Bu satırları
yazmadan birkaç saat önce “yüksek tansiyon” teşhisi aldım. Tıp kitaplarının en
önemli başlıklarından birinin altında kaldı adım. Hiç ummazdım. Tıptan bunu
beklemezdim. Oysa ben o tıp kitaplarının okuyucusu oldum; o kitapların konusu
olmaya hiç alışık değilim. Şaşırdım. “İlacını unutma ha!” denilenlerden biri de
benim artık.
Tıp doktoru
olmam beni hayatın risklerinden muaf edemezdi elbet! Her insanı akışına katan,
iniş çıkışıyla sarsan hayat benim için de geçerli. Bunu biliyorum, biliyorum
da… Yaşaması başka. Kabullenmesi zor. Doktorum babacan bir tavırla, “Bak
artık…” dediğinde azarlanıyormuşum duygusuna katıldım.
Şimdi azıcık
ukalalık edeyim. Psikolojinin ‘transaksiyonel analiz’ ekolüne göre, yıllarca doktor olarak başkalarına karşı
takındığım ‘ebeveyn’ rolüm çöktü, şimdi bir başka ‘ebeveynin’ haddini
bildirdiği “çocuk” rolüne girdim. “Narsisistik kırılma” diyor buna varoluşsal
psikoloji. Hiçbir ekolün elinden kurtaramıyorum kendimi. Aşk olsun! Sahiden
kırıldım!
Transaksiyonel psikologlar, terapi
seanslarıyla ‘yetişkin’ olmaya çağırır ‘çocuk’ ve ‘ebeveyn’ rolleri arasında sarkaçlanan
biz garipleri. “Yetişkin” olacağız, yetişkin! Yetişkin olmak ne mi demek? Bıçak
sırtında eğleşmek demek. Rüzgâra açık olmak demek. Oksijen çadırından çıkmak
demek. Ana rahminden çıkmak demek. Gecikmiş doğumumuza kendi ellerimizle ebelik
yapmak demek. Tercihlerinin doğurduğu
terkleri göze alacak olgunlukta olmak demek. Yaşamanın getirdiği tehlikeleri
sakince kabullenmek demek. Yok öyle ‘çocuk’ olmalar; ‘ana rahmi’ne kaçar gibi
kaçmalar. ‘Hipertanisyon’ teşhisi almayı normal görmek demek. Bu teşhisin er ya da geç doğuracağı, ilaç
alsan da kaçınılmaz olan, kalp hastalığı, damar tıkanıklığı, organ yetmezliği,
kalp krizi riski, otel odasında ölü bulunmak gibi türlü insan hallerini
kabullenmek demek.
Yaralanabilir
olduğunu kabullenmek demek ‘yetişkin’ olmak. Vakte karşı savunmasız olduğunu
görebilmek. “Adam gibi adam” olmanın biricik yolu yaraya açık olmak. Şairce
olsun hadi: “Yaranın içinden geçmek.”
Sakın bu makaleyi okuyup da bana “geçmiş
olsun” demeye kalkmayın. Çünkü “geçmiş olmuş” olmayacak yaram. Bir vakit sonra
“geçmiş” olmak üzere geçiyoruz yaraların ortasından.
Yaşamak,
ölmeyi göze almaktan başka nedir ki?
Senai
Demirci
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder