31 Aralık 2017 Pazar

Akademik Başarı ve Hayat Becerileri..

05 Aralık 2017 tarihinde yapılan Akademik Başarı ve Hayat Becerileri dersine, İstanbul Ticaret Üniversitesinde İletişim Fakültesi Dekanı olarak görev yapan Prof. Dr. Mim Kemal Öke katıldı.

“Prof. Dr. Mim Kemal Öke, hayattaki hedefini şöyle açıkladı:
“Yaşamımda başarıyı değil de mutlu olmayı hedefledim. Mutlu olabilmek için başkalarını mutlu etmek gerekir. Ne kadar çok mutlu edersen o kadar çok mutlu olursun. Birine yardım ettiğinizde onun güldüğünü görmenin verdiği hazza diyecek yoktur. Bu dünyada önemli olan tek şey faydalı insan olmaktır. Hayatta başarısız ol, yenil, ne olacak? Bırak, karşındaki mutlu olsun.”

Dekanımız, zorluklarla baş etmede ilk şartın, onları kabullenmek olduğunu söyledi: “Kararlarımı alırken hep duygusal, hep romantik hareket ettim. Pire için çok yorgan yaktım, gerekirse yine yakarım. Zorluklar karşısında geliştirdiğim stratejilerim de olmadı benim. Zorluklarla mücadele edebilmenin ilk şartı, o zorlukları peşinen kabul etmektir. Erenlerden birine ‘Bize öyle şey söyle ki dünyada olmasın’ demişler. O da ‘Rahatlık’ cevabını vermiş. Dünyada rahat olmak, diye bir kavram yok! Bir de zorluklara, zorluk gözüyle bakmayın. Onları sorun olarak görmeyin. Başaramadığınız hiçbir şeyi kendinize sıkıntı yapmayın. Hayatımdan sorun kelimesini çıkardım, zorluklara hiç takılmadım. Belki de birçok insan için büyük sorun sayılabilecek olaylar geçti başımdan, bu anlarda tam teslimiyeti seçtim.”

Mim Kemal hocamız, büyükleri mutlu etmenin gereğine, çocukluğuna ait anılar vasıtasıyla şöyle değindi: “Küçüklüğümü hatırlamaya çalışıyorum… Atatürk’ün doktoru Mim Kemal’in torunu olmak… İkisi de bakan dedeler, ekâbir bir aile, Nişantaşı… Birçok insanın düşündüğü gibi zengin bir aile çocuğu değildim. Ben doğduğumda babam iflas etmişti. Üstelik hovarda, alkolik ve kavgacı bir adamdı. Ölmeden önce beni yanına çağırdı. ‘Oğlum, senden helallik istiyorum; çünkü dedenden kalan bütün serveti yedim, sana bir şey kalmadı; ama biliyor musun tam istediğim gibi harika bir hayat yaşadım ve çok mutlu bir şekilde gidiyorum bu dünyadan.’ dedi. Böyle mutlu bir insanı uğurlarken ne denir? ‘Güle güle baba’ dedim ve kalan borçlarını kıt imkânlarımla ödedim. Anneme gelirsek… Maalesef annem de alkolik ve kumarbazdı. Bir çocuk olarak böyle bir ortamda bulunsaydınız ne yapardınız? Ya hayata küserdiniz ya da yalnızlığa sığınırdınız. Ben ikincisini seçtim, o sığınaktaki en iyi dostlar kitaplarım oldu. Yaşadıkları hayattan dolayı ne annemi ne de babamı yargıladım; hayatım boyunca onları mutlu etmeye çalıştım. Bir gün lisedeyken babam ‘Tekvando öğreneceksin’ dedi. O zamana kadar hiç spor yapmayan ben, sırf babam istiyor diye, tekvando öğrendim ve siyah kuşağa kadar çıktım. Böylece babamı mutlu ettim. Robert Kolej’i bitirdim, ailemde kimsenin akademik yanı olmamasına rağmen annem ‘Cambridge’e gideceksin’ diye tutturdu. İki yıl uğraştım oraya girmek için, sonunda başardım. Okuldaki tek Türk bendim. Türklüğüme laf gelmesin, kendimi ezdirmeyeyim, diye öyle çok çalıştım ki çalışmaktan masada bayıldığımı bilirim. Bu çalışma temposuyla okulu yedincilikle bitirdim. Böylece annemin de dileğini yerine getirdim. Büyüklerin isteklerini yerine getirmek, küçük küçük hediyelerle onları mutlu etmek çok önemlidir.”

Dekanımız, “Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır” sözünü doğrularcasına eşinin, onun yaşamına katkılarından bahsetti: “İyi bir eşle evlilik, gerçek bir hayat becerisidir. Bir evlilikte bütün iş hanımdadır, biz erkeklerin birçok şeye kafası basmaz. Bugün geldiğim noktaya beni taşıyan eşimdir. İyi bir eş, iyi bir baba olmamı o sağladı. Biz iki gariban olarak evlendik, her kuruşumuzu birlikte yaptık. Evlendiğimizde evde halımız yoktu, bir vazo alınca mutlu olurduk. Hayat becerileri deyince akla gelen adam ben olmamalıyım aslında. Burada hoca olarak gördüğünüz Mim Kemal’in dışında bir de evde eş olan Mim Kemal var. Evdeki Mim Kemal’in elinden hiçbir şey gelmez; banyoyu ıslak bırakır, yemeği yakar, buzdolabında her şeyin bir yeri vardır, onları asla hatırlamaz. ‘Ya peyniri doğru yerine koyamazsam?’ korkusuyla buzdolabını açmaya çekinirim. Kırk iki yıldır evliyiz, hâlâ bazı şeyleri akıl edemiyorum. Mesela bir misafirimle eve geleceğimi önceden haber vermeyi unutuyorum. Tabii misafir gidince hanım çok kızıyor. Sonra saatlerce odama kapanıp okuyup yazıyorum. Kendimi bildim bileli bu böyle. Günde iki yüz sayfa, en az dört saat okurum. Evde hiç çekilir bir adam değilimdir anlayacağınız. Böyle bir adamla yaşamak çok zordur. Neval, evlendiğimiz ilk yıllarda şöyle derdi: ‘Hayatında bir kadın olsa onunla mücadele edebilirdim ama kitaplarınla nasıl mücadele edilir, bilmiyorum.’ Yaptığım hiçbir çalışmayı akademik başarı olsun, diye yapmadım. Ben okumayı, araştırmayı, yazmayı, tarihi çok sevdim. Boğaziçi’nde çalışırken, ‘Çok yayının var, profesörlüğe başvur’ dediler. Her alanda beni toparlayan Eşim Neval sağ olsun burada da yardımıma koştu ve bütün dosyalama işleriyle ilgilendi. Yirmi üç yıl geçti profesör olalı, ‘Ben oldum artık’ diye okumayı bırakmadım, daha çok okudum. Entelektüel olmak istiyorsunuz, başka çareniz yok.”

Mim Kemal hocamız, çocuklarıyla yaşadığı tecrübelerde, Allah’a tam teslimiyeti seçtiğini şöyle anlattı: “Evliliğimizdeki mutluluğumuz Alihan’ın doğumuyla katlandı; ancak onun bir mavi çocuk olduğunu, yani bir kalp sorunuyla doğduğunu öğrendiğimizde yıkıldık. İyileşmesi için gerekli ameliyat ancak yurtdışında yapılabiliyordu. Ben Boğaziçi Üniversitesinde asistan olarak çalışıyorum, paramız yok. Çocuk ameliyat olmazsa her an ölebilir, demişler eşime. Neval üzülmeyeyim diye, bu aciliyeti bana söylemeden para biriktirmeye çalışıyor. Asistan maaşıyla ne kadar biriktirebilecek? O dönem benim için çok zor; Ermeni olayları üzerine çalışıyorum, yaşananların bir soykırım olmadığını belgelerle anlatmaya çabalıyorum. Tabii bu durum bazı mercilerin hoşuna gitmiyor; böyle yazıp çizdiğim için de tehditler alıyorum, suikastlarla karşı karşıya kalıyorum. Evim basıldı, çocuğumu kaçırmaya çalıştılar falan… Yapayalnız, tek başına bir adamım. O günün parasıyla 12.000 TL’ye ihtiyacımız var. Kütüphanemi satışa çıkarmaya karar verdim, Neval karşı çıktı. Bir de üstüne üstlük, uğraştığımız konulardan dolayı yurtdışına çıkma yasağıyla beraber tazminat cezası da gelmedi mi? Bu çaresizliklerle bir gün üniversitedeki odamda oturmuş, ne yapacağımı kara kara düşünüyorum. İçeriye bir adam girdi: ‘Burada 20.000 TL’lik çek var. Çocuğunun ameliyatını yaptır, geriye kalanla gez, dolaş. Bunun karşılığında senden sadece bir şey istiyorum: Yazdıklarını yalanlayacaksın, soykırım yapılmıştı, diye yazı yazacaksın.’ dedi. Durumumu düşünün: Bir yanda çocuğumuz, bir yanda alçakça bir iftira! Tabii ki bir saniye bile düşünmedim, asla böyle bir şey yapmayacağımı söyledim. Bunun üzerine ‘Biliyor musun bu çekteki 4.000 TL’yi birine versem seni hemen hallederler’ dedi. O günü hiç unutamam: Yağmurlu bir gün ve Bebek’e doğru yürüyorum. Yağmur gözyaşlarıma karışıyor. ‘Medet ya Rab! Senden başka kimsem yok. Bir tek sen varsın.’ dedim. Sonra bütün zorluklar nasıl aşıldı, çözüm yolları önüme birer birer nasıl serildi, ben bilmiyorum. Bazı şeyler için sabırsız olmamak lazım, zamana ihtiyaç vardır. Neyse uzatmayalım, sonunda eşimle birlikte oğlumuzu ameliyat edecek hastaneye gidebildik. Doktor çok karamsar bir tablo çizdi bize. Ameliyat sonrası yirmi beşte bir felç, kırkta bir ölüm riskinin olduğunu söyledi. Hastane yakınında bir pansiyonda kaldık. O gece, sırt sırta yatarak ikimiz de hüngür hüngür ağladık. Bir aile olduğumuzu ve bunun ne kadar büyük bir nimet olduğunu işte o an anladım. Ertesi gün ameliyathanenin kapısında Alihan’a şöyle bir baktım, sakinleştiricinin etkisine girmeye başlamıştı. ‘Ey Allah’ım! Oğlum senin emanetindir, nasıl biliyorsan öyle yap!’ dedim. Tam teslimiyet böyle bir şeydir. Ameliyat bitti, doktor çıktı. ‘Oğlunuzun durumu çok iyi. Bu ameliyatı ben mi yaptım bir başkası mı anlamadan ameliyat başarılı bir şekilde bitiverdi’ dedi. Çok şükür Alihan iyileşti ve sağlıklı bir şekilde yaşıyor.”

“Sonra kızım Nazlı, Down Sendromlu bir bebek olarak doğdu, hayatımda yepyeni bir dönem başladı. O zaman anladım ki Allah’ın yarattığı hiçbir şey kusurlu değildir; görene ve anlayabilene o yaratılanda bir hikmet vardır. Hüsranlardan hikmet çıkarabilmelisiniz. Kızımla birlikte engelliler dünyasına girdim ve yaşama, insanlığa dair çok şey öğrendim. Hayatta Allah vardır ve ona tam teslimiyet gerekir. Allah insaflıdır, sınavında sorumlu olduğun kitabı vermiş sana ki önceden çalışasın. Onun katına vardığında ‘Sana verdiğim hayatı nasıl geçirdin? Bir kimse için güzel bir şey yaptın mı?’ diye soracak. Cennet beklentisi ve cehennem kaygısıyla yaşıyorsan bir şeyleri ıskalıyorsun. Yaptıklarını, beklentin olmaksızın aşkla, muhabbetle yapmalısın. Aşkla, ömür geçirmenin, insanlara sevgini verebilmenin gücü çok önemlidir. İnanın zorluklar karşısında geliştirdiğim hiçbir stratejim yok. Denize girersiniz, şöyle suyun üstüne sırt üstü yatarak suya bırakırsınız ya kendinizi, işte öyle Allah’a teslim olurum sadece. Cenabı Hakkın buradaki tecellilerini görmeye çalışın. Bu hayata niye geldiğimizi sorgulamamız lazım. Bu dünyada hınzırlar ve Hızırlar vardır. Siz Hızır olmaya çalışın, insanlara dokunun. Bugün Dünya Gönüllülük Günü. İnsanlara iyilik yapmaya gönüllü olun. Tekrarlıyorum, başkalarını mutlu etmek kadar mutluluk verici bir başka duygu yoktur, inanın. Burada bir anımı paylaşmak istiyorum: Engelli çocuklarla yaptığımız çalışmalardan biri de onlarla dans etmektir. Grubumuzda otistik bir kızımız vardı. Hiçbir şekilde dış dünyayla iletişim kurmuyordu. Otistikler gözünüzün içine bakmaz, onunla ilgilenirseniz, size tepki vermez, kendini kapatır. Ben çocuklara vals öğretiyordum. Annesi artık ümidini kesti, çocuğu alıp gitmek istedi. Ben o dansı ona öğretmeye kararlıydım, gitmelerini engelledim. Her dersin başında, tepki vermese de hep onun yanına gittim, ona yakınlaşmaya çalıştım, espriler yaptım. Böylece uzun bir zaman geçti. Sonra bir gün baktım ki bana doğru geliyor. İnanın ayaklarım titremeye başladı. Yanımda durdu ve gözlerimin içine baktı. Hâlâ titriyorum, ‘Tuvalete mi gitmek istiyorsun?’ diye sordum. Dans etmek istediğini söyledi. Hayatımda yaptığım en güzel danstı o. Kazandığım zafere, paha biçilemezdi. Bir de annesinin mutluluğunu görmeliydiniz, anlatılamaz… Deste deste trilyonlar dökülse önüme o anda yaşadığım hazzı vermezdi bana. Böyle mutluklarınız olmalı hayatta.”

Prof. Dr. Mim Kemal Öke, haramdan ve komplolardan kaçınılması gerektiğine, ruhun ve vatanın kutsallığı bağlamında şu şekilde değindi: “Hayatımda bazı şeylere çok dikkat ettim. Helal, bunların başında gelir. Oğlum bir işyeri açtı. Bu işletmeyi devam ettirebilmek için bazı haram yollardan bahsetti. Karşı çıktım; ‘O zaman batarız baba’ dedi ve battık. Bir zaman sonra oğlumu yanıma çağırdım: ‘Bak!’ dedim, ‘Sen bu olaydan iki şey öğrendin: 1. Senin için parayı asla esirgemeyeceğimi, 2. Ruhun satılmaması gerektiğini.’ Ruhunuzu asla satmayın. Ruhunuz Allah’a emanettir. Üstünüzdeki ceset de Türklüğe aittir. Bu coğrafyada Allah Türkiye’yi korusun. Bu ülke ne büyük savaşlardan geçti, yüzbinlerce kişi bu toprak bütünlüğü için şehit oldu. Ülkemiz üstünde oynanan oyunlara karşı çok dikkatli olun.”

“Başkalarını ezerek hiçbir yere gelmedim. Komplo kurarak, şeytanlık yaparak birilerinin ayağını kaydırmaya çalışmadım, bu şekilde gelebileceğim yerleri reddettim. Yerime göz dikenlere ‘Buyur, senin olsun’ dedim. Bir de yaptıklarımı para için yapmadım, hayatta para mefhumum hiç olmadı. Maaşımın ne kadar olduğunu inanın bilmiyorum. Bankomat kartımı hanıma verdim, onun bana verdiği harçlıklarla idare ediyoruz işte. Para, akıl, mevki geçicidir. Bu alkışlarınız var ya, bana onlar yeter. Allah sizin sevginize beni layık eylesin. Kapitalizm, bizi birbirimize rakip haline getirdi. Başkalarını değil, kendi kendinizi aşın. İçinizdeki iblisle mücadele edin, onu yenmeye çalışın. İnsanlar, bedensel hazlara kapılıyor babam gibi ‘Öleceğim, dilediğimce yaşayayım’ diyor, bense ‘Yeniden doğacağım’, diyorum. Sıra dışı insanların çıkıp bunları söylemesi lazım. Bu dünyanın sahteliğini insanlara göstermek, insanları sarsmak lazım.”

Hocamız dersine şu sözlerle son verdi: “Kısacası başarı, başkasını mutlu edebilme becerisiyle ölçülmelidir. Tabii hayatta zorluklar olacak, onları aşmak için hangi stratejilere müracaat edeceksin? Allah’a güven, teslim ol, yeter. ‘Otomatik pilota bağla’ derim özetle.”

Öğrencilerimiz, derse katılımını dört gözle bekledikleri Prof. Dr. Mim Kemal Öke’nin sözlerini sık sık alkışlarla desteklediler ve tadı damakta kalan bu sohbetin tekrarlanması dileğiyle salondan ayrıldılar.

30 Aralık 2017 Cumartesi

Bu vatan böyle kurtuldu...

"Bu vatan nasıl kurtuldu?
2005 yılında bu soruyu sorup yanıtını vermek çok kolay. Oysa 1920'lerin koşullarını hayal ederek yaşamaya çalışalım, bakalım neyle karşılaşacağız! 

Anadolu ingilizlerin kışkırtmasıyla yunanlıların işgali altında. Üstelik, uluslararası kurallara aykırı olarak, kadınların kızların ırzlarına geçiliyor, her yer yağmalanıyor, yakılıyor, camilerde ezanlar okunamıyor...
Savaşacak silah ve cephane yok, yiyecek yok, giyecek yok, para da yok...
Demiryolları işgal altında, karayolu da yok.

Türk milleti bu koşullarda mucize yarattı. Silah yaptı, cephane üretti, işgal altındaki İstanbul'da silah depolarını soydu, subayları Anadolu'ya kaçırdı. Tüm bunları da İstanbul-Batum-Novorosisky-İnebolu iskeleleri arasında yaptı. Ölümden korkmayan, ölümü yenen sivil resmi bahriyeliler ile Anadolulu, Kastamonulu ve İnebolulu Türk kadınlarıyla başardı.

Türk kadınlarının inanılmaz azim ve kararlılıkları bu memleketi kurtardı. Kar kış demediler, kağnıların arkasından gittiler. Dondular, yollarda öldüler ama yorganlarıyla, kazaklarıyla mermileri sardılar... çocukları öksüz kaldı, yetim kaldı ama ' bu vatan kurtuldu'.

Bu kitap, Gazi Mustafa Kemal'in askerlerinin, İpsiz Recep'in, Topal Osman'ın, Bandırma'nın kaptanı İsmail Hakkının ve Erzurumlu Kara Fatma, Selanikli Ayşe, karşılıksız aşkın kurbanı Selanikli Fikriye gibi kadınların mucizesini anlatır... Onlar bizim için öldüler...
Bu kitap, bu vatanı kurtarmak için ölenlerin öyküsüdür."


“Kimin hicret kime ve neye ise. Onun hicreti onadır.” (Muhammed A.S)

30 ARALIK 2017 12.15
2017/23 İstanbul

15 Aralık 2017 Cuma

Huzursuz Hayaletler

İçinde milyonlarca doların ve Irak Müzesi’nden çalınan ölüm maskesinin bulunduğu bir çanta... Sekiz yıl önce gerçekleşen bir uçak kazası... Kazada hayatını kaybeden Irak gazisi eski bir Amerikan askeri...
Kathy Kelly hem kocasını hem de çocuklarını bir gecede kaybetmişti. Uçağın kalıntıları hiçbir yerde bulunamamış, Kathy yıllar içinde zor da olsa hayatına çekidüzen vermişti. Ta ki, düşen uçağın kalıntıları bulunana kadar...
Uçakta pilot dışında kimsenin cesedine rastlanmamış, sadece pek çok soru uyandıran bir çanta bulunmuştur. Ailesinin hayatta kalmış olma ihtimali, dur durak bilmeden onları arayan Kathy’yi tahmin bile edemeyeceği kadar tehlikeli bir kovalamacanın içine sürükleyecektir.

Glenn Meade son romanı Huzursuz Hayaletler’de, Irak savaşının vahşetini, ceplerini kanlı parayla ve kaçak tarihi eserlerle dolduran Amerikalı zenginleri, mağdur edilmiş bir askerin ailesi için varını yoğunu ortaya koymasını, hiç düşmeyen bir tempo ve unutulmayacak karakterleriyle anlatıyor.

Kitap'tan "Burada halinden memnun. Bir zamanlar büyüttüğüm parlak çocuk olmasa da, en azından hayatta." bu cümleye başınıza henüz gelmediği için anlam veremiyor olabilirsiniz, fakat bizim ailemiz için çok önemli...

Glenn Maede savaşın kirli yüzünü, insanın iyilik çizgisinden nasıl vahşi bir katile nasıl dünüşüp, siyasetin gülen yüzü olarak MASKE takmasını betimlemiş. İyilik, temiz sevgi, katışıksız bir aşk mümkün mü? Bence evet.

19 Aralık 2017 08.50
2017/22 İstanbul

Brandenburg...

80'li yıllarda bir eylemci Berlin'deki sokak ortasında vurulur. Paraguay'da bir arabanın çarpıp kaçtığı çok geçmeden can verir. Yaşlı bir işadamı, Asuncion'daki görkemli malikanesinde kafasına kurşun sıkarak intihar eder. Bu ölümlerin birbiriyle bağlantılı olduğuna inanan Gazeteci Rudi Hernandz ise olayı çözemeden korkunç bir cinayete kurban gidecektir.
Gazetecinin akrabası Erica, AB'ye bağlı Avrupa Güvenlik İdaresi'nde uzman olarak çalışan Volkmann'ı araştırmayı sürdürmeye ikna eder. Başlangıçta Volkmann'ın elinde işe yarar hiçbir ipucu yoktur. Sadece banda alınmış anlamsız bir konuşma ve yarısı yanmış, eski, siyah beyaz fotoğraf... Bu fotoğraf Avrupa tarihini elli yıl geriye götürecek korkunç bir planı açığa çıkarır: bugün de tekrarlanabileceğini bildiğimiz için, büsbütün korkunçlaşan bir planın... Volkmann'ın artık kendi geçmişinin acılarıyla yüzleşmekten başka çaresi yoktur.

Glenn Meade Tekrarına devam, bazen güzel oluyor, Buda öyle...


19 Kasım 2017
2017/21 İstanbul

9 Aralık 2017 Cumartesi

Şifacı (Healing) 2014

Viktor kendi hayatını yaşayan bir mahkumdur. Yeni yaşam yeri ise bir çifliktir mahkum hayatına burada devam eden Viktor hayatın kendisine sunduğu imkanları belki de hiç bu kadar samimi görmemişti. 
Çiftlikte bir rehabilite eğitmeni olan Matt Perry, Viktor ve diğer mahkumlar için çok farklı bir ders programı hazırlamıştır.  

Hayattan umudunu kesen bazı insanların yeniden doğuşunu ve umutların yeşermesini konu edinen bir film.

11 Kasım 2017 Cumartesi

Wind River, (Kardaki İzler)

Wind River, çok tecrübeli olmayan FBI ajanı Jane  ile eski bir asker olan Cory'nin, öldürülen genç bir kızın gizemli cinayetini araştırırken yaşadıkları gerilimli macerayı anlatıyor.

Evlat acısının ırkı olmadı, olamazda zaten. 


"Gençlere fazla yüklenmeyin.
Acı onlar için yeni bir şey, fazla tecrübe etmediler."(Filimden).

7 Kasım 2017 Salı

Almanya'da trafik kültürü - Yaya geçidi

Yaya Gecidi Egitimi



Lafa geldiği zaman konuşuyoruz ama Avrupa İsviçre ülkesinde bakın çocuklar için uygulamalı yaya geçidi eğitimi nasıl yapılıyor.

İzlemesi hoş ama düşünmesi yine bizlere bağlı...

5 Kasım 2017 Pazar

Derinlere Yolculuk...

Denizci Jacques Cousteau'nun (Lambert Wilson) kendisini çok seven eşi Simone (Audrey Tautou) ve iki oğluyla birlikte mutlu bir hayatı vardır. Ancak denizlerin uçsuz bucaksız dünyasını keşfedebilmek için önleyemediği arzusu, onu Calypso adlı eski bir gemiyi alarak denizlere açılmaya iter. Kaptan Cousteau'nun ünü arttıkça oğlu Philippe (Pierre Niney) ile ilişkisi daha dalgalı bir hal alacak, ancak Philippe'in babasına hayranlığı hiç azalmayacaktır.

Filmde 20. yüzyılın en tanınmış deniz belgeselcisi Jacques-Yves Cousteau'nun hayatının 30 yıllık bir dönemi anlatılıyor.

DÜNYANIN EN SEVDİĞİM YERLERİ DENİZLER. ÇOCUKLUĞUMUN BELGESEL KAHRAMANI "Kaptan Cousteau" ve Tabi ki Sevgili Babam Recep Karamanlı bana Denizi sevdiren İNSAN, alışılmadık yetenekleri olan sıra dışı bir tamir yeteneği olan Kahramanım...

Acts of Vengeance(Stoic)

Yaptığın hataların yalnızca seni etkilemiyeceğini  sanman büyük bir hata olabilir.  Yapacağın seçimlerin diğer hayatlara nasıl etki edeceğini hesap edemezsin, bu sebeple dikkatli davranmak hakka ve hukuka dair hassas olmak lazım. Çok konuşup haklı çıkmaya çalışıyoruz, doğrunun peşinde değil haklı olmanın peşindeyiz. Ailemizi korumak için geç kalmış olmayalım.
  Çok konuşuyor az dinliyoruz. Susmak lazım bazen….

1 Kasım 2017 Çarşamba

Yaşlandıkça...


"Yaşlandıkça geçmişimin sahillerinden yavaş yavaş uzaklaşıyorum, sonunda uzak ve güçlükle seçilen bir hatıra olacak."
(Sakkara'nın Kumları 617/24.satır)

Sakkara'nın Kumları

Bazı kitaplar vardır tekrar okunmaya değer. Bu kitapta da onlardan.
Meade, gerçek tarihi olayları olağanüstü anlatımı ile harmanlanmış. Savaş, aşk, heyecan, dostluk ve ahde vefa. Okumadıysanız hala geç kalınmış sayılmazsınız.


İlk Okuma: 8 EKİM 2014 

12 Ekim 2017

2017/20 İstanbul

12 Ekim 2017 Perşembe

Kupa Valesi...

Kupa Valesi'ni bilir misin, doktor? Bilsen iyi edersin.

Morro Körfezi uçurumunda cesedi bulunan genç bir çocuk...

Ölümünün ardında yatan korkunç bir sır ve hayatı pahasına o sırrın peşine düşen bir cerrah...

Adı ayin cinayetleriyle anılan eski bir katil...

Doktor Jay Erlich'in ağabeyi Charlie, yıllar önce büyük bir hata yapmıştır. Ancak sonrasında her şeyi geride bırakarak hayatına devam etmiş ve bir aile kurmuştur. Ne var ki ardında bıraktığını sandığı şeytanlar aslında hiçbir zaman tam anlamıyla kaybolmamıştır.

Geçmişe ait bir gölge çok daha ölümcül bir şekilde dönüyor. Artık hiçbir şey göründüğü gibi değil.

Beni ardında bıraktığında
Fedakârlık etmemi, hazır olmamı söylemiştin.
Bana ihtiyaç duyacaktın çünkü.
Ve işte şimdi hazırım.
Bunu sana ispatlayacağım.



Serdarın Notu,
Sahip olduğumuz en değerli kıymet, insanın Ailesidir. 
Bu romanın sayfalarında adım adım bunu görecek, anlayacak ve sonunda yapmanız gerekirken yapmadıklarınızdan pişman olacaksınız.

12 Ekim 2017

2017/19 İstanbul

6 Ekim 2017 Cuma

The Circle...

Mae (Watson) dünyanın en büyük ve en güçlü teknoloji ve sosyal medya şirketi için çalışmaya başladığında, bunu hayatının fırsatı olarak görür. Genç kadın bu fırsatı iyi değerlendirmeye kararlıdır. Şirkette azmi ve başarısı ile yükselirken şirketin kurucusu Eamon Bailey (Hanks) tarafından mahremiyet, etik ve nihayetinde kişisel özgürlüğünün sınırlarını zorlayan çığır açıcı bir deneye katılmaya teşvik edilir. Ancak deneye katılımı ve aldığı her karar, arkadaşlarının, ailesinin ve insanlığın hayatını ve geleceğini etkilemeye başlayacaktır...
Başrollerinde Tom Hanks ve Emma Watson'ın yer alacağı The Circle Dave Eggers'ın kitabından beyazperdeye uyarlanıyor. The Circle günümüz dünyasında sosyal medyanın ve dijital dünyanın hayatımızı nasıl etkilediğine dair çarpıcı bir film. Filmin yönetmenliğini ve senaristliğini James Ponsoldt üstleniyor.

Aileniz ile seyredebilirsiniz.

Bazen de....


Aldanma...

ALDANMA diye bir şey yoktur. Sadece biraz fazla güvenmek vardır. Ve insanı aldandığı değil, en çok güvendiği aldatır.”
MAKSİM GORKİ

1 Ekim 2017 Pazar

Sonunda bunu da başardık....


Aşure günü üzerine...

Nuh A s ın 950 senelik tevhid mücadelesiyle ilgilenmeyip, sadece pişirdiği yemekle ilgilenmek, Nuh'un davasıyla dalga geçmektir. Sorsan tevhid nedir, şirk nedir bilmez, çünkü kuran da Nuh A s la ilgili ayetleri okuyan yok ama aşureyi şapur şupur götürür, bir tabak daha yok mu der.
Mustafa Çavdar

25 Eylül 2017 Pazartesi

Durak / The Fool (2014)-Enayisin Sen, Enayi!

Yozlaşma, çürümüşlük, gelir adaletsizliği, hırsızlık ve rüşvet günümüz toplumlarının içerisinde bir mikrop gibi yayılmaya devam ediyor. Yuriy Bykov, küçük bir Rus kasabasındaki bürokratların pisliklerini gözler önüne sererken, cümle aralarına sıkıştırdığı kelimelerle sadece bir kasabanın değil bütün ülkenin benzer hastalıklardan muzdarip olduğunun altını çiziyor. Bykov, “Dima gibi insanlara artık çok az rastlanıyor. Değer tanımazlığın, korkunun ve kayıtsızlığın genel geçer sayıldığı günümüzde, yaptıklarının kesinlikle normal olmadığını söylemek için bu insanlara romantik diyoruz, idealist diyoruz ya da düpedüz enayi deyip geçiyoruz. Benim ülkemde böyle enayiler hala var; işte bu yüzden benim hala umudum var.” dese de umuda yer bırakmayan final sahnesiyle insanlığın geleceğinin pek de parlak olmayacağını öngörüyor.
(Murat Kızılca Yorumu)

http://www.otekisinema.com/durak-2014/


Rus Kapanı

Her geçen gün artan sır dolu olaylar çözülmeyi beklemektedir.
“Higgins alışılmışın dışında, son derece entelektüel bir hikâye yaratmış ve olaylara aksiyon katmak konusunda oldukça cömert davranmış. Hikâye boyunca tüm taşlar mükemmel şekilde yerine oturuyor ve kitabın sonunda okuyucular Holley’i tekrar göreceğine emin bir biçimde kitabın kapağını kapatıyorlar.”

-Publishers Weekly

24 Eylül 2017

2017/18 Yalova

23 Eylül 2017 Cumartesi

Kur'an Meali...

Anlaşılsın diye indirilen, anlayan yok mu? Diye soran bu kitap İnsanı çok zorluyor.
İnsanlığın ise hiç de umurunda değil.

23 Eylül 2017

2017/17 Esenköy

22 Eylül 2017 Cuma

Dava adamlığı için yola mı çıktın? İşte seni bekleyen tehlikeler...

Dava adamlığıyla başlayan ve hüsranla biten bir ömür...

İLGİLİSİNE.... !

Uzun bir nöbetti bizimkisi… Ümmetin umudu olmak için çıkılan uzun ve zorlu bir yolculuğun nöbeti… Şehir şehir, mahalle mahalle, ev ev tutulacak bir nöbet...

Kimimiz terk etti tepeyi, ganimetlerin peşinden koşup gittik. Ne zafere ulaşabildik, ne de ganimet toplayabildik… Ne evlerimizi koruyabildik, ne şehirlerimizi, ne de nesillerimizi... Tüm tepeleri kaybettik…

Kimimiz karaya çıkınca Allah’ı unuttu... Ne gemide verdiğimiz sözü tutabildik ne de karada adam gibi durabildik… Kimimiz bahçe sahiplerinin imtihanına tutuldu… Kimse görmeden toplayacaktık mahsulümüzü. Büyük bir musibete duçar olduk. Ne mahsul toplayabildik, ne de kimse gördü bizi… Her şeyimizi kaybettik…

Kimimiz amansız bir “vehn” hastalığına yakalandı bu yolda… Dünya sevgisi ve ölüm korkusu kapladı yüreklerimizi. Yürürken mal, makam, şan, şöhret, güç, kuvvet ne varsa topladık yoldan. AVM’lerin, lüks İslami otellerin, milyarlık iftar sofralarının pençesinde tükenip gittik… Dünya selinin önünde sürüklenen çer çöp gibi olduk… Allah düşmanımızın kalbinden söküp aldı korkumuzu… Dünyalık kazanımlarımızı kaybetmeme adına, ahiretimizi kaybettik…

Kimimiz Tâlut ordusunun imtihan edildiği nehirle imtihan edildi yolda… Bir avuç içmemiz gereken nehirden kana kana, tıksıra tıksıra içtik... Ne sabit kalabildi ayaklarımız, ne de gökten sabır yağdı üzerimize… Dizlerimizin bağı çözüldü… Bizim bu zalimlerle, bu kalabalıklarla başa çıkacak takatimiz yok, biz bu medeniyet karşısında yenildik demekten başka bir şey gelmedi elimizden… İzzetimizi kaybettik… Onurumuzu kaybettik…

Kimimiz Samiri’lerle karşılaştı yolda… Buzağıların peşine takılıp gittik… Sahte böğürtülerin, göz kamaştıran parıltıların büyüsüyle yoldan çıktık. Yola çıktıklarımızı, yolda bulduklarımızla değiştirdik. Düşmanlarımızı yakın, dostlarımızı uzak tuttuk. Yakınlaşan düşman dost olmadı amma uzaklaşan dostlarımızı düşman ettik sonunda… Kardeşliğimizi kaybettik…

Kimimiz Züleyha’lara rastladı yolda… Nefsimizin ardına düşüp gittik. Ne Yusuf olabildik ne de ben Allah’tan korkarım dedik… Zindanlar bize göre değildi, yırtılmasına bile fırsat vermeden çıkarıp attık gömleklerimizi… Apart dairelerin tek odalarında, gizli nikahlarla ve sonu gelmez yalanlarla tükenip gittik… Ahirete bir şey bırakmadan ne varsa yaşadık bu dünyada… İffetimizi kaybettik…

Kimimiz Salebe’lere katıldı yolda… Dava için çıktığımız yolda davarların peşine takılıp gittik. Vadi dolusu mallar doyurmadı gözümüzü… Tırnaklarımızla kazanmıştık her şeyi… Allah’ın verdiğini itinayla esirgedik onun yolundan… Daha çok biriktirdik, biriktirmekten vakit bulamadık dağıtmaya, her şeyi anladığımız zaman dağıttığımızı kabul edecek kimse kalmamıştı yanımızda… Şuurumuzu kaybettik…

Kimimiz Kuzman’lara dönüştü yolda… Nice Uhud’lar gördük amma, desinler, görsünler, bilsinler, sevsinler, övsünler diye savaştık… Reklamcılık kapladı tüm benliğimizi… Şan ve şöhretin ardında eriyip gittik… Canımız dâhil her şeyimizi verdik ancak ne şehit olabildik sonunda, ne de kimse övdü bizi… İhlâsımızı kaybettik…

Allah’ın rızasından başka kaybedecek bir şeyi olmayanlardık yolun başında… Şimdi ellerimizde kaybetmekten korkacağımız çok şey var amma her şeyimiz olan “o bir şeyi” kaybettik sonunda…
(Alıntıdır yazarı Abdülaziz Kıranşal - Milli Gazete)

21 Eylül 2017 Perşembe

Kongo'ya Ağıt.....


Jean-Christophe Grange,
Lontano devam ediyor...
Bütün yollar cehenneme çıkıyor…
Afrika’da, Floransa’da, Paris’te…
Düşman aynı: Çivi Adam!
İblisle son düello başlıyor!.
Hade beee diyeceksin...

19 EYLÜL 2017
2017/16 İSTANBUL



Daha açık nasıl anlatılır ki?

Cin Suresi 20. Ayet: De ki: "Şüphesiz ben ancak Rabbime ibadet ederim ve O'na hiç kimseyi ortak koşmam."
21. Ayet: De ki: "Şüphesiz ben, size ne zarar verebilir ne de fayda sağlayabilirim.
22. Ayet: De ki: "Gerçekten beni Allah'a karşı hiç kimse asla koruyamaz ve yine asla O'ndan başka sığınacak kimse de bulamam."
23. Ayet: "Ancak Allah'tan gelenleri tebliğ edebilirim ve O'nun vahiylerini açıklayabilirim. Kim Allah'a ve Resûlüne karşı gelirse, şüphesiz onlar için, içinde ebedî kalacakları cehennem ateşi vardır."
24. Ayet: Nihayet uyarıldıkları şeyi gördüklerinde kimin yardımcısı daha zayıf, kimin sayısı daha azmış, bilecekler.
 25. Ayet: De ki: "Sizin uyarıldığınız şey yakın mıdır, yoksa Rabbim ona uzun bir süre mi koyacaktır, bilemem."
25. Ayet: De ki: "Sizin uyarıldığınız şey yakın mıdır, yoksa Rabbim ona uzun bir süre mi koyacaktır, bilemem."

26. Ayet: O, gaybı bilendir. Hiç kimseye gaybını bildirmez.

12 Eylül 2017 Salı

Hani...

Hani bülbülün gül ile aşkından gönüllerimize nağmeler fısıldayacaktınız!

Hani bülbülün gül ile aşkının serenâdından göğüs kafeslerimize bir nâzenin elif olsun çekecek, bir mahviyyetkâr mim olsun noktalayacaktınız!

Hani gönül tellerimize "cennetin açılan kapılarının seslerini" hatırlatan musikîden bir nota olsun dizecek, hani gönlümüzü nakış nakış nakşedecek gönül nakkaşları olacaktınız!

Hani, karış karış kozaya çevirecektiniz dünyayı!

Hani, tebessüm sadakanızdı!

Hani, ilimi bilmek kendin bilmekti, hani Rabbini bilen nefsini bilirdi, hani haddini bilmek şarttı!

Hani, "Beni Meryem oğlu İsa gibi övmeyin" diyen Peygamber'in vârisleriydiniz!

Hani, iki lokma bir hırkaydı dünyanın hülâsası!

Hani, şöhret âfetti!

Hani, israf haramdı, yenilecek, içilecek fakat israf edilmeyecekti!

Hani, gülden terâzilerde gül tartacaktınız da gül dalı gülden de hafif kalacaktı!

Hani, demiri eriten haddehâneler gibi insan haddehâneleriydi sizin meclisleriniz, sizin ocaklarınız, insana ölmeden önce ölmeyi öğretecektiniz de insan dünyaya değil âhirete meyledecekti!

Hani, kurt ile kuzuyu birlikte yayacaktınız!

Hani, Ömer'in sırtındaki cüppe yamadan görünmezdi ya, hani Ebûbekir "Size Allah'ı ve Râsûl'ü bırakıyorum, yetmez mi?" demişti ya evlâtlarına, hani peygamber bir şilte için, "Benim dünya ile ne işim olabilir" demişti ya!

Hani, Belh'in itleri de bulunca şükrederdi de, bir nimet bulduğunda ihtiyaç sahibine verir, bulamadığında şükrederdi selefleriniz!

Hani, "Sizin kralınız nerede?" diye sormuştu birisi, hani tanıyamamıştı elinde taş taşıyan ve ümmetinden herhangi birinden ayırt edilmeyen Peygamberi!

Hani, her dâim havf ve recâ  arasındaydınız!

Hani, âlimlerin yeri devlet sofralarından uzaktı!

Ne oldu size?

Ne oldu da, bu kadar dünyalığın içine battınız?

Ne oldu da, bu kadar şöhretin içine battınız?

Ne oldu da, bu kadar şâşâanın, bu kadar debdebenin, bu kadar şatafatın, bu kadar gösterişin, bu kadar görgüsüzlüğün, bu kadar rükûsun içinde battınız?  

Ne oldu da, tarihin o büyük ve zengin mirasını böyle pervâszıca heder eder, harcar oldunuz?

Ne oldu da, bu kadar çok dünyalığınız oldu ama sizler iflâs ettiniz!

Abdullah İslamoğulları
10 Eylül 2017
Yeniçağ Gazetesi

8 Eylül 2017 Cuma

Hapı yutmaya devam! mı?

Ağrı kesici üretmek için dev endüstriler kuran bir sistemin, insanın ‘ağrı’larına asla gözden çıkarılamayacak büyüklükte yatırım yapmış olduğunu görmemiz lazım. Çarkların dönmesi için insanın hem içinin, hem dışının sürekli arızalanması, hiç durmaksızın ağrıması, ‘ağrı’nın hayatımızın ayrılmaz bir parçası haline gelmesi gerekiyor bu kara düzende. Ağrı, bu düzende ticaretin hammaddesi, vazgeçilmezi... Sistemin ağrılara para harcamayı gereksiz kılacak bir insanîliğe evirilme ihtimali yok tabiatıyla, bunu beklemek abes... Mesafe alabilmek, arızalarımızı giderebilmek, iyileşebilmek için sistemin farkında olmamız ve onların kurgusunu bozmamız gerekiyor. Ağrıların hissedilmez hale gelmesi değil, sonuna kadar hissedilmesi, anlaşılması gerekiyor. Dönüp, ‘insan’da neyin yanlış gittiğine canımızı acıtma pahasına çok yakından bakmamız gerekiyor. Ve kendimize doğru değişmemiz, esas tabiatımıza, aslî hayatımıza geri dönmemiz gerekiyor. İmkansız mı geliyor kulağa bu? O zaman hep birlikte hapı yutmaya devam!
“Ne zaman evde ağrı kesici olmadığını farketsem” dedi biri şaşkınlıkla yanındakine, “hemen bir yerim ağrımaya başlıyor”.

Gökhan Özcan

Bunu Koca yürekli adamlar yaparlar, benim yüreğim henüz ufak ama büyüceğini düşünüyorum.

Gayretlerim az olabilir ama var olduğunu biliyorum.

Bu soru çok Kazık USTA...

Her türlü sahte ideolojiye ve 
'izm' lere karşı durmasına rağmen
Turizm'i destekleyen,
Asaleten tatil yapıp vekaleten kurban kesene ne denir?

6 Eylül 2017 Çarşamba

Kardeşlik üzerine ve bir Dua...


Kardeşini sırtlayıp dağa çıkarmakta olan bir adama:
"Yükün ağır" demişler.
Adam cevaben:
Bu benim yüküm değil kardeşim demiş.


Bir bilgeye birinin sana gerçek kardeş olduğunu nasıl anlarsın? demişler.
Cevaben:
Kaygımı taşır,
halimi hatırımı sorar,
eksiğimi gediğimi kapatır,
hatalarımı bağişlar,
bana Allah'ı hatırlatır, demiş.
Peki demişler senin
O'na karşılığın ne olur?
Gıyabında dua ederim, demiş.
Allah yolunda kardeşlik ellerin gözlerle ilişkisine benzer:
Gözler yaşardığında eller yaşlarını siler.
El ağrıdığında gözler onun için yaş döker.

Hasan-ı Basri r.a. derki:
(Arkadaşlarınızla dostluğunuzu sürdürün.
Zira vefakar bir dost ışık veren bir lambaya benzer.
Sen onun ışığını ancak dünyan karardığında idrak edersin.)

ALLAH'IM!

Bizleri senin rızan için birbirlerini seven,senin gölgenden başka herhangi bir gölgenin olmadığı o gün gölgelendirdiğin kullarından eyle!

31 Ağustos 2017 Perşembe

HİDDEN FİGURES(GİZLİ FİGÜRLER)

Katherine G. Johnson, Dorothy Vaughan ve Mary Jackson tarihin anlatılmayan hikayelerinden birine sahiptir. 3 siyahi kökenli kadın NASA'da büyük işlere imza atmaktalardır. Uzay ve bilimlerinin derinliklerindeki sorunları müthiş zekalarıyla çözmeye çalışan bu kadınlar gelmiş geçmiş en önemli NASA operasyonlarından birinde de büyük rol oynayacaklardır. Dünya yörüngesine çıkan ilk Amerikalı astronot John Glenn'in bütün dünyayı heyecana boğan operasyondaki her adımı bu 3 zeki bilim kadınının yardımıyla olacaktır.

Dönemin Amerikasın da yürürlükte olan, ırk ayrımına yönelik yasalar sebebiyle beyaz iş arkadaşlarından farklı bir binada, hak ettiklerinden aşağı pozisyonlarda çalışan Katherine, Dorothy ve Mary’nin öyküsü, filmin birçok alandaki üstün başarısı sayesinde ustalıkla beyazperdeye taşınıyor. 

Serdar'ın Notu;

Yılların geçmesi ırk ve din ayrımcılığı da fazla mesafe kat edememiş olduklarını gösteriyor. İslam Ümmeti de sütten çıkmış ak kaşık değil hani.
Tüm insanlık ailesi Dünyamız için ÇALIŞMALI VE BU DÜNYAYI YAŞANASI BİR YER HALİNE GETİRMELİDİR.

Kimi ne ile uyaracaksın?

Zuhruf Suresi 5. Ayet: Haddi aşan bir topluluk oldunuz, diye vazgeçip Zikir'le (Kur'an'la) sizi uyarmaktan geri mi duralım?

25 Ağustos 2017 Cuma

Hadi bu hasabın içinden çık.

 Garip bir durum 50 kuruşa su
içildiği fakat, 1.5 Tl ye tuvalete
girilen bir memlekete Hala ucuzluktan bahis ediliyor. Enflasyon falan hay Allahım aklımıza mukayyet ol ya Rabbim....

..

Yapılan İbadetlerimiz...

Kurban ibadeti ve diğer yardımlarımız;

"Çaresize, Biz varız. 

Muhtaca, Seninleyiz. 

Yoksula, Beraberiz." (Diyanet işleri başkanlığı Cuma hutbesinden)25/8/2017

Anlamına gelecek işler yapmalıyız. 

Onlara müstağni ve müstekbir olmamalıyız. 

Emniyet genel müdürlüğünden Önemli Uyarı...


24 Ağustos 2017 Perşembe

Süleyman'ın Son Rüyası

İbrahim Paşa, biricik efendisine hediye etmeye karar verdiği köylü kızı Alexandra'ya dönüp, "Süleyman'ı hayal kırıklığına uğratma, zira ona vereceğin her mutluluk anı, benim ödülüm olacaktır," der. Tatarlar tarafından köyünden kaçırılıp bir köle pazarında satılan Alexandra'nın aklında ise, köyündeyken görüp bir türlü unutamadığı Fransız şövalyesi Ogier vardır.
Müslümanlarla savaşmaya yemin etmiş Ogier'yi İstanbul'a sürükleyen kader, onu büyük Osmanlı Padişahı Kanuni Sultan Süleyman'a kırşı karşıya getirmekle kalmayacak, soylu şövalye, artık "Hürrem Sultan" diye anılan güzel Alexandra ile de yeniden karşılaşacaktır.
Alain Paris'nin bu romanı, bizi, Sultan Süleyman'ın 1521'deki ilk fetihlerinden 1529 Viyana kuşatmasına, saray entrikalarından Yeniçeri ayaklanmalarına, Osmanlı'nın görkemli başkenti İstanbul'un kalbine götürüyor.


24 Ağustos 2017

2017/15 İSTANBUL