Yaşadığımız dünya tam bir kaos ve karmaşa halini yaşamaktadır. Bunu sağlayan şey ise çok güçlü bir akıntı var ve bu akıntıya karşı herhangi bir şeyin direnme gücü göstermemesi ve direnme gücünü gösterecek herhangi bir şeyi de gayrimeşru ilan ederek bu akıntının gücüne güç katılmasıdır. Yani aslında bu gücü artıran şey o’nun güçlü oluşuna yönelik algı sorunudur. Çünkü yeni tanrısallık tam da bu akıntıya olan imanda açığa çıkmaktadır. Hâlbuki bu akıntının da diğer akıntılar gibi geçici olduğu ve ona verilen gücün bir sanıdan ibaret olduğu gerçeği hep zihinlerden uzak tutulmak istendiği gerçeği ise hatırlanmamaktadır.
Bu akıntı önüne çıkan her ne varsa silip süpürmekte ve çer çöpe dönüştürebilmekte mahir oluyor. Çünkü bu akıntıyı besleyen ciddi bir ideoloji ve bu ideolojiyi besleyen dünya görüşü ile birlikte güçlü bir kültür ve bu kültüre dayalı bir siyaset, iktisadi hayat ve toplumsal yapı mevcuttur. Bu akıntının oluşturduğu değerler ve bu değerlere yüklenen anlama dair güçlü bir güven oluşturulmaktadır. Müthiş bir illizyon ve müthiş bir sihirbazlar gösterisi biçiminde lanse edilen bu akıntı aynı zamanda her şeyi içine alarak gücüne güç katmakta ve muhaliflerini de kendisine benzeterek muhalifine kendi meşruiyetini dayatmaktan kaçınmamakta ve maalesef muhaliflerde bu meşruluğa iktidara ve güce ortak olma arzusu üzerinden teşne olmaktadır.
Gerçek muhaliflerin üzerine bu akıntının taşıdığı kalın bir tabaka örtülüyor ve onların sesinin ulaşmasının önüne her türlü engeli dikme konusunda çok cömert davranıldığı gözlerden saklanmıyor. İtirazlar güncelin hapishanesine düşülen notlara dönüşmekte ve reel olanın tanrısallığı karşısında oluşmuş eziklik bir karabasana dönüşmektedir. Bu sahte ve kurmaca akıntıya karşı hakikati dillendirdiğiniz anda bir vebalı muamelesine tabi kılınmanız sıradan bir olaya dönüştürülmekte ve oluşabilecek tepkiler etkisizleştirilebilinmektedir.
Bu devasa güç haline dönüştürülmüş arkaik devin eziciliği karşısında hakikate talip olanların sus pus olması da (istisnalar var tabii ki) ayrıca değerlendirilmeye alınmalıdır. Hakikatin suskunluğa tevdi edilmesi ve hakikate talip olanların varlıklarının epistemolojik güvenliğini ontolojik güvenliğe tercih edişleri de kayda değer sayılmalıdır.
İşte tam da bu noktada bir itirazın yükseltilmesi elzemdir. Ama bu itirazın kayda değer olabilmesinin imkânlarını ve şartlarını da dikkate sunmalıyız:
Birincisi, bu akıntı geçici olanı temsil ediyor ve sadece karanlığın dip yapmasıdır. Biliyoruz ki karanlığın en koyu vakti aydınlığa en yakın vaktidir. Sadece hakikati taşıyacak bir sesin ortaya çıkması yeteri olacaktır. Bir şartla ki bu ses hakikati taşıyacak bir istidadı da beraberinde taşımalıdır. İşte sorun burada devreye giriyor: çünkü iman ile amel arasındaki denge yapıbozumuna uğratılmış ve bunun sonucu iman güven kaybına uğrarken amelin niteliğini de değişime uğratmaktadır. Yani dil, kalp ve eylem arasındaki korelasyon bozulmuş olduğu için hakikati taşıyacak bir ses ortaya çıkamamaktadır.
İkincisi, hakikati taşıyacak bir sesin oluşumuna katkı sunacak bir vasatın inşa edilmesinin yükümlülüğüdür. Çünkü akıntının gücü ve süreklilik sağlaması buna karşı koymayı da hem güçlü hem de bir sürekliliğe kavuşturmayı elzem kılmaktadır. İşte bu noktada sahte olanı sahici olandan ayrıştıracak bir işleme ihtiyaç hâsıl olmaktadır. Bu noktada teslimiyetin güvene dönüşmesinin şartı olan samimiyeti sadakatle taçlandıracak bir olguya ihtiyacımız var. Ve bu sadakati besleyecek ihlas ve bu ihlası ayakta tutacak bir iyi niyeti kuşanmak elzem olmuştur.
Bu iki noktanın gerçekleştirilebilmesinin yolu ise öncelikli olarak Müslümanların siyaset dediğimiz kavramla bir hesaplaşma içine girmeleri kaçınılmaz olmalıdır. Çünkü bu siyaset sadece bir iktidar aygıtı ve onu çevreleyen bir olgu olmaktan çıkmış hayatın bütün atar damarlarına sirayet edecek bir düzleme işaret etmektedir. Siyasi davranmak aslında bir ikiyüzlülüğü işaret etmektedir. Duruma göre davranma diye tanımlayabileceğimiz bu şeyi hayatımızdan temizlemeden yol almak mümkün görünmemektedir.
Bütün kurumsal yapıların bu ikiyüzlülüğü az ya da çok bir şekilde kullanmaya devam ettiğini görmek için sadece biraz göz kapaklarımızı aralamak yeterli olacaktır. Ve maalesef siyaset yapılmamalı diyenlerin de aslında bal gibi siyaset yaptığı bir ortamda bu akıntıya karşı bir duruşun sergilenmesi muhal görünmektedir. O yüzden bugün yeni bir ses ve yeni bir sözün ortaya çıkmasının koşullarını oluşturabilmenin yegâne yolu riyasız bir dünyanın kurulmasının şart olduğu gerçeğine olan imandır.
İşleri yürütmenin ilke olarak öne çıkarıldığı yapıların Müslüman karakterli oluşları onları bu bataklıktan çıkaramamaktadır. Neyin öncelendiği önemlidir. Bu noktada ilahi hitabı buraya not edelim: istikametiniz, yöneliminiz, eğiliminiz, niyetiniz ve gidişatınız nereye?
Bu soru üzerinde durulmalı ki bir arınma ameliyesi gerçekleştirilebilinsin. Ama öncelikli olarak önce bu durumun farkına varılmalıdır. Yani çürümenin Müslümanları da kapsadığının farkına varılması elzemdir. Yoksa bu illetten kurtuluş mümkün olmayacaktır. İşte asıl zor soru: bu akıntıya karşı kim yüzecek ve bu yüzme cesaretini gösterirken aynı şekilde akıntıya kapılmamayı da garanti altına alacaktır?
Dil, kalp ve eylem arasındaki bağı samimiyet ve sadakatle kurarak varlığını hakikatin varlığına dayandıran ve gerektiğinde bu konuda bir tereddüt yaşamadan varlığından vazgeçebilecek bir dirayete sahip kişiler bu garantiyi verirken aynı zamanda şahitlik mertebesinden hareketle de bu karşı çıkışı güçlendirecek bir vasatı inşa etmede ilahi yardımı celbedebilir.
Şunu ilan ederim ki ben herhangi mevcut bir güç ve kurum ile ya da siyasal arenadaki iktidar mücadeleleri ile bu meselenin çözülebileceğine inanmıyorum. Hakikatin yeniden varlık sahasına çıkması için mevcudun önce bütünüyle reddedilmesi gerektiği ve yeni bir başlangıç için örgütlenme yerine kardeşlik ve dayanışmayı ilkeye dönüştürmenin elzem olduğu ve ilişkilerin mahiyetinde bir dönüşüm gerçekleştirerek ilişkilerde tam açıklığın kaçınılmaz oluşunu ilkeye dönüştürmek elzemdir.
Hakikat üzerine kaim olacak bir yapıyı ilzam eder. Mevcut yapılar ise hakikatin üzerine kaim olacağı şartları taşımıyor. Çünkü hakikat yok mesabesindedir. Kıyamet gelmeden önce hakikatin tekrar gün yüzüne çıkabilmesinin şartlarını oluşturmak Müslim, Mümin ve Muhsin kulların sorumluluğundadır. Onların bir araya gelmesi için de ayrıca bir örgütlenmeye ihtiyaç yoktur. Sadece hakikate ayarlı olmak, hakikate kulak kesilmek ve hakikate talip olmak yeterlidir. Her muvahhit tek başına da olsa bu hakikate mahal olma konusundaki yükümlülüğünü yerine getirme sorumluluğunu kuşanmak zorundadır.
Ben buradayım…
Abdulaziz Tantik
04 Aralık 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder