15 Şubat 2017 Çarşamba

Neden Bir Devlet Oluyoruz da Millet Olamıyoruz?

Türkiye bölünmüş bir toplumsallığa sahip.

Türkiye’nin toplumsal bölünmüşlüğü sosyo ekonomik değil, sosyo politik bir mahiyet arz ediyor. Yani benzer sosyal katman içindekiler, farklı politik angajmanlar çerçevesinde kendisini konumlandırabiliyor. Türkiye toplumundaki politik ayrılık sıradan politik bir ayrışmaya karşılık gelmemektedir. Kamusal alanlarda her daim belirli bir şiddette, ayrışmanın sembolü özel günlerde ise yoğun çatışmacı ve çelişik bir refleks kendisini hemen gösteriyor. Her türden seçim sathı mailinde, Ramazan aylarında, Ramazan ve Kurban bayramlarında, yılbaşlarında, milli günlerde vs. çatışık ve çelişik refleks en kaba haliyle sahne alıyor.

Türkiye toplumsal bölünmüşlüğünün aritmetiği, bizimkiler ya da ötekiler diye bir çırpıda kümelere bölünerek sayımı yapılabilecek bir basitliğe sahip değil. Türkiye’de siyaset, bu bölünmüş toplumsallık merkez alınarak yapılıyor. Türkiye’de siyaset, toplumsallığın bölünmüş taraflarının bir temsilcisi olarak işlev görüyor.

Bölünmüşlük durumu tabanda mı meydana gelmiştir?

Türkiye’de toplumu derin fay hatları ile bölen; toplumun kendi doğal mecrasında tabandaki farklılaşması değil, bizatihi devletin kendisidir. Devlet içinde kendisini devletin sahibi olarak gören siyasal elitin iktidara odaklı zihniyeti, Türkiye’de siyaset yapma imkân ve biçimlerini derinden etkilemiştir. Türkiye’de siyasetin temel çıktısı devleti ele geçirip devleti sahiplenmektir. Devletin sahipliliğini temsil etme kudretini eline geçiren unsurlar kapalı devre oluşturmuş oldukları özellikle ekonomik örüntülerle kendilerini meşrulaştıracak bir tabanı oluşturmuşlar ve bu taban marifetiyle devletin önceliklerini umut ya da korku ile toplumun geri kalanına dikte etmişlerdir.

Devletin kendisine yakın olan unsurlar ile oluşturduğu ekonomi politik, her daim yığınlar ile çelişik ve çatışık bir ilişki yaşanmasına neden olmuştur. Zira kısıtlı kaynakların dağılımı, kısıtlı bir kesime yönelik gerçekleşmiştir. Diğer taraftan çelişik ve çatışık ilişkinin mahiyeti, yönü, şiddeti Türkiye toplumunda farklı siyasal arayışları sürekli dinamik tutmuştur.         

Türkiye’de siyasallık neden devleti sahiplenmek istemektedir?

Türkiye’de tek örgütlü güç devlettir. Taban dediğimiz ama neyin tabanı olduğunu bir türlü çözümlemediğimiz yığınlar, devletin karar alma süreçleri ile devletin eylemlerini yönlendirecek, etkileyecek, dengeleyecek örgütlü bir güce hiçbir zaman sahip olamamıştır. Türkiye’de siyaseti temsil eden sivil unsurlar da toplumu örgütleyecek bir alt yapıya sahip değildir. Dolaysız olarak siyasal düzenekler için devletin örgütlü gücünü ele geçirmek hayati önem arz etmektedir.

Türkiye toplumunu bölen, tek örgütlü güç olan devlettir. Toplumsal bölünmeyi çeşitlendirip derinleştiren ise devletin sahipliliğini ele geçirmeye çalışan siyaset unsurlarıdır.

Bu bağlamda;

a. Türk siyasal aklının devlet tarifinde ve devlet anlayışında temayüz eden ana fikir; devletin ‘var olma ve var kalma’ durumudur. Türk siyasal kültüründe devletin var olma ve var kalma bağlamındaki ayrıcalıklı yeri, devleti ve devlete ait olan şeyleri, en başta zihinsel olarak toplumsalın üzerinde ayrık ve bağımsız bir özne olarak egemenliğe taşımıştır.

b. Türk siyasal yaşamında iktidara odaklılık olgusu; oluşan grup/zümre/sınıf çıkarlarının devlet çıkarları ile eşitleme çalışmalarıdır. Bu eşitleme çabaları, toplumsal çatışmaların devlet katında görünür olmasına yol açmıştır. Türk siyasal yaşamında “devleti ele geçirme” söylemi, sivil ve/veya askeri darbeleri, darbe ve ihtilal teşebbüsleri ya da özlemleri, bu eşitleme girişimlerinin billurlaştığı alanlardır.

c. İktidar odaklı siyaset; yığınları ifade eden çevrenin siyasal dinamizmini merkezileştirmektedir. Çevrenin siyasetindeki iktidar odaklılık, yüksek bir aidiyet duygusu ile oluşabilecek tutarlı bir kitleselliği mümkün kılamamaktadır. Çevrenin ancak ana kırılmalar ile dışsal olarak elde etmiş olduğu kazanımları korumak ve kollamak haricinde bir siyasi duruşu oluşamamıştır. Kısaca iktidara odaklı siyasi zihin, çevreden koparttıklarını merkezileştirmektedir.

d. Merkezileşme; devlet ve sivil siyaset ayrımının bulunmadığı bir zemine işaret etmektedir. Merkezileşmede bütün sorunlar artık bir devlet sorunu olarak ele alınma eğilimini taşımaktadır.

e. Siyasetin bölünmüş toplumsallıklar üzerinden yapılıyor olması; siyaseti, uzlaşma arayışlarının sahası olarak değil, çatışmaların sahası olarak değerlendirilmesine yol açmaktadır. Batıcı-Laik/ Doğucu-İslamcı ana bölünmüşlüğün yanında yeni bölünme alanları doğmakta ve toplumsal bölünme giderek çeşitlenerek derinleşmektedir.

f. Türkiye’de devletin bir anayasa yapma ihtiyacı toplumsal bir basıncın sonucu olarak değil, devleti kontrol eden siyasal kadroların kendi güçlerini bir anayasa yapabilme iradesi ile ispata yönelik güç gösterisi olarak tezahür etmektedir. Bir anayasanın gerekliliğini savunan merkezi siyasettir ve mevcut anayasayı askıya alan, değiştiren ve yeni bir anayasa vazeden de merkezi siyasetin bizatihi kendisidir.

g. Türkiye’de devlet aygıtı homojen bir yapı arz etmemektedir. Türk siyasal yaşamına damgasını vurmuş bulunan ‘siyasetin devlet katında deruhte ediliyor olması durumu’, siyasetin üretmiş olduğu çelişki ve çatışmaların da devlet katında oluşuyor olmasının ana nedenidir. Devlet dışı sivil unsurların kendi mecralarında ortaya koymuş oldukları siyasal faaliyetler, devlet katında çatışan siyasal aktörlerin elini güçlendiren ve iktidar aygıtını kontrol hakkını sağlayan meşrulaştırıcı araçsallıklardan öteye geçememektedir.

Sonuç olarak;

h. Akparti’nin birinci ve ikinci iktidarı döneminde sivil toplumcu dili çok yüksek olmasına rağmen üçüncü iktidarı döneminden başlayarak bu sivil toplumcu dili azaltmaya başladığı gözlemlenmektedir. Akparti’nin Türkiye’nin bölünmüş bir toplum olduğu gerçeğinden yola çıkarak oluşturmuş olduğu siyasal dili ve bu dilin özeti konumundaki ‘Millet İradesi’ vurgusu; Türk siyasal yaşamının tarihsel çelişki ve çatışma öbekleşmesinin bir tezahürüdür. Akparti’nin muhafazakâr bir yönelim içerisine girmiş olması; “yönetim hakkı” hususundaki kadim Türk siyasal kültürünün egemenlik olgusunun güçlü bir izdüşümüdür.  

i. Türk muhafazakâr geleneğinin “devleti ile birlikte var olma” siyasal temasının dayandığı meşrulaştırıcı söylemi “Milli İrade”’dir. Milli irade kavramsallaştırması, Türk siyasal kültürünün kadim anlayışı olan “dirlik ve düzen” fikrinin, Türk demokratik yaşamına uyarlanmış meşrulaştırıcı bir güncellenmesinden ibarettir. Dirlik ve düzen fikri; egemenliği kullanan ve “devlet aklı” olarak “aşkınlaştırılan” yönetsel aygıtın eylemlerinin, külfetin yüklendiği yönetilenlerden bağımsız olması gerektiği anlayışına dayanmaktadır. Bu anlayışta yönetsel aygıt, eylemlerinde yönettiklerinden bağımsız hareket etmektedir.

j. Türkiye’nin merhamet eksenli bir normalleşmeye ihtiyacı vardır.  İktidara odaklı bir siyaset yerine, toplumsal merhameti eksen alan siyaset yapma biçimleri ile imkânlarını aramak, aklıselim sahiplerinin vazifesi olmalıdır. Tarihsel bağlamda temel çelişki ve çatışma devlet ile toplum arasında yaşanmaktadır. Toplumu devletine karşı yeri geldiğinde savunmak gerekmektedir. Bu savunudan çıkacak olan şey ise millet olabilmektir.
Arif ARCAN
15 Şubat 2017

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder