Akşam saat 22:00. Komşudan bir haber geldi. Kız kardeşi onlara misafir gelmiş ama geç saate kadar oturdukları için eve dönmekte gecikmiş. Bu saatte araba bulmakta zorlandıkları için onu eve kadar bırakıp bırakamayacağımı soruyor. Tabii olur dedim. Ne de olsa komşu.
Eşimim de yanıma aldım ve diğer iki hanımla birlikte arabaya bindik. Evlerine doğru giderken komşuya misafir gelen hanım, “Sizin hoca olduğunuzu öğrendim. Müsaade ederseniz bir soru sorabilir miyim?” dedi. Ben “Estağfurullah ben öğretmenim. Ama siz buyurun sorun biliyorsam söylerim.” dedim.
Kadın konuşmasına şöyle devam etti:
“Ben yirmi yıllık evliyim. Kocam önceleri çok iyi bir adamdı. Fakat son bir, iki yıldır çok değişti. Başka biriyle ilişkisi olduğunu öğrendim. Dünya başıma yıkıldı. Aslında böyle biri değildi. Muhakkak ona büyü yaptılar. Siz bunu bozmam için bana yardımcı olabilir misiniz? Ya da bildiğiniz iyi bir hoca var mı?”
Dikiz aynasından kadına baktım. Çarşaflıydı ve sadece gözleri gözüküyordu. Ancak arka koltuğun üçte ikisini kaplayacak kadar kiloluydu. Ses tonu da hayattan bezmiş, bunalmış bir insanı resmediyordu. Bu manzara karşısında içimden geçen ve ona vermem gereken doğru cevap şuydu:
“Bayan, bu kilo ve ses tonu sizi ele veriyor. Muhtemelen kocanız çıtır birini buldu ve sizi aldatıyor. Yapmanız gereken şey aile büyüklerini toplayıp bir toplantı yapmak. Bu kişiler kocanızı çağırıp onu namuslu davranmaya ve size dönmeye ikna etmeli. Eğer ikna edemiyorlarsa sizin onunla son bir konuşma yapmanız lazım. Ve hatasından dönmesi için önce teklif, olmadı tehdit etmeniz bir zaruret hâlini alabilir. Sonunda sizi istemiyor ve o kadından vazgeçmiyorsa boşamasını istemelisiniz. Onurlu davranın ve bu duruma daha fazla katlanamayacağınızı söyleyin. Ya geri dönsün ya da tamamen gitsin.”
O anda aklıma üvey annem geldi. Onların köyünde bir kız nişanlandı mı hasta, evlendi mi ölü kabul edilirdi. Kocası dövdüğünde babasına sığınsa o da döver geri gönderirdi. Bu nedenle her türlü acıya katlanmaya mecburdu. Köyde “Meyve vermeyen ağaç kesilir.” düsturuyla büyümüş, hiç çocuğu olmadığı için “Acaba bir gün sokağa atılır mıyım?” diye korkuyla yaşamıştı. Yaklaşık seksen yaşındaydı. Bir gün yastığın içine bir miktar para saklarken yakaladım. İki yüz lirası vardı. Niye biriktirdiğini sorduğumda bana şok edici bir cevap vermişti. “Ya baban beni sokağa atarsa!” Bu cevap, bütün ömrü boyunca sokağa atılma korkusuyla yaşamış bir kadının bilinçaltından çıkmıştı. Sokağa düşse yapacak hiçbir şeyi yoktu. Ne ekmeğini yiyeceği bir mesleği vardı ne de ona sahip çıkacak bir tanıdığı. Bu yüzden babamın her türlü kaprisini çekmiş, dayak yemiş küsmemiş, horlanmış gidememiş, küfür yemiş kaçamamıştı.
Mamafih o kadına dönüp söylemem gereken asıl doğu cevabı veremedim. Geriye döndüm ve şöyle dedim:
“Hanımefendi. Ben bu işlerden anlamam. Büyü işlerinden anlayan tanıdığım iyi bir hoca da yok. Allah yardımcınız olsun.”
İstediği cevap buydu. Yanlış ama rahatlatıcı olan. O da bana teşekkür etti. Ve evine vardığımızda arabadan indi. Muhtemelen bundan sonra da hoca aramaya devam edecek. Kocası yaşlanıp bu işleri yapamadığında onun son bulduğu hoca da büyüyü bozmuş olacak. Böylece sokağa atılmaktan, yalnız kalmaktan ve bu şekilde yok olmaktan kurtulacak.
Büyünün bir kadının hayatını kurtardığına bu şekilde şahit oldum. Mamafih artık Ebu Hanife’nin aslı yoktur, batıldır, sözünü hatırlasam da muhatabımın durumunu dikkate almadan her yerde ulu orta konuşmuyorum.
Musa Şimşekçakan
28-10-2016 16:01
28-10-2016 16:01
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder