Müslümanlar ve gençlik…
Türkiye’de Müslümanlaşma serüveni aynı zamanda bir gençlik hareketi üzerinden neşvünema bulmuştur. Müslümanlık gençlikle buluştuktan sonra toplumsal zeminde gücünü kazanmıştır. Tebliğ ve irşat faaliyetleri de bu enerjiden ve güçten nasibi aldığında toplumsallaşabilmiştir. Hatta ileri bir adım olarak gençlik ile buluştuktan sonra Türkiye semalarında varlığını kazanmış bir İslami hareketten bahsetmek mümkün hale gelmiştir. O yüzden Müslümanlar gençlik hareketi olmanın taşıdığı gücü ve güçsüzlüğü aynı zeminde yaşamıştır. Ve bir çok sorunun kaynağı da maalesef budur. Ama bunu tespit edecek bir entelektüel donanımın hala eksik olduğunu da söylemek zorundayım. Modernliğin bize yutturduğu biçimlendirme hastalığı yüzünden gençliği kaybetmekle karşı karşıyayız. Ve bugün cemaatler, dernekler, vakıflar yada gençlik hareketleri gence ulaşabilmek için maddi imkanları zorlamaktadırlar. Bu ise gençliğin tabiatına ters bir durumu içermekte ve doğal olarak o hareketi güçten düşürmektedir. Sahte ile tabii olanın farkı burada açığa çıkmaktadır. Seksenli yıllarda yokluk (kelimenin bütün anlam katmanları dahil) içinde neredeyse bütün üniversitelerde ve lise ile ortaokullara kadar ulaşan çabalar gösterilmişti. Şimdi ise varlık (kelimenin bütün katmanları dahil) içinde olduğumuz halde her yerde gücümüzü kaybettik…
Bir örnek olsun diye; isimleri bende mahfuz olmak kaydı ile bir ortaokul ve lise de doksanlı yıllarda biri müdür muavini diğeri ise bulunduğu okulda felsefe öğretmeni iki arkadaş, kendilerine yardımcı olarak başka kimseleri de yoktu. Ve her ikisi de solun egemenliğinde iki okuldu. Ama bu iki öğretmen arkadaş bulundukları yerde onlarca ve yıllar ilerledikçe de neredeyse bütün okulun rengini değiştirecek bir zemini inşa edebildiler. Bugün ise herhangi bir okulda müdür, müdür muavini ve öğretmenlerin önemli bir kısmı bizden ama öğrenci ise yok… Acı ama gerçek bu…
Bir okuyan ve yazan biri olarak değişik toplantılara katılıyorum. Oralarda hep şu soru sorulur: biz gençliğe nasıl ulaşacağız? Şimdi gençlikle bir bağ oluşturamıyoruz. Onları kendi çalışmalarımıza katamıyoruz, gibi değerlendirmeler yapılıyor. Ve bu gençliğe ulaşmanın yeni bir yol, yordam ve dilini kurmamız gerektiği üzerine yargılar ortaya konuyor ama çözüm olabilecek sadra şifa bir nokta belirlemeden dağılıyoruz. İnsanın içi acıyor... Çaresizlik içinde kendimizi yeriyor ve yiyoruz.
İşin aslı ise şu: seksen kuşağı olan bizler, algı ve idraklerimize giydirilmiş gömlek modernliğin gömleği ve eğitim müfredatımızı belirleyen kültürel doku da bu şekilde biçimlendirilmişti. Türkiye de ise zaten batılı müfredatı ve kültürel dokuyu bir elli yıl geriden takip ettiğimizi dikkate alırsak meselenin açmazlarını biraz daha izaha hazır hale getirebiliriz. Yaşadığımız bu dönemi dikkate aldığımızda ise artık post modern bir kültürün baskısı altında olduğumuzu söylemeliyiz. Hatta bugünkü gençlik tam da post modern bir kültür üzerinden yetiştiriliyor. Bizim bile iki binli yıllarda post modern kültüre geçiş yaptığımızı hatırlamamız gerekir. Çoğulcu yaklaşım ve birlikte yaşama formülleri zaten bu post modern kültürün dayatmaları karşısında bulduğumuz İslami çözümlerdi. Orada yapılan tartışmalar ve okumalar hem bizi taktik ve stratejik olarak güçlendirdi ve meşrulaştırdığını düşündürdü. Hem de geleceğimiz olan gençlerin yetiştirildiği bir zemini inşa etti… Önce bu gerçeklikle yüzleşmeyi göze alabilmeliyiz. Bu hesaplaşma olmadan gençliğe bizim dileğimiz olan yeterlilikte ulaşma imkanını heba edeceğiz. -Bunun altını çizelim kalın bir şekilde…-
Modernliğin ve post modernliğin tutumlarını mukayese ederek bugünkü gençliğin durumunu ve ona ulaşma yöntemini konuşabilme zeminini hazırlayabiliriz.
Modernlik tek biçimci bir yönelimi içermektedir. Monist dünya görüşü olarak da tanımlayacağımız tek tipleştirici bir yaşam tarzını dikte eder. Bu tek tipçi yaşam tarzı diktesi her alanı kapsamaktadır. Sosyal alandan siyasal alana, kültürel alandan sanatsal faaliyetlere, spordan, mimariye kadar bütün alanlara sirayet ettirilmiştir. O yüzden sadece dışarı çıkın ve dünya kentleri ile herhangi bir ülkenin kentleri arasındaki o bayağı benzeşmeyi görün… Modernlik sadece tek tipleştirmiyor aynı zamanda bir kurgu üzerinden dizayn edici bir yöntemi de içeriyor. Yani bir mühendislik projesidir de… Ve modernliğin en önemli özelliği aynı zamanda da her şeyi bir görsel şova dönüştürmesi… Yani bir gösteri toplumu ve kültürü inşa eder…
Şimdi yukarıda dile getirdiğimiz şeylerin kendi hayatımızdaki iz düşümleri üzerine düşünmeliyiz ki yaşam tarzımızın ne kadarı bizim kültürümüzden neşet ediyor ne kadarı da eğitim üzerinden bize öğretilmiş değerlerden müteşekkildir…
Şöyle kabaca bir değerlendirelim: yapıp ettiklerimizi her kesin bilmesi ve bu konuda bize yaklaşmalarını sağlayacak her vesileyi kullandığımızı inkar etmeyeceğiz değil mi? Özellikle sosyal medyayı ve onu kullanma biçimini… Hatta yediğimiz, içtiğimiz ve gezdiğimiz yerlerin an be an çekimini yapıp paylaşmayı çok seviyoruz. Daha önemlisi, kendi dışımızda kalan ve kültürel ya da düşünsel birlikteliğimizi eylemsel beraberlikle örtüştürmemişsek onu ötekileştirmek çok kolay olduğunu biliyoruz. Çok rahat bir şekilde bizden olmayana hayat hakkı yoktur diyebilecek cüreti gösterebiliyoruz. Önemli, kıymetli ve değerli olanın kendi katımızda olduğu konusunda herhangi bir şüphe de taşımıyoruz. İşte bu Müslüman olmamıza engel olmayan ve davranışlarımızın kodlarını belirleyen tutumlarımıza birkaç küçük örnektir…
Post modern kültür ise bambaşka bir yapıya işaret eder. Yani modern kültürün aksine bütünlük yerine parça eksene alınır. Nesnellik yerine öznellik belirleyici olur. Küçük olsun benim olsun yaklaşımı hayat düsturu olur. Benliğin kendisi olarak varlık sahasına çıkışını önceler ve böylece dışarıdan bir put yerine kendisi put haline gelir. Yani bir tek kutsallık vardır o da bizzat kendisi… Ahlakı öteki ile ilişki olarak tanımlayacaksak ki öyledir, post modern yapıda ahlak olamaz! Çünkü o sadece kendisini düşünür. Öteki ile bir ilişki kuramaz! Kurduğu ilişki ise sadece kendisi ile alakalı ve sınırlı olmakla sınırlıdır. ‘Önce ben’ bir slogan olmaktan çıkar ve yaşamın üzerine kurulduğu ilke olur. Bu modernlikte de kısmen vardır. Ama bu düzeyde belirleyici değildi.
Modernliğin ve post modernliğin değer çözücü yanlarını hesaba katmak zorundayız. Modernlik kaba bir pozitivizme dayanarak kaba bir biçimciliği dayandırmıştır. Ama post modernlik anlamsızlığı duçar kılarak hiçleştirmeyi bir yaşam tarzına dönüştürmüştür. Ahlaki erozyonun en önemli sebebi bu iki kaba tutumun naiflik kazanan meşrulaştırılmış bir dolaşımdaki etkinliğidir. Evet, değersizleştirme bir yaşam tarzına sahip olmuştur.
Şimdi de çocuklarımızın tutumlarını masaya yatıralım ve ne kadar bu kültürle bezenmiş bir yaşam tarzına sahipler onu gözlemleyelim… Kardeşlerin birbirleri ilişkisinden tutunda farklı siyasi yapılardaki insanların birbirleri ile ilişkisine kadar nasıl bir sertlik ile döşendiğini söylemekte yarar var. Suriye, Irak ve Mısır’da meydana gelen olaylar, ideolojik ayrımların keskinliği, aynı düşünce de olmakla birlikte farklı fraksiyonlarda olanların birbirleri ilişkileri, Müslümanların birbirlerini itham etmeleri, tekfir hastalığı, hain, hırsız nitelemeleri bize nasıl bir dünyada yaşadığımızı gösteriyor. Ayrımlar üzerinden derinleşen parçalanmalar bize aslında nasıl bir kültürel havayı teneffüs ettiğimizi gösteriyor. Aldırışsız, melankolik, tembel, fark etmemek, bakar kör olmak gibi bencil, kibirli, beğenmeme halinin en belirleyici faktörler olduğu bir dünya… İşte post modernliğin oluşturduğu kültür ve bu kültürün yaşama dönüşme biçimi…
Yani bugün yaşadığımız şey kuşaklar arası çatışmadan çok ki onun da muhakkak bir etkisi vardır ama ağırlıklı olarak kültürel bir çatışma yaşıyoruz ve maalesef bunun kültürel bir çatışma olduğu konusunda bir farkındalık oluşturamıyoruz. En büyük sorun bu… Bu sorunu çözmeden de nasıl bir ilişki ve iletişim için gireceğimizi belirleme konusunda hep bir zaaf taşıyacağımı belirtmek zorundayım…
(Makalenin devamı gelecek hafta pazartesi günü yayınlanacaktır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder