22 Nisan 2017 Cumartesi

Bize ne oldu? Hakikaten ne oldu?


Ahlak yoksunluğu...


Haksız değil Usta...


Prof. Dr. Türkan Saylan



Türkan Saylan (13 Aralık 1935, İstanbul - 18 Mayıs 2009, İstanbul)
13 Aralık 1935 günü İstanbul'da doğdu.[1] Cumhuriyet döneminin ilk müteahhitlerinden Fasih Galip Bey ile (evlendikten sonra Leyla adını alan) İsviçreli Lili Mina Raiman çiftinin beş çocuğunun en büyüğüdür. 1944-1946 yıllarında Kandilli İlkokulu ve 1946–1953 yıllarında Kandilli Kız Lisesi'nde okudu. 1963’te İstanbul Tıp Fakültesini bitirdi.[1] 1964-1968 yılları arasında SSK Nişantaşı Hastanesi’nden Deri ve Zührevi Hastalıklar Uzmanlığını aldı.
1968 yılında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı’nda Başasistanlığa başladı. 1971’de İngiliz Kültür Heyeti’nin bursuyla İngiltere'de ileri eğitim gördü, 1974'de Fransa’da ve 1976’da İngiltere’de kısa süreli çalışmalar yaptı, 1972’de doçent, 1977’de profesör oldu. 1982–1987 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı Başkanlığı’nı, 1981–2001 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Lepra Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürlüğü’nü yürüttü. 1990’da oluşturulan “İÜ Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi”nin kuruluşunda görev aldı ve 1996’ya kadar müdür yardımcılığı ile Kadın Sağlığı derslerinin koordinatörlüğünü yaptı. Dermatoloji Kliniği öğretim üyesi olarak 2002 yılı sonuna kadar çalıştı ve 13 Aralık 2002'de emekli oldu.

1976 yılında lepra (cüzzam) çalışmalarına başladı, Cüzzamla Savaş Derneği ve Vakfı’nı kurdu. 1986’da kendisine Hindistan’da “Uluslararası Gandhi Ödülü” verildi. 
2006 yılına kadar Dünya Sağlık Örgütü’nün lepra konusunda danışmanlığını yapmıştır. 
Uluslararası Lepra Birliği’nin (ILU) kurucu üyesi ve başkan yardımcısıdır. 
Avrupa Dermato Veneroloji Akademisi’nin ve Uluslararası Lepra Derneği’nin üyesidir. Dermatopatoloji Laboratuvarının, Behçet Hastalığı ve Cinsel İlişkiyle Bulaşan Hastalıklar Polikliniklerinin kurulmasında yer aldı. 
1981-2002 yılları arasında 21 yıl gönüllü olarak Sağlık Bakanlığı İstanbul Lepra Hastanesi Başhekimliği’ni yaptı.[2]


1957'de evlendi ve bu evlilikten iki oğlu oldu. Biri grafiker diğeri hekim iki oğlundan iki torunu vardır. Son 17 yıldır meme kanseri hastası olan Saylan, 18 Mayıs 2009 tarihinde saat 04.45'te vefat etmiştir.

18 Nisan 2017 Salı

Abluka - WILLIAM COHEN


ABD’nin Çin’i ve Rusya’yı abluka altına alma operasyonu..
Uluslararası bir komplo gerçekleşiyor..
Savaş neredeyse kaçınılmaz...


Amerika, süper güç olma yolunda hızla ilerleyen Çin ve onun en büyük destekçisi Rusya’dan giderek rahatsızlık duymaktadır. ABD Ortadoğu’nun, Asya’nın ve Kafkasya’nın kontrolünü bu ülkelere bırakmak istememektedir. Ancak tek başına hareket edecek konumda da değildir. Bekledikleri yardım fazla gecikmez. İsrail gizli servisi Mossad her türlü desteği vermeye hazırdır.

18 NİSAN 2017
2017/7 İSTANBUL

13 Nisan 2017 Perşembe

Kim olduğumuza kim karar verecek?

Kim olduğumuza,
Bizi 'Var eden'in dışında birilerinin karar vermesine izin veriyoruz.
Bizi kendi icatları olan hevâ ve heveslerle hamur ya da daha doğru deyişle çamur gibi yoğurmalarına izin veriyoruz.
Bize; hayatımızı, vaktimizi, bedenimizi, zihnimizi ve kalbimizi ne ile meşgul edeceğimizi söylemelerine izin veriyoruz.
Bizi birer kuklaya çevirmelerine ve iplerimizle istedikleri gibi oynamalarına izin veriyoruz.
Ve ne yazık ki, bütün bunların sorgulamadan muaf birer alışkanlığa dönüşmesine de izin veriyoruz.
Yanlışlar, hatalar ve günahlar, vazgeçmesini bilen için paha biçilmez birer nimettir.
Onlara, nedamet kapısını artık açılamaz hale getirecek kadar alışmanın sonuysa herhalde hüsrandan başka bir şey değil!
Keşke bilebilsem ve keşke bilebilsek!
Gökhan ÖZCAN


6 Nisan 2017 Perşembe

ÖYLE AMA ANLAMASI ZOR...


Zulüm İmgelerinde Zalimi Unutmak

Yapılan zulmü usulüne uygun bir biçimde aşikâr etmek, ümmete duyurmak, vicdan sahiplerini haberdar etmek elzemdir. Hatta vaciptir. Usulüne uygun biçimden kasıt; zulüm olayını haber dili ile aktarmaktır: “Ne, nerede, ne zaman, nasıl, kimlere, kimler tarafından ve neden” sorularını cevaplayan bir haber, tam bir haberdir. Haberin ardından yorum ve tepkilerin ortaya çıkması bu doğal sürecin bir parçasıdır.

Uzun bir zamandır dünya, yaygın, sistematik, gaddar ve ölçüsüz bir zulmün pençesindedir. Milyonlarca masum insan katledildi, sakat bırakıldı, en yakınlarının ölümüne şahit olmak zorunda bırakıldı, yurtlarından yuvalarından sürüldü, aileler, hayatlar parçalandı ve yok edildi. Elan zulümler hız kesmeden ve katlanarak devam etmektedir.

Bu bağlamda sureti haktan gözüken, haber kılığına bürünmüş doğal olmayan bir araçsallık devreye girmektedir. Bu araçsallık; yanmış, yakılmış, parçalanmış, boğulmuş, boğdurulmuş, işkencelere maruz kalmış, topluca katledilmiş, açlıktan, susuzluktan kırılmış, bir deri bir kemik kalmış, kimyasal ve biyolojik silahlarla kavrulmuş, buharlaşmış, ırzlarına tasallut edilmiş, yurtlarından yuvalarından sürülmüş çaresiz mazlumlara ait zulüm imgelerinin fütursuz bir şekilde ortaya saçılması ve bu imgelerin adeta bir dava aşkı ile paylaşılıp çoğaltılmasıdır. Sosyal medya marifetiyle çığ gibi büyüyen bu fütursuzluk, temelde zulmün ve sonuçlarının tüketilmesine, zalimin ortadan kaybolmasına karşılık gelmektedir.

Doğal haber dilinin aktarmış olduğu temel gerçeklik dışında, mevcut temel gerçekliği aşmayan, farklı bir gerçekliğe de işaret etmeyen zulüm imgelerinin servis edilmesi neye ve kime hizmet etmekte, servis edilen korkunç zulüm imgelerini paylaşarak fütursuzca çoğaltanlar nasıl bir ruh hali içinde hareket etmekte ve bu hareketlerinin temel saiklerini neler oluşturmaktadır?  
Zulüm İmgelerini Bilinçli ve Sistematik Bir Biçimde Servis Edenlerin Amaçları:

1- Zulmün boyutlarını görsel zenginleştirmeler marifetiyle imgesel olarak büyütmekte, “inşa edilmiş korkuyu” hedef coğrafyalara salmaktadırlar. Böylece korku eşiği gittikçe düşmekte, hedef toplumlar “öğrenilmiş/belletilmiş çaresizlik sendromuna” duçar edilmek istenmektedir.

2- Zulme uğramış toplumları edilgen bir hale getirmekte, toplum, yaşadıklarını “kader” olarak görmeye başlamakta, psikolojik bir travma meydana getirilerek bireysel ve toplumsal direnç birikimleri anlık öfke ve infial duyguları ile deşarj edilerek özgüven ortadan kaldırmak istenmektedir.

3- Hedef toplum ve toplumu oluşturan bireyler kendilerini salt zulmün bir objesi olarak görmekte, toplumsal varoluş gerçekliği ile toplumsal devamlılık ile temsil edilen temel değerler değersizleştirilmekte, toplum, tarihinden, müktesebatından ve gelecek tasavvurundan kopartılarak derin bir anlamsızlık girdabına itilmektedir. Tarih de, varoluş gerçekliği de ve gelecek tasavvuru da artık zalimin bizatihi kendisi olup çıkmaktadır.

4- Ümmetin ya da bütün bir insanlığın çaresizliği aşikar edilmekte, travma küresel bir salgına dönüşmektedir. Bu salgın neticesinde genelde bütün bir insanlık özelde ise bütün bir ümmet kendisini değersiz hissetmekte, yaygın umutsuzluk, travmatik salgını ölümcül bir hale getirmektedir.

5- En önemlisi, gittikçe çoğalan zulüm imgeleri sıradanlaşmakta, kanıksanmakta ve nihayetinde iki boyutlu düzlemde mazlum temel objeye dönüşerek zalim kaybolmakta ve unutulmaktadır.

Zulüm İmgelerini Fütursuzca Paylaşıp Çoğaltanlar Nasıl Bir Ruh Hali İçinde  
Hareket Etmekte ve Hareketlerinin Temel Saikleri:

1- Evvela mazlumdan yana bir refleks ile hareket edilmekte fakat zulüm imgelerini bilinçli ve sistematik bir biçimde servis edenlerin yukarıda izaha çalışılan amaçlarına alet olunmaktadır. Zulüm odaklarının zaten birincil amacı da bu gönüllü taşıyıcılığın sağlanmasıdır.

2- Mazlumdan yana yapılan tarafgirlik gösterisi, maddi ve manevi açıdan maliyetsiz ve emniyetli bir biçime dönüşmektedir. Bu durum maşeri vicdanı kandırmaya yönelik bilinçdışı bir eylem olduğu kadar bilinçli bir tercihi de yansıtmaktadır. Zira mazlumun yanında görünüyor olmanın getirisi hesaplanmakta, dâhil olunmuş bulunan sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik grubun hassasiyetlerini gösteren grup normlarına salt biçimsel bir bağlılık gösterisi sergilemenin bir aracı olarak hizmet görebilmektedir.     

3- Sahte bir duyarlılık aracı olarak hizmet ifa eden zulüm imgeleri, taşıyıcıları tarafından bir obje olarak görülmekte, zulüm imgelerindeki ve zalimin eylemlerindeki zulmün şiddet ve derinliği arttıkça zulüm imge ve eylemleri obje olarak daha değerli bir hale gelmektedir.

4- Kişi ya da topluluklar kendilerine dokunmadıkça zulmü seyirlik bir hale getirmekte, zaten bütün bir dünyanın duyduğu, gördüğü ve artık kanıksadığı zalimin eylemlerini duyurmak ve görünür kılmak gibi sahte ve sonuçsuz bir eylem içine girerek sanki “varmış gibi” yaparak varlığına bir gereklilik ve bir meşruluk devşirmek istenmektedir.

5- Zulmün imgelerine yoğunlaşan zihin zalimi görememekte, çoğaltılan ve temel obje haline getirilen mazlumun baskın varlığı nedeniyle zalim, imgesel boyutta yok olmaktadır.    

Zulüm İmgelerinde Sergilenen Mazlumların Haklarına Tecavüz Edilmektedir:

1- Sosyal medyada profillerine, çiçek, böcek, kurt kuş, manzara koyarak kişisel mahremiyetlerini korumaya çalışan zevat, aynı hassasiyeti, zulüm imgelerinde sergilenen insanlardan maalesef esirgemektedirler. Velev ki bu insanlar vefat etmiş olsunlar. Mensup olduğumuz pak dinimizin cansız bedenlerin mahremiyetine göstermiş olduğu ihtimam izahtan varestedir.

2- Çoğaltılmış ve yaygınlaştırılmış zulüm imgelerinde donup kalmış cansız bedenler bir türlü toprakla buluşamamaktadır. Zulüm imgelerindeki insanların yakınları, sevenleri, dostları, komşuları sürekli cesetler ile yaşamaya mahkûm edilmektedir.

3- Toplumsal ve bireysel travmalara yol açan zulme ait kötü hatıralar sürekli güncel tutulmakta ve zalimin eylemleri diri tutularak korku durumu devam ettirilmektedir. Zira dijital dünya, kaydetmiş olduğu hiçbir şeyi unutmamakta ve silmemektedir.

4- Eşinin, çocuğunun, ana ve babasının, dost ve akrabalarının en doğal insanlık hallerini bile belirli bir mahremiyet perdesi ile korumaya çalışan zevat, zulüm imgelerindeki insanları artık bir obje olarak gördükleri için onlara hiçbir özeni göstermemekte ve onların temel mahremiyetlerine saygı göstermemektedirler.

Zulüm imgelerini sürekli olarak fütursuzca paylaşıp çoğaltanları, bilinçaltlarını esaslı bir temizliğe tabi tutmaya davet ediyorum. Zira yapmış oldukları, pornografinin bir türünden başka bir şeye karşılık gelmemektedir. Şiddet ve zulüm imgelerine dikkat kesilip bunları biriktirmenin ve fütursuzca paylaşmanın başkaca bir izahını bulmakta zorlanıyorum. Öfke ve infial halinde bir defaya mahsus bu eylemi yapanları elbette tenzih ediyorum.
Arif ARCAN
6 NİSAN 2017

3 Nisan 2017 Pazartesi

Şimdiler de neyi eksik yapıyor olabiliriz?

Ali İmran Suresi-103. Hep birlikte Allah'ın ipine (İslâm'a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O'nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız.
104. Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir. 

105. Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için büyük bir azap vardır.
106. Nice yüzlerin ağardığı, nice yüzlerin de karardığı günü (düşünün.) İmdi, yüzleri kararanlara: İnanmanızdan sonra kâfir mi oldunuz? 
Öyle ise inkâr etmiş olmanız yüzünden tadın azabı!
107. Yüzleri ağaranlara gelince, onlar Allah'ın rahmeti içindedirler; orada ebedî kalacaklardır.
108. İşte bunlar, Allah'ın, sana hak olarak okuduğumuz âyetleridir. Allah hiçbir kimseye haksızlık etmek istemez.
109. Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. İşler, dönüp dolaşıp Allah'a varır.
110. Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten meneder ve Allah'a inanırsınız. Ehl-i kitap da inansaydı, elbet bu, kendileri için çok iyi olurdu. İçlerinde iman edenler var; çoğu yoldan çıkmışlardır.

1 Nisan 2017 Cumartesi

Doğru ile Amel Etmek Ya da Oyalanmak

“Millet-i İbrahim’in” Yalnızlığı Karşısında “Doğru İle Oyalanan Ahalinin” Çokluğu

Bereket dolu başaklar nazlı nazlı salınıyorlar.
Vızıldayan arılar, coşkun akan ırmak, ötüşen kuşlar…
Güneşin olgunlaştırıcı dokunuşları, gecenin kadifemsi örtüsü ve mutlu yuvalar.
Nemrud’un surlarla çevrelenmiş şehirleri güveni iliklere kadar hissettiriyor.
Ama İbrahim mutsuz, derin iç geçirmeleri putların ablak suratlarını kıpırdatmıyor.
Ama İbrahim anlamıyor; yaşıyor sayılabilmek için ezici ağırlıkların altında girmek mi gerek?
Daha dün şehir meydanında komşu şehirden bir genci idam ettiler.
Coşkun akan ırmağın, Nemrud’un değil de Allah’ın olduğuna hükmetmiş;
Genç, yıkıvermiş bendini Nemrud’un hiç düşünmeden.
Su öyle bir neşe ile buluşmuş ki susuzluktan çatlamış topraklarla…  
İdam ettiler. Boynu bükük, çaresiz ailesinin gözleri önünde…
“Bizim buğdayların da salınmaya hakkı yok muydu” diye soracak oldu hanımı,
“Vızıldayan arıların sadece bu şehirli olduğuna dair delil” isteyecek oldu beli bükük babası,
“Evlat acısı ile nasıl yaşanabileceğinin bilgisini” öğrenecek oldu garip anası…
Meydandaki ahali öldürücü bir nefretle sıraladılar yaşıyor sayılabilmenin şartları ile suçlarını:
- Güvenlik içinde olmamız gerekiyor. Siz bu güvenliği tehdit ettiniz.
- Üretmek ancak güvenlik içinde mümkündür. Ama siz güvenliğin bedelini ödemediniz.
- Hayatta kalabilmek için güçlü bir şehre ait olmak gerekir. Sizin şehriniz sizi koruyamadı.
- Bir şehre ait olmak; şehrin ezici ağırlığı altına girmektir. Ama siz hiçbir ağırlık istemediniz.
- Nimet kazanılan bir şeydir. Ama siz nimetin verili olduğunu düşündünüz.
İbrahim şaşkın, ahalinin söyledikleri temelde doğruydu.
Ama yaşıyor sayılabilmenin ürettiği ezici ağırlık yanlıştı ve zalimceydi…
Görkemli kamusal alanlara, sanayicilere, tüccarlara, devlet görevlilerine, askerlere baktı.
Kamusal alanları dolduran putlara, sembollere, veciz sözlere ilişti gözleri.
Ücreti mukabili kazançları kutsayan rahipler sürüsünün mağrur duruşu kalbini sıkıştırdı.
Şehrin ezici ağırlığını bir kat daha arttırmak için kafa patlatan işinin ehli bürokratlar,
Saray nedimesinin eşliğinde millet düşmanına lanet yağdıran gözdeler,
Bitip tükenmeyen nöbetlerdeki asker ve komutanlar,
Şehre estetik katmak için ilham perilerini kovalayan sanatkârlar,
Bunlar üretmeden tüketen ezici ağırlıklar…
Ahali temelde doğru söylemekteydi ama üstlerindeki ezici basınca itirazları olamadığı için;
“doğru ile oyalanma” halindeydiler.
Doğru ile oylanma muhafazakârlara yarıyor.
İdam edilen genci ve ailesini yaşam biçimlerine yönelmiş bir tehdit olarak görmek,
gencin eylemindeki tutarlı hakkın genel bir kanı haline gelmesini önlemek için “kamu düşmanı” ilan etmek.
İbrahim üzgün, sıkıntılı ve Rabbine yalvarmada;
14.37 - “Rabbimiz! Ben çocuklarımdan bazısını, senin kutsal evinin (Kâbe’nin) yanında ekin bitmez bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz! Namazı dosdoğru kılmaları için (böyle yaptım). Sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir, onları ürünlerden rızıklandır, umulur ki şükrederler.”

Arif ARCAN
16 MART 2017

Prof. Dr. Feryal Özel



Feryal Özel, (d. 27 Mayıs 1975), Türk astrofizikçi.


Anne ve babası doktor olan Feryal Özel, Üsküdar Amerikan Lisesi'nden mezun olduktan ve 1996 yılında Columbia Üniversitesi'nde Fizik ve Uygulamalı Matematik eğitimini okul ikinciliği ve "Yüksek Onur Derecesi" ile almasının ardından, 1997'de Kopenhag "Niels Bohr Institute"'de fizik üzerine yüksek lisansını bitirdi. 
2002 yılında da Harvard Üniversitesi'nde astrofizik üzerine doktorasını tamamlayan Özel, adının ilk kez 2003 yılında dünyanın en tanınmış bilim insanları ile birlikte "Büyük fikirler" listesine alınmasıyla tanındı. 
2002 yılında NASA İleri Araştırmalar Enstitüsü'nde görev yaptı. 
2005'te profesör olan Feryal Özel evli ve iki çocuk annesi olup, birçok ödül, takdir ve burs kazanmış, Türkiye ve dünya basınına haber olmuştur. 
Feryal Özel halen Arizona Üniversitesi'nde çalışmalarını sürdürmektedir.

Hay amores - Shakira



Ah aşkım, senin için yapamayacağım şey yok 
Bir saniyeliğine benim olman için, dünyadan uzakta 
Ve bana yakında 
Ah aşkım, denizin kumlarına karışan 
Magdalena nehri gibi 
Sana karışmak istiyorum 

Acıya dayanıklı hale gelen aşklar var, 
Senin için büyüyen duygularım, tıpkı yıllar geçtikçe güzelleşen şarap gibi 

Kışı bekleyip çiçek açan aşklar var 
Ve sonbahar akşamında yeniden yeşeren 
Tıpkı sana duyduğum aşk gibi 

Ah aşkım, denizi unutma 
Gece beni hatıralarına ağlarken gören (denizi) 
Ah aşkım, o günü unutma 
Seni, benim yaşamak zorunda olduğum zavallı hayattan ayıran 

Acıya dayanıklı hale gelen aşklar var, 
Senin için büyüyen duygularım, tıpkı yıllar geçtikçe güzelleşen şarap gibi 

Kışı bekleyip çiçek açan aşklar var 
Ve sonbahar akşamında yeniden yeşeren 
Tıpkı sana duyduğum aşk gibi 
Sana duyduğum... sana... tıpkı sana duyduğum aşk gibi

Kolera Günlerinde Aşk filimin'den