İnsan öğrenme arzusu ile doğar. Merak arzuyu besler. Düşünme, anlama, sorma, karşılaştırma, genelleme, muhakeme etme gibi özellikler ona hizmet eder. Merakının peşine düşen her meraklı, kendisini içine doğduğu evreni anlamlandırırken bulur. Mütemadiyen süren anlamlandırma çabası bir taraftan bilinenin kapısını aralar diğer taraftan bilinmeyenin eşiğinde bırakır. Bu velut daire o yok olana ya da takat kesilene kadar sürer.
Her bebek için öğrenme kendiliğinden gerçekleşen bir olgudur. Ne yönlendirmeye, ne teşvike ne de iteklenmeye ihtiyaç duyar. Dur durak bilmeyen tecessüs onu harekete geçirir. Adeta öğrenmek için yaratılmıştır. Onun bu hali gözlerini açtığı küçük evreni eğitim ortamına çevirir. Vaktinin neredeyse tamamını algıladığını tanımaya, ilgi duyduğunu anlamaya çalışmakla geçirir. Yaşamak için ne kadar başkalarına muhtaçsa, öğrenmek için o kadar müstağnidir. Demek ki belleme hırsı vehbidir, fıtratın gereğidir. Bu yüzden de Yaradan’ın bağışladığı bu hal, kimse tarafından yadırganmaz. Onun öğrenme hızı karşısında ebeveyn başta olmak üzere büyükler hayret makamına ererler. Kıymeti bilinirse hayret de onların öğrenme imkânıdır ve bebeklerden çok şey öğrenirler.
Tamamen kendiliğinden oluşun eğitim ortamının havası, o çocukluğa evirildikçe değişir. Gösterilen anlayış azalırken yerini icbar almaya başlar. Müsamaha azalırken sertliğin dozu artar. Ailede görülen bu değişiklik onaylanabilecek düzeyde ve gerektiği oranda olduğunda zarar vermeyebilir. Makul düzeyi aştığında ve gerekli gereksiz kullanıldığında kişilikte tahribe yol açar. Görülebilecek bu tür yanlışlara rağmen aile ortamı çocuğun kendisini güvende hissettiği bir yerdir. Arkadaşlara meyledilmesiyle aile ile geçirilen vakitler azalmaya başlar.
Annenin ev dışında çalışmasının nerdeyse zorunlu hale getirilmesi çocuğun olması gerekenden daha erken aile ocağından uzak kalmasına neden olmuştur. Artık maalesef pek çok çocuk bebeklikten itibaren yapay ortamlarla pek erken tanışmaktadır. Kimi zorunluluktan kimi daha iyi yetiştirmek için yavruyu anaya hasret bırakır. Böylece kreş, anaokulu vb adı altında giderek artan bir oranda eğitim ortamı yapaylaşır. Düşünüldüğünün aksine doğal olmayan hiçbir ortam çocuğun işini kolaylaştırmaz; aksine dünyasını altüst eder. Aslında yapaylığın bizatihi kendisi sorundur. Dünyayı ahtapot gibi sardığından beri suniliğin yol açtığı marazlar ortadadır. Tehlikenin ciddiyetinin izah edilmeye ihtiyacı yoktur zira zararının ulaşmadığı ev enderdir.
İbni Haldun meşhur eseri Mukaddime’de “ilim ve öğretim tabii bir haldir” der ve görüşünü şöyle temellendirir: İnsan, diğer varlıklardan düşünme yeteneğiyle ayrılır. O, görme hızından daha hızlı düşünür. Göz kırpıncaya kadar bile düşünmeye ara vermez. Bu yüzden ilim, tefekkürden neşet eder. Ayrıca fikir, yeni şeyleri idrak edip kavramaya, bilmediklerini öğrenmeye, bilgisini artırmaya ihtiraslıdır. Hakikatlere yönelir ve her birinin özünü de iğreti olanını da düşünüp değerlendirir. Tefekküre devam edince, düşünmek bir meleke haline gelir. İlim adamı maharetiyle ulaştığı bilgiler özel bir disiplin haline gelir. Yeni nesiller, bu ilmi öğrenmeyi arzular ve bilenlere başvururlar. Talim böyle vücut bulur. Görüldüğü gibi ilim ve talim, beşer için tabii bir haldir.
Eğer o haklı ise doğallık, hiçbir eğitim anlayışının bigâne kalamayacağı bilakis dikkate almak zorunda olduğu bir gerçekliktir. Onu göz ardı eden bir anlayışın fıtrata uygun olma ihtimali yoktur. Bu nedenle fıtrilik herhangi bir eğitimin, felsefesinden uygulamasına, insaniliğinin mikyası mesabesindedir. Bu yüzden bebeğin doğuşuyla kendiliğinden oluşan insani yaklaşım ve doğal öğretim ortamı sonraki her aşamada muhafaza edilmelidir. Dolayısıyla anlayışın ve ortamın doğallığını sağlayan çatı değiştirilmeden sadece içerik güncellenmelidir. Zira yaş ilerledikçe hedef değişir ve bu da içeriğin değişmesini zorunlu kılar. Buluğ öncesi muhatabı tanımak, kapasitesini bilmek, imkânlarını görmek öncelikli işler arasındadır. Dikkatli bir göz, hayatın zengin işleyişi içinde bunları rahatlıkla fark eder. O da biraz kendi marifetiyle, biraz çevresinden aldığı tepkilerle kendisini tanıma şansı bulur. Ergenlik sürerken kendisiyle ilgili kararları verebilmesini mümkün kılan yeteneklerini kullandırmaya özen gösterilmelidir. Bu yeteneklerini kullanmayı meleke haline getirdiğinde ilgi ve kapasitesi doğrultusunda karar vermekte ve kararının arkasında durmakta zorlanmaz. Gelecek tasavvuru oluşmuş bir gencin, belirlediği hedef doğrultusunda kendisini yetiştirmek için genellikle motive edilmeye ihtiyacı olmaz. Yeter ki kendisine sunulan eğitim ortamı, ilgisi, yetenekleri, kapasitesi ve seçimiyle paralellik arz etsin.
Doğallığın neleri içkin olduğu yukarıdaki satır aralarından çıkarılabilir. Örgün öğrenime kadar eğitim hayatın bizzat içindedir ve bu doğallığın ta kendisidir. Bu noktada bebeklik döneminde uygulanan ve maalesef çocuk büyüdükçe terk edilen anlayış yol göstericidir. İnsanı öğrenme iradesi ve merak gibi dâhili saikler harekete geçirir. Çevresi onu anlamaya çalışır ve öğretmen gibi değil dost gibi davranır. Onun kendisini keşfetmesine izin verilir ve daha çok örnek ve yardımcı olma konumunda kalınır. Kampa almak, akranlarıyla yarıştırmak gibi ifsat edici işlere kalkışılmaz. Dolayısıyla zorlama ve sıkıştırmaya ihtiyaç olmaz. Aralarındaki ilişki velayet ilişkisidir ve davranışlar içtendir. Taraflar arasında güvene dayalı, şefkati, merhameti esas alan, sıcak, kalpten kalbe akan bir ilişki ve iletişim görülür.
Bebek her işini kendisi yapmak ister, büyükler izin verdikçe ustalaşır, aksi halde başkalarına muhtaç kalır. Kimse başkalarına muhtaç olmak istemez aksine kendi ayakları üzerinde durmak ister. Çocuğu nesne yerine koyan eğitim olsa olsa asalak yetiştirir. İnsanın nesne olacağı yerler olabilir ancak onun her daim özne olduğu teslim edilmelidir. Eğitim kendini rehber olarak konumlandırmalı, gönüllüğü esas alan bir atmosfer oluşturmalıdır. Tahsilini zihinsel aktiviteler eksenli bir dalda sürdürmediği sürece yaparak yaşayarak öğrenme ana yöntem olarak izlenmelidir.
Örgün öğretim uygulamaları da hayatın içinde kalmalıdır. O, dört duvarın içini de dışını da kapsamak zorundadır. Değerlendirene hayatın bizzat kendisi ve her aşaması bizatihi eğitim imkânıdır. Farkında olunsun ya da olunmasın bir şekilde içinde yer alınan her olgudan bir şeyler öğrenilir veya başkalarına öğretilir. Bu nedenle meslekî öğretim için işyerleri en ideal eğitim ortamlarıdır. Her iş kolu ihtiyacı olan elemanı bizzat iş başında kendisi yetiştirebilir. Kaldı ki sanat ve zanaat eğitimi öğretmen eliyle değil usta ve sanatçı marifetiyle olur. Kurumsal eğitim, devlet ve belediyeler dâhil her kurum ve işyeri tarafından verilebilir. Çalıştıracağı elemanda özel nitelik arasın aramasın her iş yeri, acemilere kıdemliler eliyle bilgi ve tecrübe aktararak onlara istediği nitelikleri kazandırmaktadır. Bununla yetinmeyip hizmet içi eğitim verenleri de vardır. Dolayısıyla zaten yaptığı işi en baştan yapacaktır.
Her insana verilecek eğitim aynı olamaz. Askeri ve sivil bürokraside görev alacakların eğitimleri aynı olamayacağı gibi, felsefe eğitimi ile mühendislik eğitim de birbirinden farklıdır. Eğer aynı olursa, iştigal edeceği işin nitelikleri kazandırılamadığı gibi tek tip insan bile yetiştirilemez. Piyasada çokça bulunan, karşılığı olmayan bilgilerle donatılmış mezunlar ordusuna yenileri eklenir. Eğitimle meslek sahibi olmak arasındaki ilişki doğru kurulmalıdır. Her eğitim, meslek öğretimine uygun değildir ancak her insanın hayatını sürdürebileceği kadar bir gelire ihtiyacı vardır. Bu gelirin en makbulü de alın teri ile elde edilenidir. Âlim, mütefekkir ve teorisyenler de hayatın bir gerçeğidir ve bunların eğitimi de gözetilmeli ve hatta özel önem verilmelidir.
Düşünme, anlama, sorma, karşılaştırma, genelleme, muhakeme etme gibi yeteneklerin kullanılmasına imkân verilmelidir. Her biri başlı başına bir imkân olan bu yetenekler ancak yeterince kullanıldığında meleke haline gelir. Onları kullanma imkânı vermeyen, öğretimi monologa çeviren, muhatabı boş levha sanan anlayış, insanı bir nesne mesabesine indirgeyip edilgenleştirir. Kullanılmayan potansiyel ham olarak kalır ve bebekken normal olan bu durum yetişkinlikte zaaftır. Bu nedenle eğitim bilkuvve olanı bilfiil kılmak durumundadır. Potansiyel olanı aktive edip kemale erdirme ortamı hazırlamayan eğitim, asıl işini ihmal ediyor demektir. Potansiyeli dikkate almayan, ilgiyi gözetmeyen, istekleri hesaba katmayan, zorlamayı marifet sayan, soru sorulmasını engelleyen, fikirlerin açıklanmasına izin vermeyen eğitim, doğuştan getirilen yetenekleri daha filizken kurutur, merakı cılızlaştırır, öğrenme isteğini söndürür.
27-04-2015 14:48
Cahit Ezerbolatoğlu
Düşünce Mektebi C
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder