Ahzab suresi, şu ayetlerle başlar:
“Ey Peygamber! Allah’a karşı gelmekten sakın. Kâfirlere ve münafıklara itaat etme. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. Rabbinden sana vahyolunana uy. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır. Allah’a tevekkül et, vekil olarak Allah yeter.”
Kâfir ve münafıklara itaat edilmemesinin gereğini vurgulayarak başlayan bu sure Medenî bir suredir ve bu girişten sonra surenin içeriği özetle şu şekilde ilerler:
Kişinin eşi, annesi gibi (zıhar); evlatlıkları da gerçek çocukları gibi değildir (4).
Çocuklar, babalarına nispet edilerek isimlendirilmelidir (5).
Peygamber, müminlere canlarından ileridir. Eşleri de müminlerin anneleridir. Akrabalık bağları, miras açısından manevi kardeşlik bağından daha fazla hak doğurur. (6).
Allah, sadıklara sıdkından sorabilmek için Nuh, İbrahim, Musa, Meryem oğlu İsa ve son olarak Muhammed’den söz (misak) almıştır. Kâfirlere ise acı bir azap hazırlamıştır. (7, 8).
[Sekizinci ayette لِيَسْپَلَ الصَّادِقٖينَ عَنْ صِدْقِهِمْ “Sadıklara sıdkından sormak” tan bahsedilir. Yani insan, toplum içinde sosyal dokuyu ilgilendiren her konuda dürüst ve her hâlükârda doğru adımlar atmak zorundadır ve bundan sorumludur. Bu sözleşme (misak alma) bahsinden hemen sonra konu, daha önce yaşanmış savaş şartlarına getirilir ve az önce sözü edilen sosyal meselelerle bunlar arasında verilen mücadele ve zorluk açısından bir bağ kurulması istenir.]
Bir zaman üstlerinden ve altlarından üzerlerine ordular saldırınca gözleri kayıp yürekleri ağızlarına geldiğinde, hatta Allah hakkında zanlarda bulunmaya başladıklarında müminler, Allah’ın düşmanlarının üzerine bir rüzgâr ve görülmeyen ordular göndererek kendilerini nasıl kurtarıp nimetlendirdiğini hatırlamalıdırlar (9, 10).
O an orada müminler denenmiş, şiddetli bir sarsıntı ile sarsılmış, münafıklar ve kalplerinde hastalık (maraz) bulunanlar, “Allah ve Resulü bize sadece boş vaatlerde bulundu.” demiş; bazıları da kaçmak için “Burada (düşmana) karşı konulmaz, evlerimiz (saldırılara) açık durumda!” diyerek Peygamber (sav)’den izin istemişti. (11-13).
Eğer şehirleri gerçekten saldırıya uğrasa ve düşman tarafından fitne çıkarmaları istenseydi, (o kalpleri hasta olanlar) tereddüt etmeden bunu hemen yaparlardı (14).
Oysa dönüp kaçmayacaklarına dair Allah’a söz vermişlerdi ki Allah’a verilen söz sorumluluk gerektirir. (15).
Onlara “Ölmekten yahut (savaşta) öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmak size bir fayda vermez; bunu başarsanız bile hayatın zevkini ancak çok kısa bir süre tadarsınız!” denilmelidir. Çünkü Allah bir zarar vermek istese, kimse O’ndan kaçamaz. Yahut rahmetini bağışlamak istese buna kim mani olabilir? Onlar, Allah’tan başka bir yardımcı ve koruyucu bulamayacaklarını da bilmemektedirler. (16, 17).
Allah, savaştan kaçanları ve kardeşlerine “Bize gelin!” diyerek (savaştan) alıkoyanları bilir. Böyleleri müminlere yapılan yardımı kıskanır. Ama bir tehlike ile karşılaşınca ölecekmiş gibi korkuyla gözleri dönmüş bir şekilde müminlere bakarlar. Tehlike geçince de inananları sivri dilleri ile incitmeye devam ederler. Bu insanlar, iman etmiş değildir ve bu yüzden Allah onların yaptıklarını boşa çıkaracaktır (18, 19).
Bunlar, korkudan ordunun çekilmediğini zannetmektedirler. Ordu geri dönse çölde bedeviler arasında kalıp uzaktan haber almayı tercih ederler; aranızda bulunsalar bile savaşır görünmekten başka bir şey yapmazlar (20).
[Burada müminlerle münafıklar arasındaki psikolojik çatışma (harp) gündemdedir. Münafıklar savaş şartlarında korku ve vehim üreterek yaptıklarını şimdi toplumsal meselelerin hâllinde dedikodu ve iftira ile yapmaya çalışmaktadırlar.]
Oysa Allah’ın elçisi, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmaya inanan ve Allah’ı çok anan kimseler için çok iyi/güzel bir örnektir. Buna göre müminler düşman ordularını gördükleri zaman korkmaz, bu onların sadece imanlarını ve teslimiyetlerini artırır ve “Bu Allah ve Resul’ünün, bize vadettiği zaferdir. Allah ve Resulü doğru söylemiştir.” derler (21, 22).
Müminler, Allah’a verdikleri sözde dururlar. Onlardan kimi şehit düşmüş kimi de şehit olmayı beklemektedir (23).
Allah, sadakat gösterenleri sözlerini tutmalarından dolayı ödüllendirsin, ikiyüzlüleri de -dilerse- azaba çarptırsın yahut (pişmanlık duyarlarsa) tövbelerini kabul etsin diye insanları bu tür sınamalara tabi tutmaktadır (24).
Allah, savaşta müminlere yardım edip inkâr edenleri ise hiçbir hayra eremeyecekleri şekilde öfkeleriyle geri çevirmiştir. Kitap ehlinden onlara yardım edenleri de kalelerinden indirip kalplerine korku düşürmüştür. Onlardan bir kısmı ölmüş bazıları da esir alınmıştır. Böylece Allah, onların topraklarını, evlerini, mallarını ve henüz ayak basılmayan nice yerleri müminlere miras olarak vermiştir (25-27).
[Baştan itibaren buraya kadar bir özet yapmak gerekir. Çünkü savaştan bahseden ayetlerden hemen sonra buradan itibaren ayetler tekrar içe yönelir.
İlk altı ayette toplumsal (sosyal) meseleler sıralanır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder