Bismillahirrahmanirrahim,
Kentin en uzak ucundan bir adam koşarak geldi [ve] "Ey kavmim!" dedi, "Bu elçilere uyun!
Sizden hiçbir karşılık beklemeyen ve kendileri doğru yolda olan bu kimselere uyun!"
"[Bana gelince,] neden beni yaratmış olan ve hepinizin dönüp varacağı Allah'a kulluk etmeyeyim?
(Neden) O'ndan başka ilahlar edineyim? [O zaman] Rahmân bana bir zarar vermek isterse ne onların şefaati zerre kadar fayda getirir, ne de (bizzat kendileri) beni koruyabilirler:
işte o zaman ben apaçık bir sapıklığa düşmüş olurum!"
"[Ey kavmim,] ben sizin Rabbinize iman ediyorum: öyleyse bana kulak verin!"
[Ve] ona: "Cennete gir[eceksin]!" denildiğinde "Keşke" dedi, "kavmim bilseydi,
Rabbimin beni[m geçmişteki günahlarımı] bağışladığını ve beni saygın kişiler arasına dahil ettiğini!"
(Yasin Suresi, 20, 21, 22, 23, 24, 25, 26, 27. Ayetleri)
AKILDIŞI BU DÜNYADA, KENTİN EN UZAK UCUNDAN KOŞARAK GELEN ADAM OLMAK; AKLETMEK BİR NİMETTİR.
Ozan, yüzü gözü tüm bedeni başkalarının kanı ile boyanmış savaşçıya övgü dolu dizeler döktürdü. Savaşçı, zırhına yapışıp kalmış bir göz ile bir yüreği nefretle silkelerken bu savaşta da ölebilmeyi beceremediğine lanetler okudu. ‘Niye öldürüyorum ki?’
Tapınağın merdiven basamaklarından zirveye doğru tırmanan rahip, dizlerinin ağrısını tüm bedeninde hissetti. Tanrılarına yönelttiği ve ıstıraptan kitlenmiş dişlerini zorlayan galiz bir küfrü ancak içine doğru sarkıtabildi. Son basamakta durdu, soluklandı. Teatral bir dönüş yaparak aşağılarda birikmiş olan halka uzun uzun baktı. Yüzünü ekşitti. ‘Pislik yığını’ diye mırıldandı. Sesine ahenk vererek bağırdı: ‘kurbanınız hazır mı?’
Kan kokan sunak, kendisine uzatılan güzel başı derin bir kayıtsızlıkla kabul edince kör baltanın hışmı, dua diye haykırılan esrik kahkahaların eşliğinde bu güzel başı bedeninden ayırıverdi. Sıçrayan kan, rahibin ruhunu kirletti. Bir kral, ablak yüzüne yerleştirdiği alık gülümsemesini, ağzından akan salyası ile şehvete dönüştürdü. Büyük put ve onlarca küçük totem başlarına hacet gideren kuşları hissetmediler. Bir anne ağladı, bir baba gururlandı. Toprağa diri diri gömülen küçümen bir kız bunu bir oyun zannederek gülücükler dağıttı.
Bir adam gökdelenin son katında batan güneşi keyifsizce seyretti. Geliştirmiş olduğu yer tespit cihazı ile donatılmış silahının tahrip ve hedef bulma gücünün büyük başarısından dolayı tertip edilen partide içkiyi fazla kaçırdığından dolayı oldukça tatsızdı. Adam, ceketine yapışıp kalmış bir göz ile bir yüreği nefretle silkelerken eski bir savaşçının kendince bulduğu bir erdemi dahi gösteremedi.
Dünyanın binlerce izbelerinde binlerce şırınga damarlara zehir akıttı. Damarlardan sıçrayan kan, saygıdeğerlerin ruhunu kirletti. Bir yardım balosunda bol sıfırlı çeklerden kan kokusu yükseldi. Bay başkanın ablak yüzüne yerleştirdiği alık gülümsemesi, narkotik büro şefinin ağzından akan salyası ile şehvete dönüştü. Kamyon kasasına yüklenmiş irili ufaklı oy sandıkları, üzerlerindeki kuş pisliklerinden habersizlerdi. Bir anne ağladı, bir baba ağlayan anneye sinirlendi.
Halkını büyük bir zulümden kurtaran kahraman taç giydi. ‘Eski kral öldü, yaşasın yeni kral’ nidaları ile sarayın balkonundan halkını selamladı. Bir arkadaş hislendi, bir yoldaş ‘yaşa’ diye bağırdı. Komşusu gururlandı. Kahramanın başındaki taç parıl parıl parladı. Eski kralın gözdesi yeni kralın koluna giriverdi. Kalabalıktan bir kız ağladı, perişan elbisesinin eteği ile gözlerini sildi, kalabalıktan sessizce ayrılıverdi.
Balkondan zafer konuşması yapan adam; ‘Sizlerden biriyim. Sizlerin temsilcisiyim. Demokrasinin zaferidir bu.’ Diyordu. Bir arkadaş hislendi, bir yoldaş ‘yaşa’ diye bağırdı. Komşusu gururlandı. Balkon ile avlunun aynı hizada olmadığı ve olamayacağı gerçeği kalabalığın arasından sessizce sıvışıverdi.
Yedi dolgun başak ve yedi cılız başak rüyasını yorumlayan güzel yüzlü adamın gömleği günahtan kaçarken arkadan yırtıldı. Yedi dolgun başak ile yedi cılız başak evreler olarak aynı ellerde kaldı. Yedi dolgun başak, yedi cılız başağa karşı tedbir aldı. Yedi dolgun başak evresindeki şükür, yedi cılız başak evresindeki sınavda kimseyi aç ve açık bırakmadı. Bu eller ve şükür, güzel yüzlü, güzel huylu, güzel sözlü ve rabbinden nimet bulmuş Yusuf’undu.
Ağlamaya dahi mecali olmayan bir bebek annesinin kucağında açlıktan öldü. Trilyonlarca dolar paranın döndüğü ışıltılı bulvarlardaki kayıtsız gülüşmeler, birkaç kuruşu dahi denkleştiremeyen Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin sinirini bozmadı. Yedi dolgun başak ile yedi cılız başak, şimdi ayrı ellerin, ayrı ayrı başakları olduklarını anladılar. Açlıktan takati kalmayan gerilla, son model silahını baston gibi kullandı. Yusuf’u hayatlarından çıkaran güruh, canlı bomba paranoyası ile uyuyamadılar ve rüya göremediler. Yusuf olmayınca yorumlanacak rüya niye olsundu ki…
Alırken eksik, satarken fazla tartan terazi sahipleri, terazilerini adaletin simgesi yaptılar. Erkeğin erkeği arzuladığı kavim iyice azıttı. Kurtuluş gemisine bir oğul binmedi, zirvelere doğru tırmanmayı tercih etti. Yüksek bir medeniyet lütfedilmiş refah ve bolluk içinde yaşayan kavim, Allah’tan birazcık bedevilik isteyerek şımardı. Kudret helvasından bıkan kavim, niye soğan sarımsak ve pırasa yok diye mızıldandı, bir zamanlar köle olduklarını unuttular. Nebi ve Resullerinin Allah’tan aldıkları sahih öğütleri ve emirleri dinlemeyen bu kavimlerin üzerine azap çöküverdi.
