İnsan
hayatında mutlu zamanlar azdır. Hayat insanın çehresine çok kere küçük
tebessümler kondurur; ardından bunun karşılığını bitmez tükenmez meşakkatler
olarak geri alır. Âşık Veysel’in, “Dünyada tükenmez murat varımış, ne alanı
gördüm ne murat gördüm, meşakkatin adını murat koymuşlar…” şeklindeki muhteşem
sözleri tam da bu durumu anlatır. Genel hayat bilançosu, Bedri Rahmi’nin bir
tür şathiye tarzındaki, “Bir can verdi bize bin alır; gideriz gözümüz arkada
kalır” dizelerini hatırlatır. Hayat macerasındaki nadir mutluluklardan biri,
beklenmedik bir zaman ve mekânda karşılaştığınız bir insanı derinden
sevdiğinizi fark ettiğiniz ve hayatınıza anlam kattığını hissettiğiniz
zamanlardır. Sevgilerin eriyip dostlukların tükendiğini, zihninizin ve
gönlünüzün sürekli olarak eski günlerde dolanıp bugüne gelmek istemediğini
hissettiğiniz anlar ise ömür galerisindeki en berbat anılar arasında yer alır.
Hayat
hikâyelerine hemen hiçbir fırtınada yıkılmayan, ömrün son demine kadar bir
gıdım muhabbet kaybına uğramadan varlıklarını koruyan çok değerli dostluklar
sığdırma bahtiyarlığına erişmiş insanlar vardır. Bunlar gıpta edilesi
insanlardır. Zira uzun yıllar boyu böyle kadim dostlukların refakatinde
yaşamak, yolda yürürken kaşıkçı elmasına rastlama ihtimali kadar düşük olur.
Nedendir pek bilinmez, ama hayatta kopmaz dostluk bağları kurmak ve bu
dostlukları sonuna kadar saklayıp korumak hakikaten zordur; ölümsüz olduğu
zannedilen nice dostlukların ansızın tükenip bittiğine tanık olmak ise çok
sıradan bir vakadır. Bunun böyle olması belki de bu dünyanın aslî kimyasıyla,
yani basbayağı yalan dünya olmasıyla alakalıdır.
Hamdolsun ki
ben kırk yıllık dostlukları yaşatma bahtiyarlığına ermiş kullardanım. Fakat
aynı zamanda ölümsüz görünen kimi dostlukların güneş vurmuş çiy gibi bir anda
eriyip gitmesine şahitlik etmenin acısını da yaşayan insanlardanım. Şimdi şu
yakıcı sorunun cevabını aramaktayım: “Sevgi niçin söner, dostluk neden tükenir?
Bu sorunun cevabı bin bir çeşit olabilir; her bir insan kendi yaşadıklarına
binaen çok farklı hikâyeler anlatabilir. Kendi payıma söylersem, sevginin
eriyip dostluğun tükenmesinde en temel sebeplerden biri, muhabbette iktisatsızlık,
yani sevgide israftır. Hz. Ali’nin, “Sevdiğin insanı ölçülü sev. Yoksa gün
gelir o insandan nefret edebilirsin; kızıp öfkelendiğin insana da ölçülü kız.
Yoksa gün gelir o insanı sevebilirsin” (ahbib hâbîbeke hevnen mâ asâ en yekûne
bağîdake yevmen mâ ve-ebğız bağîdake hevnen mâ asâ en yekûne habîbeke yevmen
mâ) şeklindeki muhteşem sözü tam da bunu anlatır.
Bitmez
tükenmez sanılan sevgi ve dostluklar kimi zaman öz çıkarlarla çatıştığında
eriyip tükenir. Öz çıkar denen şey insanda çok esaslı bir dürtüdür. İnsan
öncelikle kendi öz çıkarını düşünür. Sevgi ve dostlukla ilgili beklentiler öz
çıkarları karşılamadığında hayal kırıklıkları yaşanmaya başlar; ardından
yılgınlık, bıkkınlık, umutsuzluk ve ruhsuzluk duygusu insanı sarar. Bu arada
sevgi ve dostluk da yavaş yavaş erimeye başlar. İlk zamanlar sevdiğiniz insanın
hoyrat davranışları dahi size pek şirin görünürken, bu sevginin öz çıkarları
karşılanmadığını fark ettiğiniz an itibariyle o kadim dostunuz ve sevdiğinizin
hemen her davranışı size batmaya, kusurları çoğalmaya başlar. Çünkü gelinen
noktada alınan karar, öz çıkarlar uğruna bu muhabbet ve dostluğun
sonlandırılması kararıdır. İşin içine öz çıkarlar girdiğinde geri dönüş pek
mümkün olmaz, “geri dönüş yok” kararının temyizi de olmaz. Bilakis karar verildiği
andan itibaren bu kararı tahkim edecek birçok delil bulunur, sebepler icat
olunur, bahaneler abartılır ve böylece çekip gitmenin gerekliliği hususunda
vicdan rahatlatılır.
Sevgi ve
dostluk kimi zaman sigara alışkanlığı gibi bir hâl alır. Normal şartlarda
insanın bu tür alışkanlıklarından kopması hayli zordur. Ama günün birinde bir
grip veya nezlenin sizi kırk yıllık sigaranızdan nefret ettirmesi de pekâlâ
mümkün olur. Tıpkı bunun gibi gün gelir, hiç beklenmedik bir zuhurat sebebiyle
sevgi ve dostluk ipi birdenbire kopar; artık çare yoktur, geri dönüş çok
zordur. Ölmüş sevgiye, tükenmiş dostluğa suni teneffüslerle can vermeye
çalışmak artık nafile bir uğraştır. Sevgi eridiğinde içinizde bir şeyler ölür.
Hemen hiç kimse böyle bir kaybedişi, bir zamanlar asla kopmaz sanılan bağın
birdenbire kopuvermesini kolay kaldıramaz. Üstelik hiçbir sevgi ve dostluk
kaybı başka bir sevgi ve dostlukla telafi olunamaz. Çünkü hiçbir sevgi ve
dostluk bir diğerinin yerini tutamaz.
Eriyip giden
her sevgi, tükenip sönen her dostluk yürekte bir yara izi bırakır. Kayıp çoğu
zaman yakıcı bir acı olarak yaşanır. Bu durumda hayat binanızdan bir parça
koptuğunu peşinen kabullenmek kaçınılmazdır. Duygusal göçükten en az hasarla
çıkmanın yolunu aramak lazımdır. Bu gibi hallerde pek çok insan umuda tutunmaya
çalışır. “Şöyle şöyle olursa eski günler geri gelir, sevgiler ve dostluklar
tazelenir” gibi düşüncelerle kendini avutur. Fakat bunlar ne yazık ki boş
avuntulardır. Hatta bunlar acıyı daha da çoğaltan beyhude umutlardır. Bu gibi
hallerde “yola devam” demek sanki daha akıllıcadır. Kaldı ki insan sanıldığı
kadar kolay yıkılmaz, hayata çok kolay havlu atmaz; evet çok yıpranır,
hırpalanır; kimi zaman düştüğü yerden bir daha kalkamam sanır ama sonunda bir
vesileyle yeniden ayağa kalkmayı başarır. Ne pahasına olursa olsun, düşünce
kalkmak, ayakta kalmayı başarmak ve hayata yeniden tutunmak lazımdır.
Mustafa
Öztürk
Karar
Gazetesi
14/7/2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder