Avrupa Neresi?
Yenilgiyi mutlaklaştırmış olan zihnimiz, galip Avrupa’yı kendimizden ayrık ‘yeni bir dünya’ olarak görme eğilimindedir. Avrupa, Asya ve Afrika gibi kadim dünyanın önemli bir parçasıdır. Asya’yı Avrupa’dan Asya ve Avrupa’yı da Afrika’dan ayırmak mümkün değildir. Bu konuda ‘Kartaca İmparatorluğu’ önemli bir örnektir. Roma’nın yakıp yıkmak ve yok etmek adına adeta fikri sabiti haline gelmiş olan Kartaca, Kuzey Afrika’nın önemli bir unsurudur. Kurucuları Fenikelilerdir. Fenikeliler, Mezopotamya’dan Ortadoğu’nun önemli coğrafyalarına oradan kadim dünyanın kalbi ve birikiminin adeta çanağı olan Akdeniz’e, Akdeniz’in Avrupa kıyılarına, Mısır’a ve nihayet Kuzey Afrika’ya gelişleri kadim dünya içerisindeki akışkanlığın önemli bir örneğini teşkil etmektedir.
Büyük İskender’in ‘Cihan İmparatorluğu’, Yunan/Helen Medeniyetini merkeze alan bir ‘emperyal vizyon’ olmasının çok ötesinde, işgal etmiş olduğu coğrafyalara ve bu coğrafyalardan da Makedonya’ya yani Avrupa’ya taşımış oldukları ile de oldukça önemlidir. Büyük İskender’in işgal etmiş olduğu Asya coğrafyalarında kendisinin ve askerlerinin yerel unsurlarla yapmış oldukları evliliklere akrabalık bağı açısından da bakmak önemlidir. Zira bu durum Avrupa’nın nesepsel bir iddiası olan ‘Aristokratik Ayrıklık ve Safiyet’ teorisine gölge düşürmektedir. Başta Mısır ve Anadolu olmak üzere kadim dünyanın önemli şehirlerinin İskenderiye ismi ile anılması, kadim dünyayı oluşturan unsurların akışkanlığına verilecek diğer önemli bir örnektir.
Meryem Oğlu İsa’nın (Selam üzerine Olsun) nübüvveti ile birlikte kadim dünyanın çakışma merkezi olan Filistin topraklarında tecelli eden Vahyin Avrupa içlerine taşınması, Roma İmparatorluğunu yıkan barbar kavimlerini medenileştirmiş Avrupa’nın asli unsurları haline getirmiştir. Kilise Babaları olarak adlandıran züht ve takva ile meşgul şahısların mirasçıları Hristiyan din adamları, Roma İmparatorluğunun çöküşü ve barbar akınları ile altüst olmuş sosyal hayatı yeniden inşa etmişler, yerleşik hayatı yeniden mümkün kılmışlardır. Barbar kavimlerin taşımış oldukları ötekileştirici asabiyet duygusu ve kan bağına dayalı kardeşlik olgusu, kan bağı esasına dayanmayan birleştirici bir din kardeşliği ülküsüne dönüşmüştür. Yerleşik hayatın önemli bir unsuru olan ‘birlikte yaşama pratiği’, vahiy kaynaklı bir ahlakın eseri olarak bugünkü Avrupa’nın şekillenmesini sağlamıştır.
Avrupa’nın Asya ve Afrika’dan yani kadim dünyadan kopuşu; Avrupa’nın ‘Amerika’nın Keşfi’ nezdinde ‘Yeni Dünyaları’ keşfi ile birlikte oluşmuştur. Bilinen bir dünyadan bilinmeyen bir dünyaya ayak basan Avrupalı, yenidünyanın efendiliği ile birlikte güç ve kudret algısında önemli değişimler yaşamıştır. Sahip olduğu bu yeni efendilik algısını mensubu olduğu kadim dünyaya karşı kullanmakta gecikmemiştir.
Bu konuda Arnold J. Toynbee’nin ifadesi çarpıcıdır: ‘Mekân boyutunda bizim Batılı görüş alanımız, bu gezegenin bütün yerleşilebilir ve gezilebilir yerlerine ve gezegenimizin ufacık bir toz parçası gibi durduğu yıldızlar evrenine kadar uzandı… Ufkumuz genişlemeye başlamadan önce, bizim Batılı kozmogoni bilimcilerimiz ve jeologlarımız zaman ve mekân boyutunda dünyamızın bağlarını koparmadan ve denizcilerimiz dünyayı dolaşmadan önce Ortaçağ atalarımız bizden daha geniş ve doğru bir tarihsel görüşe varmışlardır. Onlar için tarih yalnızca kendilerinin dar sınırlı tarihi değildi; aynı zamanda İsrail'in, Yunanistan'ın, Roma'nın tarihiydi. Dünyanın M.Ö. 4004 yılında yaratıldığı konusunda yanılmış olsalar bile, bunların M.Ö. 4004 yılına kadar bakmaları, her durumda bizim Bağımsızlık Beyannamemizden, Mayflower'in, Colombus'un, Hengist ve Horsa'nın yolculuklarından iyidir… Atalarımız için Roma ve Kudüs, kendi şehirlerinden daha çok şey anlatıyordu… çünkü ulusal tarihler yalnızca kendi zaman ve mekân sınırları içinde anlaşılamaz’.(Toynbee, Arnold J., Uygarlık Yargılanıyor, Örgün Yayınevi, İstanbul,2011, s. 131-132.)
Avrupa’nın kadim dünyadan kopuşu, dini alanda da kendisini gösterecektir. Hristiyanlığın Katolik Kilise anlayışı ile Latinleşmesi ve Ortodoks Dünya ile rekabeti Avrupa’nın kadim dünya ile kopuşunu başlatmıştı. Teolojik bir ayrılıktan ziyade siyasal ve soysal değişimlerin oluşturduğu ‘Protestanlık’ bu kopuşu hızlandıracak, Avrupa’nın kadim dünya ile olan bağlarını dini plandan hareketle toplumsal birikimleri ve kadim hafızayı tahrip edecektir. Protestanlık, yeni insan tipolojisinin taşımış olduğu sekülerliğin teolojik inşasıdır. Katolik Hristiyanlığı ‘İsrailiyyat hurafeleri’ olarak gören Martin Luther, imanı kiliseden alıp insan kalbine yerleştirmek isterken hiçbir geçmişi olmayan daha doğru bir ifade ile hiçbir geçmişi kabul etmeyen yıkıcı bir yeniye hizmet etmiş olduğunun farkında mıydı?
Protestanlık ve Püriten ahlak yenidünyalarda kendisini ifade edecek, farklı olanı yok ederek kendisine bir yaşam alanı açacaktır. Bu yaşam alanı giderek evrensel bir hegemonya talebine dönüşecek, bütün bir tarihsel süreç atlanılarak kadim geçmiş olarak ‘Roma Ülküsü’ yükseltilecektir. Roma’nın kuruluş mitolojisindeki dişi bir kurttan süt emerek hayatta kalmayı başarabilen olağanüstü kardeşlerin kurduğu Roma, Püriten faşizm için kutsaldır. Zira Roma Ülküsü, hiçbir geçmişi kabul etmeyen Protestan Püritenizmin ‘nesepsizliği’ için biçilmiş bir kaftan gibidir.
(Devam Edecek)
ARİF ARCAN
http://dusuncemektebi.com/batinin-rehin-aldigi-avrupa-muslumanlari-4-_m18377.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder