen çeşitli devlet liderleri arasından kalabalıklara el sallaması bu illüzyonist şovun önemli bir parçasıydı. El sallayan Netanyahu şunu demek istiyordu: ''Bakın buradayım. Beni zalim bir kasap olarak lanetlediğiniz meydanlarınızdayım ve şimdi acınızı paylaşıyorum. İsrail, masum sivilleri katletmiyor. Teröristleri katlediyor. Sizi ansızın avlayacak, sizi rahatsız edecek, özgürlüğünüzü ve refahınızı elinizden alacak olan  teröristleri… Bu teröristleri çok yakından tanıyorsunuz: Müslümanlar ama bütün Müslümanlardır bunlar…'' 
Rupert Murdoch sosyal medyadaki açıklaması ile bu illüzyonun psikolojik alt yapısını Paris eyleminin daha ilk günlerinde oluşturmuştu: "Müslümanların çoğunluğu barışsever olabilir ama içlerinde büyüyen Cihatçı kanserin farkına varıp ortadan kaldırılana dek onlar da sorumlu sayılmalıdır." Murdoch bütün Müslümanları özür dilemeye davet ediyor. Ne de olsa bir medya imparatoru; meslekten bir illüzyonist.
Paris eyleminin ardından tepkiler iki ana tema üzerinden yürüdü. Birincisi; Fransa’nın sömürgeci geçmişini hatırlatan vahşet görüntüleri eşliğinde ortaya konulmaya çalışılan ‘haklılaştırma’ tepkileri, ikincisi ise İslam Dininin barışçı bir din olduğunu her fırsatta dile getiren ‘yatıştırma’ tepkileri.
Yatıştırma tepkileri de kendi içerisinde iki ana temaya sahip. Birincisi; İslam’ı salt kültürel bir olgu olarak gören Batıcı ve laik kesimin tepkileridir. Bu kesim tam da Murdoch gibi Cihatçı unsurları kanserli hücreler gibi görerek ‘uysal İslam’ı’ pazarlamaya çalışmaktadır. Kendi coğrafyalarından tarihsel bir kopuşu resmeden bu kesim, Batı kaynaklı ‘evrensel değerler’ kümelerinin artık arkaik bir hale geldiğinin farkında değiller. Evrensel değerler kümeleri ‘refah toplumundan risk toplumuna’ evrilmiş bulunan Batı için artık bir anlam ifade etmiyor. Evrensel değerler söylemini ‘ötekisi’ için bir dayatma araçsallığına dönüştüren Batı siyasal aklı, İslam Dünyasının entelektüel havzalarına aşılamaya çalıştığı bu söylemleri sahih ve güncel göstermeye çalışıyor. Batıcı ve laik kesimin göremediği ya da görmek istemediği Batı kaynaklı ‘evrensel değerler’ kümesi artık anakronik bir söylemdir.
Baskına uğrayan malum derginin haddi aşan terbiyesizliğini ifade özgürlüğü olarak görme eğilimindeki bu kesimin mensupları, Batı kentlerindeki havaalanlarında edep yerlerinin dahi yoklandığı ‘güvenlikçi bir Batı’ ile karşılaştıklarında pasaportlarında yazan ‘Müslüman’ kimliklerinden ya utanmaktadırlar ya da kabaran öfkeleri ile yüreklerinde tarihsel kopuşlarının bir muhasebesini yapmak durumunda kalmaktadırlar.
İkincisine yani İslami kaygıları olan ve kahır ekseriyeti oluşturan kesimin yatıştırma tepkilerine gelince esas sorun tam da burada başlamaktadır. Özellikle Avrupa’da yükselişe geçmiş olan ‘İslam Fobisi’ giderek İslam düşmanlığına dönüşmektedir. Müslümanların hedefe alındığı olaylar Avrupa’da hızla artmaktadır. Paris’teki kanlı dergi baskını ve sonrasında yaşanan tiyatronun neticesinde Avrupa’daki Müslüman toplumlara yönelik baskı ve saldırılar zirve yapacaktır. Avrupalı Müslümanlar rehindir.
Konuyu sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik açılardan tarihsel süreçleri bağlamında analiz etmeye devam edeceğim inşallah.  

Arif ARCAN

http://dusuncemektebi.com/batinin-rehin-aldigi-avrupa-muslumanlari-1-_m18217.html

12 Ocak 2015 Pazartesi

KUŞKU...

Hiçbir şeyden korkmuyorsun... Ya peki ölüm seni adım adım takip ediyorsa...

Hayatınızın en kötü anını unutabildiğinizi hayal edin...

Miles Kendrick mafyadan saklanan bir muhbirdir, en yakın arkadaşının ölümü yüzünden sıkıntılı anlar yaşamaktadır. Psikiyatristini gizli isteği üzerine ona yardımcı olmaya çalışan Miles, kendisini bir cinayetin ortasında bulur. Cinayet karanlıktır ve beraberinde Miles, illegal bir tıbbi araştırmaya da tanık olmak zorunda kalmıştır. Bu araştırma hem kendisine hem de milyonlarca stress hastalığına sahip insanlara yardımcı olacak bir ilacın üretilmesiyle ilgilidir. İlaç, kullanan kişinin tüm korkularını yenmesini sağlar. Yanlış zamanda yanlış yerde bulunan Miles, şimdi de eski bir FBI ajanı-şimdi ise bir kiralık katil olan-Dennis Groote'un hedefindedir. Groote, kızının hastalığına çare bulmak için aradığı ilacın Miles'ta olduğunu düşünür. Bu ilaç, piyasada olacak olsa paha biçilemez bir değeri olacaktır…
Groote ve gizli ajanlardan kaçıp hayatını kurtarmaya çalışan Miles, eski tecrübelerini kullanarak, bu ölümcül kovalamaca dan sıyrılmaya çalışacaktır. Bu macerada kendisine iki ilginç dost edinir: ruhen çökmüş bir emekli asker ve şiddetten münzevi bir kadın. Hepsini kurtarmak için çabalayan Miles, bir zamanlar olduğu gibi güçlü bir konumda olmak için son şansını kullanacaktır.

"Tecrübeli bir gerilim yazarı, güçlü karakterleriyle birlike eşsiz bir romana imza atmış, inanılmaz sahneler de bu maceraya farklı bir hava katmış. Abbott romanını akıl almaz kıvraklığı ve süpriz olaylarla süslemiş."
-South Florida Sun-Sentinel

"Fear adrenaline dolu bir gerilim romanı. Güçlü kalemiyle, aksiyon dolu bölümleriyle öfkeyi ve takıntıları, şok edici vahşiliği ve akıl almaz mekânlarıyla okurları oturdukları yere çivileyecek ve son sayfalarına kadar terletecek bir roman"
-Barnes & Noble Ransom Notes


"Aksiyon durmak bilmiyor, diyaloglar canlı ve inandırıcı." 
-BookPage

"Kalpler duracak."
-Cleveland Plain Dealer

"İddialı"
-Austin American-Statesman


Kitabın bitiş tarihi 11 Ocak 2015
İstanbul 2015/1


Japonya'da Kiraz Çiçekleri..























Çünkü, Samuraylar 

çok yaşamazlar...


9 Ocak 2015 Cuma

Kur'an dan Kalıcı Konut Duası....

Allah, inananlara da Firavun'un karısını misal gösterdi. O: Rabbim! Bana katında, cennette bir ev yap; beni Firavun'dan ve onun (kötü) işinden koru ve beni zalimler topluluğundan kurtar! demişti.

Tahrim Suresi(66) 11nci Ayet…

Ne istediğimize, niçin istediğimize, niye istediğimize ve

En önemlisi kimden istediğimizi yeniden gözden geçirelim.

7 Ocak 2015 Çarşamba

Derby the dog: Running on 3D Printed Prosthetics

Sadece.....


Gençken Yapmayı Başaramadığımız Şey....


Çizgiler...





Karikatürler Selçuk Demirel'e aittir
http://www.selcukdemirel.com/

Yıkılmamış..



1500 yıl kadar önce
Gemicileri için fener kulesi olarak yapılmış
Sonra başka biri eline geçirmiş
Esirler için zindan yapmış
Esirler bir bir bırakmış kendini gövdesinden
O içine atmış…
Başka biri
Yangın kulesi yapmış.
Yangın habercisiyken iki kez cayır cayır yanmış…
Yine de yıkılmamış
Biri çıkmış gelmiş
Rasathane yapmış onu
Deprem habercisiyken iki deprem görmüş.
Yara almış yıkılmamış
Bir zaman büyük bir fırtına çıkmış
Tutmuş kubbesi uçurmuş…
Beş savaş görmüş
On beş yara almış…
Yıkılmamış…

1 Ocak 2015 Perşembe

Aşkın Yüzü – The Face Of Love


Bizim yaş gurubu için seyredilebilir.

Bir iki sakıncalı sahne dışında rahatsız edici değil.

Değişik bir konu Ed Harris ve romantik bir filim....

Günün Nasihati...


Kafamda Bir Tuhaflık....

Kafamda Bir Tuhaflık hem bir aşk hikâyesi hem de modern bir destan. Orhan Pamuk'un üzerinde altı yıl çalıştığı roman, bozacı Mevlut ile üç yıl aşk mektupları yazdığı sevgilisinin İstanbul'daki hayatlarını hikâye ediyor. 1969 ile 2012 arasında, kırk yılı aşkın bir süre Mevlut, İstanbul sokaklarında yoğurtçuluk, pilavcılık, otopark bekçiliği gibi pek çok iş yapar. Bir yandan sokakların çeşit çeşit insanla dolmasını, şehrin büyük bölümünün yıkılıp yeniden inşa edilmesini, Anadolu'dan gelip zengin olanları izler; diğer yandan ülkenin içinden geçtiği dönüşümlere, siyasi çatışmalara, darbelere tanık olur. Onu başkalarından farklı kılan şeyin, kafasındaki tuhaflığın kaynağını hep merak eder. Ama kış akşamları boza satmaktan ve sevgilisinin aslında kim olduğunu düşünmekten hiç vazgeçmez.

Aşkta insanın niyeti mi daha önemlidir, kısmeti mi? Mutluluk veya mutsuzluğumuz bizim seçimlerimize mi bağlıdır, yoksa bizim dışımızda mı gelişip başımıza gelirler? Kafamda Bir Tuhaflık bu sorulara cevap ararken aile hayatıyla şehir hayatının çatışmasını, kadınların ev içlerindeki öfke ve çaresizliklerini resmediyor.

(Tanıtım Bülteninden)

Kitabın bitiş tarihi 31 Aralık 2014
İstanbul 2014/32

Ne yazık ki, bir şehrin şekli şemaili
Bir insanın kalbinden çok daha hızlı değişir.

Baudelaire, "Kuğu"