Yeni başkan konuklarını selamlarken kadınsı tavırlarını iyice abarttı. Üçüncü cins denilen sapkınlığa hoşgörü, toplumsal olgunlaşma ölçütü sayıldı. Kadın son bir şans diyerek tamamen soyundu. Üçüncü cins elleri ile gözlerini kapattı, başını yana çevirdi ve haykırdı; şunu atın çöpe, şu estetikten yoksun et yığınını. Kadın çöpe atıldı. Çöpteki kadın bu işe şaşırmadı. Hassas bir kalp taşıdığı zannedilen üçüncü cinsin, rujlu dudaklarındaki keskin gülümsemesi donuklaştı. Bir erkeğin ve bir kadının toplamından daha fazla zalim oldu. Para babaları, tek düze ve macerasız hayatlarından bıktılar. Birazcık bedevilik olsun diye kendilerini dağlara, taşlara, kuytu ormanlara, çöllere vurdular. Alırken eksik, satarken fazla tartan terazi, banka oldu, borsa oldu, fabrika oldu, tüketimi çılgın gibi kamçılayan paranın süvarisi oldu. Bir oğul kurtuluş gemisine binmedi, zirvelere tırmanmayı tercih etti. Zirvelerde ancak saygıdeğerlerin uşağı olabildi. Kendilerince aşağıda olan babasına ve onun kurtuluş gemisine, efendileri ile birlikte küfürler etti. Hür bir insandı, köle oldu ve zirvelerde boğuldu.
…
Kentin en uzak ucundan koşarak gelen adam, kentin merkezinde, kamusal alanında iktidar tarafından oluşturulan siyasetin üretmiş olduğu toplumsalın bu akıl dışılıklarına karşı akletmeyi öneren Allah’ın elçilerine tabi olunmasını istiyor. Allah’a tabii olmanın büyük bir nimet olduğunu söylüyor. Allah’ın elçilerini destekleyen bu adam kentin toplumsalından uzaktır. Kamusal alan içinde değildir.
Siyasetin yüzü daima dünyaya dönüktür. Siyasetin metafizik kurgulamaları onun bu yüzü dönüklüğü gerçeğini ortadan kaldırmadığı gibi hafifletici bir sebebi de sayılmamalıdır.
Siyaset, toplumsal iş bölümü ve kamusal alan rollerinin belirlendiği yani eşitsizliklerin dağıtıldığı bir alandır. Bu alanın insanı çepeçevre sarması; insanoğlunun toplumsala müptela derecesinde bağımlı olma zorunda olduğu sanrısıdır. Toplumsala getirilen her beşeri eleştiri, karşı bir siyasi niyet ve iradeyi ifade eder. Mevcuda yönelik dünyevi itiraz ve talep kendiliğinden bir siyasi eylemdir.
Buradaki itiraz ve talebin siyasi bir eylem olarak değerlendirilmesi, mevcut iktidar örüntüleri tarafından bir tehdit olarak algılanmaktadır. Bu algılamanın getirmiş olduğu reaksiyonun şiddeti, mevcut iktidar örüntülerinin ne kadar adil olduğuna da delalet eder. Azgınlaşma ve zalimlik iktidar örüntülerinin potansiyelinde vardır. Bunun kuvveden fiile geçmesini sağlayan şey; akletmeyi bırakmış, dolaysıyla Rabbi ile olan sahih bağını koparmış insanın, maksimal ve minimal iktidar alanlarındaki akıl dışılıklara karşı serdetmiş olduğu önce tepkisizlik sonra da onu meşrulaştıran uyma iradesidir. Bu, iktidarın kamusal alanlarda üretmiş olduğu meşruiyet payandalarıdır ve toplumsallık bunu sağlamaktadır.
Siyaset, toplumsal iş bölümü ve kamusal alan rollerinin belirlendiği yani eşitsizliklerin dağıtıldığı bir alandır. Bu alanın insanı çepeçevre sarması; insanoğlunun toplumsala müptela derecesinde bağımlı olma zorunda olduğu sanrısıdır. Toplumsala getirilen her beşeri eleştiri, karşı bir siyasi niyet ve iradeyi ifade eder. Mevcuda yönelik dünyevi itiraz ve talep kendiliğinden bir siyasi eylemdir.
Buradaki itiraz ve talebin siyasi bir eylem olarak değerlendirilmesi, mevcut iktidar örüntüleri tarafından bir tehdit olarak algılanmaktadır. Bu algılamanın getirmiş olduğu reaksiyonun şiddeti, mevcut iktidar örüntülerinin ne kadar adil olduğuna da delalet eder. Azgınlaşma ve zalimlik iktidar örüntülerinin potansiyelinde vardır. Bunun kuvveden fiile geçmesini sağlayan şey; akletmeyi bırakmış, dolaysıyla Rabbi ile olan sahih bağını koparmış insanın, maksimal ve minimal iktidar alanlarındaki akıl dışılıklara karşı serdetmiş olduğu önce tepkisizlik sonra da onu meşrulaştıran uyma iradesidir. Bu, iktidarın kamusal alanlarda üretmiş olduğu meşruiyet payandalarıdır ve toplumsallık bunu sağlamaktadır.
Kamusal alanlarda üretilen meşruiyet payandaları, eylemsizliğe yol alan tepkisizliği ve nihayetinde uyma iradesini meydana getirmektedir. Bunlar;
1- Beklenti: İktidar örüntüleri etrafında bulunmak, dünyaya ait nimetlerden faydalanma imkân eğrisini yükseltmektedir. Bu yandaşlıktır. Halbuki rızkı ve imkânı veren de alan da Allah(c.c)’dır.
2- Umut: Gerilimlerle dolu bu dünya hayatının daha yaşanılabilir hale dönüşmesi ümidini taze tutmak ve dışsal bir dinamik ile rahatlamayı umut etmektir.
3- Korku: Bütün beklenti ve umutları sönmüşlerin itirazına ve taleplerine yönelik salınan şiddettir. Artık burada bütün öncelik, biyolojik bütünlüğü koruma refleksidir.
İktidar odaklı siyaset güdenler, kendilerini iktidara taşıyan süreçte ve iktidarları boyunca bu meşruiyet payandalarını sonuna kadar kullanırlar. Beklenti ve umut istikbale dair bir önerme barındırmak zorundadır. Her istikbale ait önerme tabiatı gereği metafizik olmak durumundadır. Sahih bir din için fizik ve metafizik ayrımı yoktur. Bu dünyayı gerçek bir zemin olarak görenlerin sanrıları içinde üretilmiş bulunan bu ayrımda iki ayrı durumdan bahsedilmektedir. Bu durum, sahih dinin oturmak zorunda olduğu tevhide aykırıdır.
Korku, ancak yakın bir tehlikeye tedbir alabilecek yetenekte olabilen insan fıtratı için derin bir acziyettir ve bunun giderilmesi ancak rahmani bir dokunuşa muhtaçlıkla mümkündür.
Korku, ancak yakın bir tehlikeye tedbir alabilecek yetenekte olabilen insan fıtratı için derin bir acziyettir ve bunun giderilmesi ancak rahmani bir dokunuşa muhtaçlıkla mümkündür.
Bu dokunuşu Allah (c.c), Raman ve Rahim sıfatı ile yapar. Vahiy nimeti 'pek cahil ve pek zalim' insana dosdoğru yolu gösterir.
Allah (c.c.) nebi ve resullerine hep hicreti emretmiştir. Hicret basit bir kaçış ve bir terk ediş midir? Hicret; mevcut iktidara ve onun tutarsızlığına karşı yapılan sahih itiraz ve taleplerin ardındaki niyet ve iradede, yeni bir iktidar örüntüsünün daha doğrusu yeni bir tutarsızlığın oluşturulmayacağının ifadesi ve ilanı vardır. Her terk ediş esasında bir dönüştür. Ama hicretin dönüşü, tutarsızlığa karşı derin tutarlılığın müjdeleri ile yankılanan bir sarsma, bir sıçrama ve bir örneklik barındırır. İnsanoğlunun yaşamak zorunda olduğu bu dünya hayatının gerilimine karşın derin tutarlılığının yaydığı ılık nefes, her türlü umut, beklenti ve korkuyu aşan bir çıkış yolu olarak insanlığa yol gösterir. Tek ve şaşmaz bir yol. Bu yol bizleri doğruca derin tutarlılığın yaşandığı asıl yurdumuza, asıl zeminimize götürür.
Tutarlılık eşitler zemininde aranılır. Eşitsizliklerin dağıtıldığı siyaset alanı irrasyonel olmak zorunda olduğundan bizatihi olgunun kendisi tutarsızlıkla maluldür. Dünyanın ve dünya eylemlerinin nihai mertebede irrasyonel olması onu bir 'imtihan vesilesi' yapar. İmanın değeri ve imtihanın gerekliliği işte tam da buradan doğmaktadır. Zaman, mekân ve nihayet ölümle malul bir sonlunun bizatihi kendisinin varlıksal tutarsızlığı, onu sonsuzluğa taşıyacak ile olan ilişkisindeki derin tutarlılık, her türlü umudu ve korkuyu aşan bir durumdur. Allah (c.c) bunun 'iman' olduğunu buyuruyor. İnananların azlığı; bu tutarlılık/tutarsızlık ayırımındaki ince çizgiyi atlayıverenlerin oldukça çok olmasından kaynaklanmaktadır. Toplumsala müptela derecesinde bağımlı olduğunu zanneden 'pek cahil ve pek zalim' insanın, nihai hüküm gününde vereceği hesabın bireyselliği; irrasyonel toplumsallık zemininde teklife muhatap bir mükellef olarak ‘yapıp ettiklerinin’ bir şahıs olarak sayılıp dökülmesi ve karşılığını almasıdır. Vahiy nimetine muhatap tutulan mükellef şahıs, 'akletmek' vazifesini yerine getirmek ile bu dünyanın gerçek bir zemin olmadığının beyanına iman eder. İman; bu dünya hayatının irrasyonalitisine yani ' tutarsızlığına karşı ancak sonsuzlukta bulabileceği derin tutarlılıkla bağını canlı tutabilmedir.
Tutarlılık eşitler zemininde aranılır. Eşitsizliklerin dağıtıldığı siyaset alanı irrasyonel olmak zorunda olduğundan bizatihi olgunun kendisi tutarsızlıkla maluldür. Dünyanın ve dünya eylemlerinin nihai mertebede irrasyonel olması onu bir 'imtihan vesilesi' yapar. İmanın değeri ve imtihanın gerekliliği işte tam da buradan doğmaktadır. Zaman, mekân ve nihayet ölümle malul bir sonlunun bizatihi kendisinin varlıksal tutarsızlığı, onu sonsuzluğa taşıyacak ile olan ilişkisindeki derin tutarlılık, her türlü umudu ve korkuyu aşan bir durumdur. Allah (c.c) bunun 'iman' olduğunu buyuruyor. İnananların azlığı; bu tutarlılık/tutarsızlık ayırımındaki ince çizgiyi atlayıverenlerin oldukça çok olmasından kaynaklanmaktadır. Toplumsala müptela derecesinde bağımlı olduğunu zanneden 'pek cahil ve pek zalim' insanın, nihai hüküm gününde vereceği hesabın bireyselliği; irrasyonel toplumsallık zemininde teklife muhatap bir mükellef olarak ‘yapıp ettiklerinin’ bir şahıs olarak sayılıp dökülmesi ve karşılığını almasıdır. Vahiy nimetine muhatap tutulan mükellef şahıs, 'akletmek' vazifesini yerine getirmek ile bu dünyanın gerçek bir zemin olmadığının beyanına iman eder. İman; bu dünya hayatının irrasyonalitisine yani ' tutarsızlığına karşı ancak sonsuzlukta bulabileceği derin tutarlılıkla bağını canlı tutabilmedir.
Kentin en uzak ucundan koşarak gelen adam, aciz sonluyu, sonsuzluğun derin tutarlılığa taşıyacak vahiy nimetine kulak verilmesini istiyor. Koşarak geliyor çünkü bizler mühlet verilmişleriz ve zaman doluyor. Din günün, sonsuzluğun, derin tutarlılığın sahibine şükürler olsun. Bizi zikrinden ayırmasın, unutulanlardan kılmasın. İşittik ve itaat ettik. Amin.
Arif ARCAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder