3 Mayıs 2015 Pazar

Batı’nın Rehin Aldığı Avrupa Müslümanları (6) Endülüs Müslümanları...

Endülüs Müslümanları:
Endülüs olarak isimlendirilen İspanya’nın İber Yarımadası, Emevî Halifeliğine Bağlı Afrika Valisi Musa b. Nusayr’ın, kendisi gibi Berberi olan komutanı Tarık Bin Ziyad’ın Arap ve Berberilerden oluşan ve rivayetlere göre sayıları 7.000 kişiyi aşmayan mütevazı ordusu tarafından Miladi 711 yılında fethe başlanmış, üç yıl gibi kısa bir zaman zarfında ise İber Yarımadasının hemen hemen bütünü fethedilmiştir. Miladi 732 yılına gelindiğinde ise Müslüman orduları Pireneleri aşmışlar, Avrupa’nın içlerine sokulmuşlar, Güney Fransa’nın büyük bir bölümü Müslümanların hâkimiyetine girmiştir. O kadar ki; Paris ile Müslüman orduların arasında ancak 100 km bir mesafe kalmıştır.
Tarihçi Belâzurî’nin naklettiği rivayete göre Tarık Bin Ziyad bu fetih girişimini Valisi Musa b. Nusayr’dan izinsiz ve habersiz yapmıştır. Vali, Müslümanları tehlikeye attığı ve kendi düşüncesiyle savaşa girişmesi nedeniyle fitneye sebep olduğu gerekçesiyle Tarık’ı çok ağır bir dille eleştirmiş ve bu eleştiri Halife tarafından da tekrarlanmıştır. Fakat Endülüs Fetih hareketlerinin çok hızlı, başarılı ve ganimetlerinin bol olması hem Valiyi hem de Halifeyi kısa sürede teskin etmiştir.
Bu arada doğru bilginin ardı sıra koşmak adına bir hususu da açıklamakta fayda görüyorum: Tarık Bin Ziyad’ın, askerlerinin geriye dönüş umudunu ortadan kaldırarak mutlak bir zafer için gemilerini yaktırmış olduğu rivayeti, ne Müslüman ne de Hristiyan kaynaklarında geçmektedir. Kaldı ki gemiler kiralıktı. Gemileri yaktırma olayı büyük bir ihtimalle çok hızlı bir şekilde başarıya ulaşmış bulunan Endülüs fethine yönelik dizilmiş olan methiyelerde ortaya çıkmış bulunan bir efsaneden ibarettir. Doğrusunu ancak Allah bilir.
İspanya’nın fethi ile birlikte Müslümanların Avrupa’daki siyasal etkileri 711 yılından 1492 yılına değin yaklaşık 8 asır sürmüş, Avrupa’daki kitlesel Müslümanların varlığı ise 1609 yılına, Moriskoların büyük sürgününe kadar tam 9 asır mevut kalmıştır. Bu uzun dönem içerisinde İslam dini Avrupa’nın asli bir unsuru haline gelmiş, insan akışkanlığının mümkün kıldığı uygarlık yığışmaları Avrupa’nın cehresini değiştirmekle kalmamış Avrupa’ya kendi geleceğini inşa edebileceği birçok unsuru miras bırakmıştır. Bu mirasın başında elbette ki ilmi düşünebilme ve çalışma usulleri gelmektedir.
İspanya’nın fethi, ilk dönem İslam fetihlerinin son halkasıdır. İspanya’nın fethi sonrasında 756 yılında Emevî Hanedanlık Devleti ortadan kalkacak Abbasîler devri başlayacaktır. Abbasîlerin siyasal iktidara yerleşmelerinin hemen ardından halifeliği de Emevîlerden alması ile birlikte aynı yıl yani miladi 756 yılında Endülüs Bir Valilik olmaktan çıkarak Endülüs Emevî Devletine dönüşecektir. ‘756 senesinde Endülüs Emevî Devleti'nin kurulması Endülüs'ü Abbasîlere bağlı bir uç vilayet olmaktan çıkarıp, siyasi gücü ve çatısı her geçen gün pekişen X. Yüzyıla gelindiğinde bölgesinin en güçlüsü olan bir devlet konumuna kavuşturdu. Bu yüzyılda III. Abdurrahman ve II. Hakem gibi Endülüslü sultanların isimleri zikredildiğinde; onların sırf Endülüs Müslümanlarının halifeleri oldukları değil, kuzeydeki Hristiyan İspanyol krallıklarının ve Kuzey Afrika'daki bazı Müslüman Berberi hanedanların efendileri oldukları da çağrışım yaptırıyordu. İşte bu güç ve nüfuzdur ki, kendisini Müslümanların birliğini temsil etmek üzere halife ilan eden IIL Abdurrahman'a, kendi sülalesi dışında hiç kimsenin bu unvanı kullanma hak ve gücüne sahip olmadığını söyleme cesaretini vermiştir. Onun "hiç kimse" derken kasdettiği, Abbasi ve Fatımi halifelerinden başkası değildi. Keza Endülüs Emevi Devleti'nin sahip olduğu yine bu aynı güç ve nüfuz, Kuzey Afrika'yı Şiileştirmek için varım yoğunu harcayan Fatîmîler’i Mısır'a sürmüş, Bizans İmparatorlarını, Almanya ve Danimarka hükümdarlarını Kurtuba ile siyasi ilişkiler kurmaya sevketmiştir.’                                       Mehmet Özdemir, Endülüs’ün Yıkılış Sürecinde Öne Çıkan Bazı Hususlar, Makale, Ankara Üniversitesi Dergisi  http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/37/781/10026.pdf Erişim Tarihi: 13.02.2015, Bu makalenin tümünün okunması tavsiye Olunur.)
Müslümanların 9 asır sürmüş bulunan Endülüs’teki hâkimiyet ve varlıklarının neden zeval bulduğu sorusunu, Mehmet Özdemir’in erişim bilgileri yukarıda verilmiş bulunan ilgili makalesindeki tasnifine göre kısaca zikrettiğimizde ortaya çıkan manzara; iktidar ve ikbal rekabetleri neticesinde oluşan siyasal ufuk daralmalarının getirmiş olduğu sosyal, siyasal ve ekonomik yıkımların Müslümanları nasıl zelil bir duruma soktuğu olacaktır. Sosyal, siyasal ve ekonomik yıkımların dini olanı yıkacağı ise tabidir. Bu tabilik; her türlü insan faaliyetlerinin esenliğe matuf bir eyleme dönüşebilmesinin biricik şartının vahye ve vahyin emretmiş olduğu ‘‘kardeşlik hukuku’ etrafında bir anlam ifade edebilen ‘kulluk bilincinin’ tevhidi bir anlayış çerçevesinde oluşuyor olmasının ıskalanarak, beşeri güç ve kudret telakkilerinin vahyi olanın önüne geçmesidir. Zira vahyin buyurduğu gibi; ‘Oku atan, düşmanı öldüren Allah’tır’. İşittik ve itaat ettik.
Salt iktidar ve ikbal arayanlar süreç içerisinde Müslüman siyasal zihni oluşturan ‘kardeşlik hukukunu’ ve ‘kulluk bilincini’ yitirerek neticede siyasal ufuk daralmalarına uğramakta, zihin, yüzü daima dünyaya bakmak zorunda olan, hayvansal faaliyetlere işaret eden beşeri eylemlerin yıkıcılığına esir olmaktadır. Müslüman siyasal zihnin kaybı neticesinde; muktedirler ya da muktedir adayları dinin ne söylediğine kulak tıkamakla kalmayıp dini olanı kendi heva ve heveslerine uygun bir kurumsallığa ya da muhalefet etme biçimine çevirebilmektedirler.
Siyasetin yüzü daima dünyaya dönüktür. Onu temizleyen, onu yüksek bir ideale kavuşturan, tevhidi anlayışı merkez alan vahiy kültürüdür. Allah’a şirk koşmak; salt put ve sanemlere, sembol ve efsanelere inanarak ibadet etmek değildir. Sureti haktan görünen nice iktidar aygıtları, sahih olana hizmet etmek ve onu yüceltmek adına kendilerine ‘Hamd ve Sena’ edilmesini talep etmişlerdir. Siyaset, iktidarı sürdürmek ya da iktidarı ele geçirmek için kurgulanmış bir oyun değil, tevhidi anlayış çerçevesinde ayrılması, ayrıştırılması mümkün olmayan bu dünya ve ahiret hayatının esenliğine matuf faaliyetlerdir.   
Sahihlik iddiasındaki siyasal bir irade ya da siyasal bir hareket, faaliyetlerinde kardeşlik hukukunu çiğniyorsa, siyasal emelleri için sahih olanın üstünü örtüyorsa vahyi kültür merkezinde o siyasal irade ya da o siyasal hareket eleştirilmelidir. Siyasal tarihimizde eleştirinin ‘fitne’ ile eş anlamlı olduğunun bilincindeyim. Kınayıcıların kınamalarına kulak asmama, Müvahhid’in en önemli özelliğidir. Yoksa; ‘İyiliği emredip Kötülükten alıkoyan’ topluluklar, ne siyasal iktidarı hedeflemiş siyasal partidirler ne de sosyal iktidarı hedeflemiş bulunan sivil toplum kuruluşlarıdır.                 
(Devam Edecek)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder