7 Ekim 2015 Çarşamba

Ebeveyn varoluş rolüne razı mı?

İnsana diğer varlıklardan farklı nitelikler bağışlanmıştır. Bu yüzden de Yaradan ona farklı davranır ve bir serbest alan bırakır. O, ihsan edilen nitelikleriyle kendisine bırakılan alanı sevk ve idare eder. Dünyasını ya var edenin teklif ettiği dine veya var edilenlerin vazettiği bir dünya görüşüne istinaden düzenler. Varlık hiyerarşisinde kendisini konumlandırdığı yere ve insan tasavvuruna göre çocuklara davranır. Kimi yaratmaya vesile kılındığına inanır, dünyaya getirdiğini emanet bilir. Kimi kendisini sahip, kucağında bulduğunu mülkü sanır ve efendilik taslar.

Aslında kimse efendi olduğu iddiasında bulunmaz fakat yavruyu sahiplenme güdüsüyle bu uç noktaya savrulur. Onun uzun süre kendisine bağımlı olması bu yanılgıyı besler ve hatta semirtir. Bu süre zarfında kurulan dikey ve belirleyici ilişki alışkanlık yapar. Dünkü sabinin hızla büyüdüğünü kabullenmesi kolay olmaz. Boyu boyunu geçtiğinde bile alıştığı gibi davranmaya devam eder, yatay ilişki kurmakta zorlanır. Alışkanlıkları değiştirmek kolay olmadığı gibi buna çok istekli de değildir. İstediğinde ise zamana ihtiyaç duyar. Oysa elini kullanmaya başladığı andan itibaren bağımsızlığın tadını alan çocuk, hızla kendi ayakları üstünde durmaya yönelir. Ergenlikle birlikte sınırları zorlar, özgürlük talebini artırır. Eğer hatırlanırsa ebeveyn de benzer yollardan geçmiştir ve sıra çocuğuna gelmiştir. Bu, bazen kafaya dank eder, etmezse iş aklı erenlere düşer.

Yavrunun yetişkinliğe doğru ilerlerken uğradığı durakları fark etmeyen ya da görmezden gelen pek çok sorunun kaynağı olur. Bebekliğindeki yaklaşımının aksine çocukluğunda beklediği gibi ondan tam itaat bekler. Yaşı kaç olursa olsun ona ana kuzusu muamelesi yapar ve dizinin dibinde otursun ister. Karşı kutupta ise roller değişir; o, evlat değil şehzade, ebeveyn de emre amade dadıdır. Her iki tezat konumlanma da sorunludur. *Halil Cibran’ın yay benzetmesi tarafların varlık hiyerarşisindeki yerlerini anlama çabasında işe yarayabilir. Ona göre görevi ok atmak olan yay, sabitkadem kalmalı ve okçuya teslim olmalıdır. Atılanın ise gözü istikbaldedir, hareketi de hayali de ona yöneliktir. Geleceğin çekimine ve çekiciliğine kapılan okun aksine meyveye duran yay, sorumluluğunun ağırlığıyla durulmaya yüz tutmalıdır. Onlar aynı çatı altında yaşasalar da dönemleri, hedefleri, hızları, beklentileri ve düşleri ayrıdır. Dünya görüşleri aynı olduğunda bile zihniyetleri ayrı olabilir.

Çocuğun gelişim aşamalarına uyum sağlamayı beceremeyen, dönemin nezaketine uygun davranamaz. Dolayısıyla muhatabın doğasına ve beklentilerine aykırı her tutum tepkiye neden olur. Kuşak çatışması olarak nitelenen olgunun epeyce bir kısmı gence çocuk muamelesi yapmaktan kaynaklanır. Onun doğasının gözetildiği ilişki de sorunsuz olmaz ancak oran düşük olur. Ayrıca sorunlar kalıcı hale gelmez, kişilik tahribine dönüşmez, aksine taraflar için öğretici olur. Çatışma, genellikle ebeveyn ile gencin beklentilerinin örtüşmemesinden çıkar. O, künhüne eremediği her hali sorgular, eleştirir; engellendiğini düşündüğünde işi karşı çıkmaya kadar götürür. Asi ruhlu ise sınırları ihlal etmekten çekinmez. Ebeveynin değerlerine değer vermemek, çatışmanın diğer bir kaynağıdır. Oysa aile bireylerinin varlık hiyerarşisindeki rolleri ile zihniyetleri genellikle birbirine paraleldir. Ömür denilen çizgide ilerlerken rollerle beraber zihniyetler de değişir. Mesela önceden alabildiğine özgürlükten yana olan ebeveyn, çocuk sahibi olduktan sonra anlayışını gözden geçirir. Genellikle de kendi anne babasının çizgisine gelir. Oysa onlar öncekinden daha makul bir çizgiye gelmişlerdir. Birinci kuşakla üçüncü kuşağın çoğunlukla daha iyi anlaşmasının nedenlerinden biri budur.

Çatışmanın belki de en önemli nedeni, tarafların birbirlerinin varoluşsal rollerini kabule yanaşmamalarıdır. Bu, birinin kendi sınırını diğerinin aleyhine genişletmesin yol açar. Ebeveyn rolüne razı olmayıp yetki alanını genişlettikçe çocukları ile yaşadığı sorunlar artar. Şahsiyetini oluşturma ve kendisini ispatlama gayretinde olan genç, kişilik haklarını ihlal olarak gördüğü her tasarrufa tepki gösterir. Özgürlük alanına müdahale edildiğini, onun daraltıldığını düşündüğü her şeye direnir. Direnci kabullenemeyen ebeveyn, bunu başkaldırı olarak anlar, terbiyesizlik olarak görür. Otoritesini muhafaza etme telaşıyla şiddetli tepki verir. Taraflar, bir uzlaşma noktası bulamaz ve makul sınıra çekilmekte gecikirlerse çatışma, ailede pek çok tahribe yol açar. Taraflardan biri pes edene ya da ilişki kopana kadar ev savaş alanına döner.

Sınır ihlalinin daha çok gençlerden gelmesi anlaşılabilir bir durumdur. Önünü göremeyen, geleceği kestiremeyen dolayısıyla belirsizliğin sıkıntısını yaşayan gencin ruh hali taşkınlığa ve isyana daha müsaittir. Kabul etmemesine rağmen toydur, acemidir, tecrübesizdir. Bunu kabule yanaşmadığı için de yardım istemez, uzatılan eli tutmaz; kaçınılmaz olarak hata üstüne hata yapar. Hata karşısında takınılan tavır, kritik bir öneme sahiptir. O, sorunu derinleştirebilir de fırsata da dönüştürebilir. Hatayı kusur değil gözden kaçan bir eksiklik sayanın onu fırsata dönüştürme imkânı vardır. Ayrıca o, faili tanıma imkânı veren ipucu olarak da telakki edilebilir. Kaldı ki kusur bile olsa kimse hatadan beri değildir. O halde onu, müsamaha ile karşılamak ve öğrenme vesilesi kılmak herkesin maslahatınadır. Üstelik bu yaklaşımın yıpratma oranı düşük, olgunlaştırma oranı yüksektir.

Çatışmanın bir kısmı ebeveynin çocuklarına verebilecekleriyle veremeyeceklerinin sınırını ayıramamasından kaynaklanır. Özellikle ilk çocukta acemi olan anne baba, düşüncelerinin sıhhatini sınamamıştır. Eğer tecrübeyi dikkate almıyorsa riski yüksek olan hata ede ede öğrenme yoluna girmiş demektir. Acemiliğinin farkında olan hatalarını kabullenmekte zorlanmaz. Bu kabul sayesinde onları telafi etme imkânı bulur; sınırlarının farkına daha çabuk varır. Haddini hududunu öğrendikçe, tecrübesi arttıkça maksadını aşan eylemlerden daha kolay uzak durur. Verebileceklerini ihmal etmez, veremeyeceklerini vereceğim diye ne yorulur ne de yorar. İlişkilerini başlangıca göre daha sağlıklı bir zemine oturtur. Sağlıklı zemin, tarafların birbirlerine doğru davranma ihtimalini artırır, beklentileri daha gerçekçi olur. Bunlar, verilebileceklerle verilemeyecekleri fark etmenin bereketidir.

H. Cibran, ebeveynin çocuklarına fikirlerini veremeyeceği görüşündedir. Bu iddiasını onların kendilerine ait fikirleri olmasına dayandırır. Doğuştan getirdikleriyle verili ve hazır bir çevreye doğan bebek, onunla etkileşim içinde büyür. İçine doğduğu ailenin din tercihini görür, öğrenir, uygular; çoğunlukla anlayışını benimser, fikirlerini içselleştirir. Sorularıyla idrak ettiklerini anlamlandırmaya devam eder. Ailesinden çok arkadaşlarını dikkate almaya başladığında farklı anlayış, fikir ve dünya görüşleri gündemine girer. En azından herkesin inancının aynı olmadığını öğrenir. Aralarındaki farkları, benzerlikleri merak eder. Onlar arasından kolayca reddedemediği düşünceler kafasını karıştırır. Üzerine gider, sorgular ve birinde karar kılar. Genellikle aile ocağında hazır bulduğu üzerinde sabit kalır. Aksi de olur fakat bu istisnaidir. Aksi yöndeki tercihlerde yığılma, ancak kırılma dönemlerinde ve bu da moda akımlar lehine olur. Normal şartlarda seçimi ferdi hikâyeler belirler. Demek ki asıl üzerinde durulması gereken, hikayeyeye yön veren ve tercihi belirleyen amillerdir.

Temsil keyfiyeti, bir gencin tercihini belirleyen en müessir amillerden biridir. Hakkı, hakkıyla temsil etmekten daha önemlisi onu gencin ruh haline uygun sunmaktır. Hakkın fıtrata uygun olması, muhatabın hassasiyetleri dikkate alınmadığında sadece harcanan bir avantaj olur. Doğru, yaşantı ile savunulan değerler arasındaki tutarlılık sirayet edici bir etkiye sahiptir. Benimsediği değerlerle bütünleşmiş bir şahıs, çevresinin dikkatini çeker. Böyle bir zatın çekim alanı geniş, etki gücü kuvvetlidir. Bu ebeveyn için de geçerlidir ancak hakkın sanatkâr rikkatiyle yaşanması, hilm ile muamele edilmesi ve mütevazı olunması şartıyla. Mümin, muttaki, muhsin olmak muhatabın kalbini fethetmeyi garanti etmez lakin umulmayan noktalara dikkat eden genci başka dünyalara itmez. Bu yüzden varlık sıralamasındaki yerini bilmeye, Yaradan’ın verdiği role razı olmak, merhametli, müsamahalı ve sabırlı olmak da eşlik etmelidir. Gönül ve insaf ehli tavrı, tarzı, tutumuyla temsil ettiği hakkı sevdiremezse bile nefret ettirmez. Bu da bugün yolları ayrı olan yolcuların yarın yoldaş olma ihtimalin muhafaza etmek demektir; asıl korkunç olan bu ihtimali yok etmektir.
 
----------------------------------------------------------------------------
                            
*(ÇOCUKLAR)
 
Sonra çocuğunu bağrına basmış bir kadın,
 
Bize çocuklardan bahset, dedi.
 
O, dedi ki:
 
Çocuklarınız, sizin çocuklarınız değiller.
 
Onlar, kendisine hasret hayatın oğulları ve kızları. 
 
Dünyaya siz getirseniz de size ait değil onlar, 
 
Sizinle birlikte olsalar da size bağımlı olamazlar. 
 
Onlara düşüncelerinizi değil sevginizi verebilirsiniz, 
 
Onların da düşünceleri var sizin gibi.
 
Bedenlerine barınak sunabilirsiniz, ruhlarına değil, 
 
Onlar geleceğin dünyasında oturur zira. 
 
Siz orayı rüyanızda bile göremezsiniz.
 
Onlara benzemeye çalışabilirsiniz lakin
 
Onları kendinize benzetmeye kalkmayın sakın.
 
Çünkü hayat, ne geriye gider ne de dünü yoldaş edinir.
 
Çocukların oklar gibi atıldıkları yaylarsınız siz.
 
Okçu, sonsuzluk yolundaki hedefi görür ve okları olabildiğince hızlı ve
 
Mümkün olduğunca uzağa gitsin diye bütün gücüyle gerer sizi.
 
Okçunun eline seve seve bırakın kendinizi; 
 
O, okun uçuşuna vurgun olduğu kadar,
 
Yayın elinde duruşuna da tutkundur.
 
Nebi, Halil CİBRAN
 
 
Not: Çeviriye katkılarından dolayı Erdinç Doğru dostuma müteşekkirim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder