30 Kasım 2013 Cumartesi

SAYIN BAŞBAKAN!

ZİRAAT BANKASI KAN EMİCİDİR

Ziraat Bankası kuruluşunun 150. yıldönümünü kutluyor. Kutlama etkinlikleri

çerçevesinde yapılan etkinlerin birisinde konuşma yapan başbakan şunları
söylemiş:
 “Ziraat Bankasının sadece bir banka değil, milletin binlerce yıllık kutlu yürüyüşünün son 150 yıllık döneminin canlı şahididir, aslında Ziraat Bankası dünyada vahşi bir kazanma ve harcama kültürü oluşurken, sınırsız hırs ve tüketme alışkanlıkları oluşurken milli değerleri muhafaza etmek,
dayanışmayı korumak için kurulmuş çok önemli bir hazinedir."

Bankaların var oluş mantığını sayın başbakan çok daha iyi bilir. İşte Ziraat Bankası, 150 yıldır genelde milletin, özelde de köylünün kanını vampir gibi emen bir bankadır. Yüz binlerce, milyonlarca mudisi olan bir bankadır. Hangi mudisinin duasını almıştır. Ziraat Bankası köylü tefeciye gitmesin, bize gelsin anlayışının ürünüdür.
Mantık olarak aralarında ne fark vardır?
Vatandaş ödeyemeyince ikisi de köylünün malını elinden almıyor mu?
Alacaklarını kartopu gibi büyütmüyor mu?
Sayın Başbakanın bilmesi lazım bir zamanlar bu ülkede “helva yemek” zenginlik alametiydi. Köylü ürettiği malını satar, ödeme belli bir takvim doğrultusunda ziraat bankasından yapılırdı. Yüzlerce, binlerce köylü kuruş cinsinden para alır, anapara önceden verdikleri avans adı altında kesilirdi. Eli boş dönmeyenler ancak yarım kilo, bir kilo helva alabilir, o evin insanları ancak bir yıl sonraki ürün satımında helvayı yeniden sofralarında görürlerdi. 

Hepimiz biliriz ki bankaya elini uzatanlar bırakın kolunu kaptırmayı, gövdelerini bile kaptırmaktadır. Zira kredi kartı borçları yüzünden binlerce insan canına kıymadı mı? 
Adını ne kadar değiştirirsek değiştirelim, ne kadar kıvırırsak kıvıralım işin içinde faiz var mı? Var. 
zaman bereketi nerede arıyorsun. Bankalı işlerde felaketten başka hangi bereket görülmüş? 
Ucundan kıyısından bu işin darbesini yemeyen mi var? 
Banka işlemi demek devletin boynumuza faiz yularını, tefeci yularını takması demektir. Mücadelemiz bu yuları boynumuzdan atmaktır. 
Sayın Başbakan konuşmasının bir yerinde diyor ki: 
“Arkadaşlarıma hep söylüyorum çok daha faizle biz halkı sömürelim anlayışıyla hareket etmemelisiniz." Evet, Başbakan haklı; faiz, halkı sömürmektir; az ya da çok fark etmez, her halükarda sömürü aracıdır. Hep sömürülen de gariban köylüdür.

Başbakan Ziraat Bankasının “milletin binlerce yıllık kutlu yürüyüşünün son 150 yıllık döneminin canlı şahidi olduğunu”söylüyor. Doğrudur. Milletin kanı nasıl emilir, gariban köylü nasıl inim inim inletilir,
bunun en canlı şahidi elbette ziraat bankasıdır. Ama bu gariban millet de bunun şahididir. Sayın başbakan bir çalışma yaptırsın da görsün, ziraat bankası bu milletten nelerini almış. Helal alın teri özellikle ziraat bankası tarafından çalınmış bir milletiz. Sayın Başbakan ziraat bankasının bu milletten, bu gariban köylüden çaldıklarını geri vermeye var mısınız?

Şimdi size iki banka anekdotu anlatayım:

Yıl 1966 Süleyman Demirel başbakandır. Tütün köylüsünden oluşan bir heyet kendisini evinde ziyarete gider. Tütün üreticilerinden birinin iki kelimesinden biri küfürmüş, yani nerede, kiminle olursa olsun adam küfürsüz konuşamıyor. Heyete başkanlık yapan büyüğümüz defaatle uyarıp tembihlemiş: “Ali Ağa sen sakın konuşma, yoksa rezil oluruz, aman gözünü seveyim sana bir şey sorarsa da iyiyiz de başka bir şey deme.” diye. Kabul odasında çaylar içilirken sohbet başlamış, sarı inekten tütüne kadar Demirel her şeyi sormuş. Ali ağa yaşça büyük olunca onunla özellikle ilgilenmiş ve:” Ali ağa ne var ne yok be?” demiş. Heyettekilerin ödü patlamış ki Ali ağa kendini tutamayacak ve küfredecek, biz de rezil olacağız diye. İyi be başbakanım, şu……………..Ziraat Bankası da olmasa daha iyi olacak. Demirel kahkahayı patlatmış, heyet al al olmuş. Demirel heyeti salmamış, yeniden çay söylemiş, sohbet koyulaşmış, ara ara sormuş: “ Ali ağa ismi neydi be o bankanın.” Ali ağa yine küfredermiş. İşte Ziraat Bankasının bu milletten, gariban köylüden aldığı bundan başkası değildir.

İşimiz gereği bankaların kredi kartı taarruzuna maruz kalıyoruz, her defasında teslim almamak gibi bir yola başvuruyoruz. Bir keresinde bazı ödemeler için kart lazım olur diye muhafaza etmiştik. Bankaya
ödeme yaparken lavabo ihtiyacı hâsıl oldu ve şerefli banka memurları lavabolarını kullandırmadılar. Gerekçeleri güvenlikmiş. Ya öyle mi? Siz bizim paralarımızı ve bizi tepe tepe kullanacaksınız, biz sizin lavabonuzu kullanamayacağız öyle mi? Hemen müşteri hizmetlerini arayıp kartın iptali yönüne gittim. İptal gerekçemi ısrarla soruyorlar, ben de bant kayıtlarına geçtiği için özellikle söylüyorum: “Paralarımızı kullananlar bize lavabolarını kullandırmadılar, sırf bunun için iptal ediyorum.” dedim. Bankaların durumu böyledir. 

Paramızı da bizi de tepe tepe kullanırlar; ancak helâlarını kullandırmazlar. 
Madem öyle gel böyle demesini bilmeliyiz. 
Sözlerimizi şöyle noktalayalım, Allah selamet versin, hocalarımızdan birisi şöyle demişti: “Mümkünse bankanın olduğu sokaktan, caddeden geçmeyeceksin, geçersen yüzünü ters tarafa çevireceksin, o tarafta da banka varsa yere bakacaksın, uzak duracaksın.”

Evet, banka ve faizli her türlü iş felakettir, uzak duran selamettedir.

Ömer Naci YILMAZ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder