Endülüs Neyi İfade Eder?
Endülüs, romantik bir nostaljinin nesnesi olmanın çok ötesinde bir anlam ifade etmelidir. Endülüs’e yüklenen anlamlandırmalar esasından kopartılınca söylenenler bir müddet sonra karşılıksız kalıveriyor. Esasından kopartılan anlam yükü ile Endülüs; kaybedilen önemli bir coğrafya, yaşanmış ikinci bir asr-ı saadet dönemi, Müslümanların bugünkü zelil durumlarının savunusunu yapacak şanlı bir geçmiş, İslam Medeniyet ve Kültür birikiminin özgün bir göstergesi, Müslüman-Hıristiyan gerilim ve çatışmalarının billurlaştığı tarihsel bir kesit vb. imgeler ile donanmış muhayyel şanlı bir geçmiş oluveriyor. Bu haliyle Endülüs, imgesel anlamlandırmalar ile ancak film fragmanları mesabesinde zihin dünyamızda bir değer ifade edebiliyor.
Endülüs’ün zihin dünyamızı meşgul ediyormuş gibi gözükmesinin art alanında belletilmiş özgüven eksikliğimiz yatmaktadır. Günceldeki Endülüs, hükümferma Batı’nın fiziki ve siyasi coğrafyası dâhilindedir. İslam’ın izlerini Endülüs ve benzeri coğrafyalarda sürmek tarihsel bir doyuma karşılık geliyor. Hükümferma bir geçmiş algısı ile deruhte edilen bu doyumun istikbale matuf bir kıymetinin olamayacağı aşikar ve Endülüs’e duyulan romantik nostalji duygusu tam da bu özgüven eksikliğimizin bir itirafı gibi duruyor.
Endülüs önemli elbette…
Çin Uygur bölgesinin kıraç topraklarında hayatta kalmağa çalışan Müslümanlar kadar önemli… Veya Harlem gettolarında temiz bir yaşam mücadelesi veren siyahi Müslümanlar, hidayetin nasip olması için dualarımızı esirgemediğimiz beyaz adamlar kadar ilgiyi ve duayı hak etmeli. Endülüs’ün cennet bahçelerine yaptığımız övgüler, çöldeki asude bir vahanın güzelliğine yapılan övgü kadar olmalı mesela. Londra’nın gri gökyüzüne yakıştırdığımız bahadır minareleri, Okyanus’un unutulmuş bir adasına da yakıştırmalıyız
Endülüs önemli elbette…
Bütün Müslümanların, daha geniş bir ifade ile ‘ortak sözde’ buluşma ümidi içinde bulunduğumuz bütün insan cinsi kadar önemli. Ne bir eksik ne de bir fazla. Endülüs ilgimiz, tarihte Endülüs’te neler olup bittiğinin hakikati merkezinde şekillenmiyor. Evvela; yenik psikolojimizi tatmin edecek siyasal bir iddia olarak yükseltiyoruz Endülüs’ü. ‘İyi yönetim’ anlayışımızın test edilmemiş öngörüler yumağı olarak bir nevi ‘ütopya’ olarak servis ettiğimiz Endülüs’ü, Müslümanlar arası ölümcül şiddette iktidar mücadelelerin yaşandığı, çoğu zaman emin olmayan beldelere bölünmüş iktidar adacıkları ile istikrarsız bir coğrafya olarak hayal edemiyoruz mesela.
Siyasal istikrarın bozulması ile birlikte Hıristiyan unsurların Müslüman beldelere yapmış oldukları tecavüz, kıyım ve saldırılar arttıkça Endülüs emirleri Mağripteki komşu Müslüman zinde unsurlardan yardım istemek zorunda kaldılar. Bedevi yaşam tarzının ağır bastığı ‘Murâbıtlar’ bu zinde güçlerin en önemlilerindendi. 1086 senesinde Endülüs Emirlerine yardım için gelen Murâbıtlar, 1093 senesinde Endülüs Emirlerinin meşruluklarını kaybettiklerini gerekçe göstererek Endülüs topraklarında cihad ilan ettiler. Murâbıtlar Devletinin Endülüs’ü kendi topraklarına katacağını anlayan Endülüs Emirlerinin çoğu bu durum karşısında Hıristiyan Krallıklarla askeri ittifak yolunu seçtiler.
Endülüs’teki Murâbıtlar’ın askeri ve siyasi varlığı Avrupa’daki Hristiyan siyasal unsurlar dahlinde ‘Yeniden Fetih’ anlamındaki ‘Reconquista’ ideolojisinin doğmasına neden olmuştur. ‘750 senesinde İspanya'nın kuzey batısında Asturias Krallığı'nın kuruluşundan itibaren, Müslümanların Endülüs'den kovulmaları, Hristiyan İspanya'nın bir "megalo idea"sı olmuştur… Reconquista fikrinin birbirini tamamlayan iki yönü bulunuyordu. Birincisi siyası-askeri yön ki, bununla Endülüs'de veya kendi deyişleriyle İspanya' da İslam hâkimiyetine son verilecekti. Diğeri ise dini yöndür ki, bununla da İslam’ın cemaat potansiyelinin eritilmesi ya da tasfiye edilmesi hedefleniyordu.’
Endülüs, tarihimiz ile yüzleşmemizin bir aynası olarak görülmüyor maalesef.
Endülüs Müslümanları, gittikçe artan Hıristiyan baskısı nedeniyle Osmanlı Devletinden müteaddit defalar yardım talep etmişlerdir. İlk yardım talebi II. Mehmet’in İstanbul’u fethi sonrasında büyük bir ümit içerisinde 1477 senesinde gerçekleşmiş fakat Endülüslü Müslümanlar umduklarını bulamamış olacaklar ki bu yardım talebinin sonuçları hakkında Osmanlı kayıtlarında yeterli bilgi bulunmamaktadır. 1487 senesinde ise Endülüslü Müslümanlar II. Beyazid’e bir elçi ile birlikte yürek paralayıcı bir mektup göndermişler yardım talebinde bulunmuşlardır. II. Beyazit devrindeki Cem Sultan merkezinde süren taht kavgaları ile Memluk sorunu Endülüs Müslümanlarının imdat çığlıklarını bastırmıştır. Neticede 1492 senesinde Endülüs’te İslam hakimiyetinin son kalesi olan Gırnata, Hıristiyan Kastilya Krallığı tarafından istila edilmiştir. Endülüslü Müslümanlar topyekun ağır bir zulüm ve baskı altındadırlar artık.
Cezayirli Müslümanlar Yavuz Sultan Selime bir mektup göndererek Kuzey Afrika ve Endülüslü Müslümanlarının Hıristiyan saldırıları karşısında yalnız ve güçsüz kaldıklarını ifade edip yardım talep etmişlerdir. Yavuz Sultan Selim Safevi ve Memluk sorunları nedeniyle Kuzey Afrika ve Endülüslü Müslümanlara yardım edememiştir. Kanuni Sultan Süleyman zamanında Endülüslü Müslümanlara verilen destek Osmanlı-Avrupa siyasal ve askeri ilişkileri bağlamında stratejik kaygılarla gelişmiştir. Osmanlı Devleti ile Avrupa’yı temsile soyunan Habsburg İmparatorluğu arasındaki stratejik savaş, Osmanlı Devletinin Endülüslü Müslümanlara yardım atağını gündeme getirmiştir. Bu meyanda Kemal Reis ve Barbaros Hayrettin Paşa diğer denizci arkadaşları ile (Korsanlar) İspanya kıyılarını vurarak Endülüslü Müslümanlara yardım etmişler ve onların bir kısmını (70.000 kişi) Kuzey Afrika sahillerine taşımışlardır. II. Selim zamanında Endülüslü Müslümanlara yardım etmek maksadıyla bir donanma hazırlanmış fakat bu donanma stratejik konumu gereği Kıbrıs Adasını fethe girişmiştir. Fakat Cezayir Beylerbeyine bir ferman gönderen II. Selim, Beylerbeyi Kılıç Ali Paşa’ya Endülüslü Müslümanlara yardım etmesini emretmiştir. Kılıç Ali Paşa bir donanma hazırlamış ama bu donanma güçlü bir fırtınada dağılmıştır. Bu felaketin ardından Kılıç Ali Paşa Endülüslü Müslümanların 1568 senesinde başlatmış oldukları ayaklanmaya 100 kadar asker ve bol miktarda silah ile destek vermiştir.
Sonrası seneler Avrupa güçler dengesi kullanılarak bazı şeyler yapılmak istenmiştir. Fransa Avrupa’da yükselen İspanya’nın gücünü kırmak için III. Mehmet’e Endülüslü Müslümanlara yardım için teklifte bulunmuş, Osmanlı Devletinin eski gücü kalmadığı için bu ittifak teklifi karşılık bulmamıştır.
Yukarıdaki kısa tarihçeden de anlaşılacağı üzere ‘Cihan Devleti’ mesabesinde gördüğümüz Osmanlı Devleti en kudretli yıllarında dahi farklı birkaç cephede savaşmak yeteneğinden uzak bulunmaktadır. Osmanlı yönetsel aygıtına hakim olan ‘Devlet Aklı’ stratejik ve siyasal nedenler ile farklı coğrafyalardaki Müslümanların hayati yardım taleplerini karşılama ya da karşılamama yönünde analizler yapabilmiştir. Bir Akdeniz unsuru olan Endülüs coğrafyasına etkili bir Osmanlı yardımının yetişememesinin önündeki Hıristiyan unsurların Akdeniz’deki güçlü askeri engelleri, ‘Akdeniz’in bir Türk Gölü’ olduğu iddiasını bulanıklaştırmaktadır.
Bu tarihsel seçkiyi zikretmemin nedeni, salt Osmanlı Devletinin askeri ve siyasal zaafını aşikar etmek değil elbette. Maksadım; geriye doğru inşa edilmiş bir tarih anlayışının nelere ket vurabildiğini güncel siyasal izdüşümleri ile birlikte düşünmeye davet etmektir. Hükümferma bir devletin sahipliliği üzerinden kotarılan siyasal meşruiyet gayretlerinin tarihte iddia edildiği gibi sahih bir karşılığının olup olamayacağının test alanı olarak tarihsel hakikatlerin arkasına düşmek önem arz etmektedir.
Endülüs’ün tarihimiz ile yüzleşmemizin bir aynası olarak göremediğimizi zikretmiştim. Bu defa önemli diğer bir hususa dikkat çekmek istiyorum. Bu husus; Moriskolar olarak isimlendirilen Endülüslü Müslümanlarının çifte kimlikli olmaya zorlayan anlayışın bizim tarafımıza düşen uygulamalarını sorgulamaktır. 1492 senesinde Endülüs’te son İslam beldesi olan Gırnata’nın düşmesi ile birlikte Endülüslü Müslümanlar korkunç işkence ve zulümlere duçar oldular. Bu zulümlerin başında ise zorla Hıristiyanlaştırma uygulamaları gelmektedir. Görünüşte Hıristiyan fakat içeride Müslüman olmaya devam eden Moriskolar bu çift kimlikli olmanın acısını uzun yüzyıllar yaşamışlardır. Hıristiyanlıkları konusunda Hıristiyanları ikna edemeyen Moriskolar, Müslüman kökenleri nedeniyle zulüm ve baskı görmeye devam etmişlerdir. Çift kimlikli bir yaşama mahkum edilmişliğin gerilimi Moriskolara yapılmış en büyük zulüm olmalıdır.
Siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel nedenlerle zorla Müslümanlaştırılan gayrimüslim unsurlar ile sapkın olarak ilan edilen Ortodoks İslam yorumunun haricindeki heretik İslam yorumlarına sahip mezhebi ve meşrebi unsurların, kendilerini harice karşı gizleyerek çifte kimlikli bir yaşama mahkum edilmeleri ve kökenleri itibariyle sürekli şüphe baskısı altında tutulmaları durumu ve bu durumun siyasal saikler ile haklılaştırılmaları, Endülüslü Müslümanlara yapılanlar bağlamında sorgulamayı gerekli kılmaktadır. Bu durumun siyasal olarak bir karşılığı da bulunmaktadır. Oluşturulan ‘İçimizdeki Düşman Algısı’ özellikle siyasal beceriksizliklerimizi kolayca yükleyebileceğimiz bir ‘günah keçisini’ mümkün kılmaktadır. Önemlisi, bu durumun siyasal bir araçsallığa sahip bulunmasıdır. Bu araçsallık; içimizdeki düşmanlara karşı mücadele veren siyasal unsurların varlık nedenlerini meşrulaştıran mükemmel vasıtalar olarak siyasal ufuk karatmalarına izin veren bir yönünün bulunuyor olmasıdır.
Endülüs’ün varsıl ve hükümferma geçmişinin hikayesi, kaybedilenin esasına dair hikâyeleri gölgeledikçe, tarihin hakikat bilgisi, güncel siyasal çatışmaların ve siyasalın belirlemesine göz yumduğumuz her türden çekişmelerin meşrulaştırıcı çıktıları olarak kalmaya devam edecektir. Geçmişin hakikat bilgisi; iktidar çatışmalarının billurlaştığı savaş meydanlarında, saray ve otağlarda aranmamalıdır. Geçmişin hakikat bilgisi, sosyal hayatın hücrelerine nüfuz etmiş ve devredilen yaşanmışlıklarda aranmalıdır.
Kurtuba Camii’nin muhteşem sütunlarını seyrederken gözünüze ilişen aşina bir yüze ilgi gösterin. Moriskolardandır bu aşina yüz. Selam verin ve geçmişini hatırlamasına yardımcı olun. Yalnız olmadığını gösterin, kapıp getirin onu; bir mahalle mescidinde secdenin en asilini göreceğinize eminim. Ümmet olma bilinci; taşa toprağa, vadiye, bahçeye, anıtsal yapılara ve inşa etmiş olduğumuz tarihe gösterilen ilgi ile değil, yaşayan ve yaşadıklarını devreden Müslüman kardeşine gösterdiğin ilgi ile oluşur. İçten bir gülümseme, geçmiş ile geleceği birleştirir.
Bir sonraki yazımızda İnşallah Endülüs imgesine eşlik eden önemli anlamlandırmaları analiz etmeye ve sorgulamaya çalışacağım. Bu anlamlandırmaların analiz çalışmaları; ‘Birlikte yaşama pratiğinin temelleri neleridir’?’ ve özgün/öznel bir İslam Medeniyet ve Kültürü mümkün mü?’ soruları merkezinde şekillenecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder