29 Eylül 2013 Pazar
Ömer'in çocukluğu...
Zekeriya bu sefer , Milli Eğitim Bakanlığının 100
temel eserleri arasında olan Muallim Naci'nin "Ömer'in Çocukluğu" kitabını bizlere okudu.
Bizlere diyorum çünkü, Ben, annesi ve ablası her gün 10 sayfa okumasını dinliyoruz ve kitap bitince kitap hakkında konuşuyoruz.
Sizde yapmalısınız.
Kitap Bitiş Tarihi : 29 Eylül 2013
27 Eylül 2013 Cuma
Anneme Babama Mektup
Ben gencim, bırakın itiraz edeyim, bırakın eleştireyim, biraz idare edin ne olur? Çalkalanıyorum hayat denizinin dalgalarında. Nasıl olursam kendim olurum bilmiyorum. Sürekli itirazları bastırılanlar, hayatta da itiraz etmeyi unutuyor, kendinize bakın beni daha iyi anlarsınız. Şimdi itirazlarım anlamsız olabilir fakat zamanla bu da oturacak. Bazen saçmaladığımın farkındayım fakat engel olamıyorum. Bazen duymazdan, bazen görmezden geliverin, bazen susuverin ne olur?
Ben gencim, nasıl durursam, nasıl bakarsam daha alımlı, daha güzel ya da yakışıklı olurum bilmiyorum, deniyorum. Diken gibi saçlarla ilgi toplar mıyım acaba. Ya da bende nasıl duruyor şöyle bol, düşecek gibi duran pantolonlar. Bunların hepsi bana yabancı ve zor geliyor aslında, fakat arkadaşlarımdan ayrı düşmek ve onlardan farklı olmak istemiyorum. Her yaptıkları bana güzel geliyor, onlar gibi olmazsam bana ilgi göstermezler ve yanlarında küçük düşerim, belki de dışlarlar diye korkuyorum. Onlara benzediğimde kendimi daha güçlü ve güvenli hissediyorum.Ben gencim, anne babacığım beni bu halimle sevmenizi o kadar çok istiyorum ki. Ne olur azıcık geç kalsam, ne olur ben de yetişkin gibi muamele görsem, ne olur eve girer girmez eleştiri okları üzerime yağmasa ve gönlüm yaralanmasa. Eve girdiğimde asık yüzlerinizle karşılaşmak bazen bir kâbus gibi beni korkutuyor.
Ben gencim, tamam siz de anne-babasınız, elbette sınır koyacaksınız ve benim bilmediğim tehlikelere karşı beni uyaracaksınız fakat sizi dinleyebilmem ve görebilmem için benim seviyemde ve benim kulvarımda bulunup elimden tutmalı ve sevgiyle gözlerime bakmalısınız. Hiçbir şeyimi ve hiçbir yaptığımı beğenmeyince, kendimi işe yaramaz ve değersiz birisi gibi hissediyorum. O zamanda kendime güvenim azalıyor, moralim bozuluyor ve gerginleşiyorum.Nadiren söylediğiniz o “seni elbette seviyoruz” sözü ise yakınımdan bile geçmiyor, çünkü yakınlarımda bana sürekli iğne gibi batan ve sizden uzaklaştıran tenkit edici, aşağılayıcı sözleriniz var.
Ben gencim, hayata, kendime ait pencereden bakmak istiyorum. Sizin pencerenizden bakmamı istemeyin benden. Tamamen başı boş bırakmanız da işime gelmez. Sevin, koruyun fakat o koruma ipini boynumdan çıkarın ki beni boğmasın. Beni sürekli korumanıza, benim adıma düşünmenize değil, benim düşünmemi sağlamanıza ihtiyacım var. Bazen öyle oluyor ki, o tenkitlerinizi ve aşağılayan cümlelerinizi duymamak için eve bile gelmek istemiyorum. Size hep karşı çıkıyor ve hiçbir şeyi kabul etmiyor gibi görünsem de, içimde size karşı çok büyük sevgi ve ihtiyaç var. Sizin şartsız sevgi ve güveniniz benim sıçrama tahtam gibi. Siz benim gerçeği görmemi şefkatli sözlerle sağlayın ve bana şartsız saygı duyun ve zaman tanıyın. Bana verdiğiniz bütün o güzel sözlerin hepsi zihnimde fakat ben daha iç dünyamın dalgalanmasını durduramadığım için sanki hiç söylenmemiş ve beni etkilememiş gibi görünüyor olabilir. Siz bu şaşırtıcı görüntüye inanmayın. Hiçbirinin boşa gitmediğini göreceksiniz. Yeter ki, ben dalgalarla boğuşurken elimi bırakmayın. Sizden koparsam ya boğulur giderim ya da başka sahillerde gözümü açabilirim.
Ben gencim, duygularımı ve aklımı siz beslemezseniz, ben başka beslenme kaynağı bulmak zorunda kalabilirim. Benim odama, giysilerime karışmayın. Sadece olması gerekeni söyleyin bırakın. Ben evime içim rahat olarak rahat gidip gelebilmeliyim. Beni hep seveceğinizi ve hiç yalnız bırakmayacağınızı bilmeme her zamankinden çok ihtiyacım var.Hele arkadaşlarımı hiç eleştirmeyin. Onlar benim en önemli desteğim. Onlarsız kalırsam yıkılırım. Ufak tefek yanlışlarıma göz yumun. Mükemmeliyetçi olduğunuzda, hiç beğenmeyip daha iyisini, yapmamı beklediğinizde ümitsizliğe düşer, hiçten her şeyi bırakabilirim. İçimde çok git gel ler yaşıyorum. Neyi istediğimi, neyi sevdiğimi, hangisinin doğru olduğunu çoğu zaman karıştırıyorum. Düşünmeye ve bulmaya ihtiyacım. Bu zamana kadar ki bana verdiklerinizle hareket ediyor zihnim. Daha çok kavgalarınız ve eleştirileriniz kalıcı olmuş. Siz huzurlu ve mutlu olduğunuzda kendimi çok daha güçlü ve zorluklarla mücadele edebilecek yetenekte görüyorum. Siz kavga edip huzursuzluk yaşadığınızda, ayağımın altındaki zemin kayıyor gibi hissediyorum.
Ben gencim, yüzümdeki bir sivilce beni allak bullak ettiğinde ve ayna ile sıkı fıkı olduğumda o beni küçümsemeniz ve anlamamanız var ya, çok canımı acıtıyor. Odamdaki resimler ve dağınıklık korkutmasın sizi. Kafamın içi dağınık da ondan böyle...Siz aslında arada sırada benim size yaklaştığımı ve şirinleştiğimi fark edemeyecek kadar yanlışlarıma takılısınız. O dönemlerimi bir yakalayabilseniz ve beni anlamaya çalışsanız, iki taraf da çok mutlu olabilir.
Ben gencim, arkadaşlarımla tanışın, eve çağırın ve onları benim gözlerimle görmeye çalışın, nasihatleri hiç dinlemediğimizi gördüğünüz halde, devam etmenize şaşırıyorum. Elâlemin sözüne çok bakıyorsunuz. “aaaaaa çok yüz veriyorsun, bu kıyafette ne böyle?sizin delikanlı saçlarını mı uzatmış öyle ya da kızınızın üstündekilerde ne öyle, ne olacak, zamane çocukları, bana göre hiç yakışmamış. Şimdiden bu kadar yüz verirseniz daha sonra hiç başa çıkamazsınız.” gibi sözler sizi ne çabuk etkiliyor? Onları dinlediğiniz kadar beni dinleseniz daha kolay anlaşırız. Alınmayın ama anne-babacığım, hiç benim sorunlarım ve ihtiyaçlarım hakkında kitap okudunuz mu? Hayır ya da evet derken neye göre diyorsunuz? “Acaba biz nasıl davranırsak doğru olur” sorusu var mı zihninizde? Eğer yoksa Allah iki tarafında yardımcısı olsun, demek ki daha çok düşüp kalkacağız ve çok yara alacağız. Çünkü, “Bilmeyen el hüner üretmez.” demiş büyükler. Bildiklerinin ve yaptıklarının tamamının doğru olduğunu düşünmek kadar tehlikeli bir şey yoktur.
Ben gencim, bir gün öfkemin rengi gözlerime vurduğunda, “Sizden nefret ediyorum, bu evde yaşanmaz” deyip kapıyı çarpıp çıktığımda, bunu söyleyen dilim ve giden sadece bedenim, kalbim ise sizin yanınızda atıyor olacak inanın. Ben sağa sola zikzaklar çizerken kimi zaman dibe çökersem, iyi arkadaşlar, verdiğiniz güven ve sabrınız, benim en iyi ilacım olacaktır. Unutmayın, kanımın deli deli aktığı bu zamanlarda beni idare etmenize ihtiyacım var.
Ben gencim, taktire, teşekküre ve azda olsa başardığım şeyleri bilmeye hava kadar ihtiyacım var. Siz benim yanımda mısınız karşımda mısınız, sözlerinizin renginden ve gözlerinizin mesajından derhal anlaşılıyor. Yanımda olmanız size olan bağlılığımı artırıyor. Nereye güçlü bir bağ ile bağlansam, orada kkalmaya müsaitim. Ben size bağlanmak ve sizinle kalmak istiyorum. Bana bu fırsatı verin olurmu?
Ben gencim, bazen sizinle ve akrabalarımla birlikte görünmek bile istemiyorum. Bu geçici, ne olur beni anlayın. Sizin yapamadıklarınızı yapmam ya da yaptığınız yanlışları yapmamam için gözünüzün üzerimde olması beni boğuyor. “Yapma yapma” diye sürekli söylediğiniz şeyler daha kalıcı oluyor, farkında değilsiniz. Benim yapmamam gerekenlerden ziyade yapmam gerekenleri bilmeye ihtiyacım var. Beni kendinizle ve başkalarıyla mukayese ediyorsunuz, ben de sizi başka anne babalarla mukayese etsem hoşunuza gidermi?
Ben gencim, sanki siz her yaptığınızı doğru görüyor ve hiç beni kale almıyor, adam yerine koymuyorsunuz gibi hissediyorum. Bu da benim size yakınlaşmamı engelliyor.
Biliyorum geçecek bu zikzaklar, her gecenin sabahının olduğundan, her fırtınanın durulduğundan ve her kışın bir baharının olduğundan biliyorum. Kuşluk vakti yakın anne ve babacığım. Az daha sabır lütfen, beni olgunlaştıracak kontrollü serbestlik ve değerlerinizi gün ışığı niyetine bekliyorum. Sizi seven ve anlayan ve fakat daha çok da anlaşılmayı bekleyen genç bir çocuğunuz var, zor da olsa realitemiz bu.
Ben gencim, her şeye rağmen siz dünyanın en iyi anne babalarısınız. Bizlere rağmen gene iyisiniz, sizleri çok seviyorum, Yakında fazlasıyla geri ödeme yapmak kaydıyla gönül hesabıma karşılıksız saygı, güven ve sevgi yatırılmasını acilen talep ediyorum. Sizi ömür boyu gönlünde yaşatacak, baş tacı yapacak, sözlerinizi dinleyecek, sizinle ilgilenecek ve fakat kumandasını size asla vermeyecek olan ve duanıza muhtaç genç çocuğunuz.
Saliha
Erdim / Ben Gencim
26 Eylül 2013 Perşembe
Eylül Şafağı...
Allah (Tanrı) ve Peygamber adına öldürülen İNSAN nesli hala öldürülmeye devam ediyor. Şimdi soruyorum,
İsra Suresi-33 Haklı bir sebep olmadıkça Allah'ın muhterem kıldığı cana kıymayın.
Bir kimse zulmen öldürülürse, onun velisine (hakkını alması için) yetki verdik.
Ancak bu veli de kısasta ileri gitmesin. Zaten (kendisine bu yetki verilmekle) o, alacağını almıştır.
Ayet açık iken bir İNSAN ın diğer masum bir insanın öldürülmesini Allah mı emretmiştir. Bu akıl tutulması devam edeceğe benziyor.
25 Eylül 2013 Çarşamba
İnsan ilişkilerinde dışlama sıkıntısı...
İslam'ın öncelediği insan ilişkileri, asıl itibariyle insanı dışlamayı değil, insanı kurtarmayı ve insanı kazanmayı amaçlayan ilişkilerdir. Birçok çalışmamızda belirttiğimiz gibi bu ilişkilerde tasdik veya tekfir değil, tahlil ve tebliğ ön plana çıkarılmıştır. Tahlilin ilk aşamasında fiil ve fail birbirinden ayrılmakta, birçok fiilinde bilinçsiz olan faile, bir insan olarak değer verilmektedir. Tahlilin ikinci aşamasında ise failin fiilleri birbirinden ayrılmakta, doğru ve güzel fiilleri tasdik edilirken, yanlış ve çirkin fiilleri öncelik esası dikkate alınarak peyderpey eleştirilmekte ve konuyla ilgili doğru ve güzel fiiller tebliğ edilmektedir. Bilinçli bir mübelliğ için bu tahlil ve tebliğ süreci, tebliğe muhatap alınan insanların eşikte kabul edildiği bir süreçtir. İslami tebliğin apaçık bir hale gelinceye kadar devam ettirildiği bu eşik sürecindeki insanlara, müslim veya kafir sıfatlarını vermemiz gerekmez. Henüz iman ve küfür bilincinde olmayan bu insanları, bütün bir tebliğ sürecinde insan olarak sıfatlandırmamız ve bunlara insan olarak değer vermemiz gerekmektedir. Nitekim Mekki surelerin birçok yerinde, atalar geleneğine uyarak küfür ya da şirk fiillerine bulaşan kimselerin "Ey müşrikler!" veya "Ey kafirler!" hitaplarıyla değil, "Ey insanlar!." hitabıyla muhatap alınması, anlatmaya çalıştığımız bu gerçeği beyan etmektedir.
Mehmed Alagaş - VAHDETE 7 ADIM
Mehmed Alagaş - VAHDETE 7 ADIM
24 Eylül 2013 Salı
Cennetin Çocukları...
Bütün çocuklar güzeldir. Temiz ve durudur tüm çocuklar... Kokuları
cennet kokusu, yüzleri cennet ırmaklarınca berraktır. Gülüşleri çiçek çiçek
açılır. Sevgileri tuba dallarınca.. .
"Adı ne olursa olsun, hangi millet veya ırktan olursa olsun bütün
çocuklar saf ve masumdurlar ve bütün çocuklar cennete giderler. Çalış, gayret
et. Her iki dünyada da rahat etmek için yollar bellidir. Sen akıllı bir
çocuksun."
Kitap Bitiş Tarihi : 24 Ağustos 2013
Birazda Aksiyon yapalım, yapalım dimi?
Gerçek aksiyon,
meydanlarda yapılan şamatalar, bağırışlar, yürüyüşler, duvarlara ve yerlere
yazılar yazmalar ve daha kötüsü tabanca patlatmalar, kavga döğüşler değildir.
Gerçek aksiyon, inanç, ahlak, düşünce, bilim ve sanat planında ortaya konan,
uzun çalışmaların ve süreli sabırların yemişi eserler, durumlar ve
oluşumlardır. Yeni bir insan tipini doğurmaktır.
Asıl aksiyon, çok bilinçli,
bilgiyle yüklü, kültürle güçlenmiş, disiplinli ve uzak görüşlü davranışlardan
doğar.
23 Eylül 2013 Pazartesi
Bir Yitiksin…
Her gidiş bir zorunluluk mudur?
Yâda her gidiş bir tehcir mi?
Gözlerini dünyaya açtığın yer ile
Gözlerini dünyaya kapadığın yer,
Farklı ise; tehcire uğramış mısındır?
Bu bir zorunluluk değilse yâda bir tehcir;
Geçmişe dair bir ezgi neden burkar yüreğini?
Bir imge, silik bir hatıra, tanıdık bir yüz hayali,
Neden sızlatır burun direğini?
Çocukluğunu asıp gittiğin yıldızlar artık senin değildir.
Gençliğini buruk bir sevda masalında,
Kaf dağında bıraktığın gibi…
Bu masalın sonunda gökten üç elma düşmez.
Sana düşen, hüzün denizinde tanımadığın yıldızlara bakarak, kaybolmaktır.
Sana düşen, sahte mehtaplarda sahte sevdalara düşmektir.
Sana düşen, sabahlarını ve akşamlarını,
Uykularını ve kâbuslarını, dertlerini ve sevinçlerini
Hülasa senin olan daha doğrusu
Bir zamanlar senin olan her şeyi kekremsi bir melankoli tadında özlemektir.
Dönüş mü?
Ne orada bıraktığın sen sensin,
Ne de buradaki sen, sensin artık.
Bir yitiksin…
Arif ARCAN
Yâda her gidiş bir tehcir mi?
Gözlerini dünyaya açtığın yer ile
Gözlerini dünyaya kapadığın yer,
Farklı ise; tehcire uğramış mısındır?
Bu bir zorunluluk değilse yâda bir tehcir;
Geçmişe dair bir ezgi neden burkar yüreğini?
Bir imge, silik bir hatıra, tanıdık bir yüz hayali,
Neden sızlatır burun direğini?
Çocukluğunu asıp gittiğin yıldızlar artık senin değildir.
Gençliğini buruk bir sevda masalında,
Kaf dağında bıraktığın gibi…
Bu masalın sonunda gökten üç elma düşmez.
Sana düşen, hüzün denizinde tanımadığın yıldızlara bakarak, kaybolmaktır.
Sana düşen, sahte mehtaplarda sahte sevdalara düşmektir.
Sana düşen, sabahlarını ve akşamlarını,
Uykularını ve kâbuslarını, dertlerini ve sevinçlerini
Hülasa senin olan daha doğrusu
Bir zamanlar senin olan her şeyi kekremsi bir melankoli tadında özlemektir.
Dönüş mü?
Ne orada bıraktığın sen sensin,
Ne de buradaki sen, sensin artık.
Bir yitiksin…
Arif ARCAN
22 Eylül 2013 Pazar
Koçlar ve Kağnılar..
Anadolu, düşman çizmesi altında inlerken, Türk'e durmak yaraşır mıydı. Türk, şehîd olur ama, esir olamazdı... Eli silah tutan yiğitler cephelere koştular... Yiğitlerin ardısıra karlı dağlar koştu, deli dereler coştu... Tekbir sesleri, Al Bayrağın hilâlinde cepheden cepheye esti... İstiklâl harbirnizin bir başka cepheden verilişi var bu kitapta... Kağnıların yükü kurşun gibi aşırdı. Kurşun gibi atılıyordu Mehmetçik, cepheden cepheye... Atılıyordu düşman üstüne genç Mehmet'ler koçlar gibi... Beyaz güvercinler, al kanlarıyla düşüyorlardı karargâhlara. Ak duvaklı gelinler, ellerindeki al kınayı al kan ile takviye ediyorlardı. Ki, solmasın kınalar Mehmed'i dönene kadar... Bu kitapta, zaferlerin nasıl kazanıldığını, Türk'ün kahramanlığını, sabır ve acıları bir çocuk gözüyle okuyacaksınız.
Zekeriya ile Kitap okumaya devam ediyoruz. Sizde çocuklarınıza
Zekeriya ile Kitap okumaya devam ediyoruz. Sizde çocuklarınıza
kitap okuyor veya onların kitap okumalarını dinliyor musunuz?
Bunu mutlaka yapmalısınız...
Kitap Bitiş Tarihi : 22 EYLÜL 2013
21 Eylül 2013 Cumartesi
Ya birlikte bir ağıt olsak...
Ya gidip bir çeşmeye kapansam
Ya çeşme bana açılsa
Ya çeşme gelip bende kapansa
Ya birlikte bir ağıt olsak
Kurumuş bir ağıt
Kurumuş bir kan gibi
İnsana ve kente
Kurumuş bir kan gibi
İnsana ve kente
İşte böyle gidesim var dünyadan...
Sırtımı dönüp gidesim var, çocukluk işte öyle kalaydık ya.
Babam bilir, gitmişliğimde var resimdeki gibi...................
Sözler...
Demokrasi, Mahkûmların Gardiyanını seçme hakkıdır...
İsmet Özel
Bu deveyi de gütmeyeceğim bu diyardan da gitmeyeceğim.
İsmet Özel
Hayata Gülümserken Veda Ettiğin Fenadır...
Emanet geldik dünyaya,
En acınacak durumumuzda
En acıyanın
Cennettinde ağırlandık;
Cennetimizden,
Ana Rahminden ayrılmamız
Üzdü bizi de
Ağlayarak merhaba dedik dünyaya;
Ağlamak, yaşamağa başlamak için.
O'na ve O'nun cennetine yürüyüşümüzde
İman ve itaat ile tatminkâr gülümsemek,
Hayatı dolu dolu yaşamak,
Ama tüketmemek de hayatı.
Emaneti mülke çevirenler,
Tüketirler Hayatı,
Mülkün varsa endişelenirsin,
Sayıp dökersin her gününü
Yaşam bir envanterdir malik için.
Sahipsen bir şeylere;
Korumak için yıpratırsın kendini,
Kendinden kıymık, kıymık,
Kendinden parça, parça,
Kendinden kütle, kütle
Katarsın kendini mülküne.
Bir bakmışsın mülkün sen olmuşsun.
Hiç bir şeyin yoksa
Ama sahip olmak istiyorsan;
Hırstır içindeki.
Bu sefer seni yiyip bitiren;
Yokluktur.
Varlık ve yokluk düalistler için birer hükümran özne;
Nesnesi ise sen,
Nesne kadar edilgen…
Varlık ve yokluk diyalektiktir;
Tevhid içinde tevhid gibi bir.
Varlık mı önce idi, yokluk mu?
Yok, önce idi ise varın anlamı ne?
Var önce idi ise yokun anlamı ne?
Yoktan en önce ezeli,
Vardan en sonra ebedi,
Olan Rahman ve Rahim
'Ol dedi ve oluverdi.'
Zamana esir bu dünya;
Varın veya yokun ne önemi var.
Zamandan azade yurduna yürürken,
Emanete hıyanet etme.
Ağlama.
Ağlamak; önemsiz bir vara,
Ağlamak; önemsiz bir yoka,
Ağıttır sadece.
Varı korumanın yorgunluğu,
Yokun yakıcılığı, vara hasretin,
Ağıtı.
Gülümse;
Hayata gülümserken veda ettiğin fenadır sadece.
Arif Arcan
En acınacak durumumuzda
En acıyanın
Cennettinde ağırlandık;
Cennetimizden,
Ana Rahminden ayrılmamız
Üzdü bizi de
Ağlayarak merhaba dedik dünyaya;
Ağlamak, yaşamağa başlamak için.
O'na ve O'nun cennetine yürüyüşümüzde
İman ve itaat ile tatminkâr gülümsemek,
Hayatı dolu dolu yaşamak,
Ama tüketmemek de hayatı.
Emaneti mülke çevirenler,
Tüketirler Hayatı,
Mülkün varsa endişelenirsin,
Sayıp dökersin her gününü
Yaşam bir envanterdir malik için.
Sahipsen bir şeylere;
Korumak için yıpratırsın kendini,
Kendinden kıymık, kıymık,
Kendinden parça, parça,
Kendinden kütle, kütle
Katarsın kendini mülküne.
Bir bakmışsın mülkün sen olmuşsun.
Hiç bir şeyin yoksa
Ama sahip olmak istiyorsan;
Hırstır içindeki.
Bu sefer seni yiyip bitiren;
Yokluktur.
Varlık ve yokluk düalistler için birer hükümran özne;
Nesnesi ise sen,
Nesne kadar edilgen…
Varlık ve yokluk diyalektiktir;
Tevhid içinde tevhid gibi bir.
Varlık mı önce idi, yokluk mu?
Yok, önce idi ise varın anlamı ne?
Var önce idi ise yokun anlamı ne?
Yoktan en önce ezeli,
Vardan en sonra ebedi,
Olan Rahman ve Rahim
'Ol dedi ve oluverdi.'
Zamana esir bu dünya;
Varın veya yokun ne önemi var.
Zamandan azade yurduna yürürken,
Emanete hıyanet etme.
Ağlama.
Ağlamak; önemsiz bir vara,
Ağlamak; önemsiz bir yoka,
Ağıttır sadece.
Varı korumanın yorgunluğu,
Yokun yakıcılığı, vara hasretin,
Ağıtı.
Gülümse;
Hayata gülümserken veda ettiğin fenadır sadece.
Arif Arcan
20 Eylül 2013 Cuma
19 Eylül 2013 Perşembe
Batının merhametli labaratuvarları...
Şimdi bu kimyasal bombaları ve diğerlerini sıradan insanlar mı üretti?
Yoksa Batının merhametli laboratuvarlarında mı üretilmiştir?
İnsanlığa faydası olsun diye merhametli bombaları Doğunun Diktatörlerine
satmış olabilirler mi?
Batılı baştan aşağı merhametli mühendisleri nasıl bir ruh hali ile bunları
üretmişlerdir?
Ve üretmeye devam ediyorlardır?
Ne kadar çok para kazanıyorlardır dimi?
Lüks villalarında ürettikleri bombaların ve kimyasalların tehlikelerinden
kilometrelerce uzakta, havuzlarında kokteyllerini yudumlarken,
zengin ülkelerin diktatörlerinin, fakir bıraktığı ailelerinin çocukları sinir gazını
solumanın bedeli olarak ciğerleri iflas ederek ölmelerini düşünüp, kendi
çocuklarını öpebiliyorlar mıdır?
Daha onlarca sorum var ama kim cevap verecek ki?
Arkadaşlarınızla yemeklere çıkıp, Boy boy fotoğraflar çektirip mutluluk
pozları verip yayınlamak varken bunları niye düşünesiniz ki?
Yanlış mıyım acaba?
Düşünmek zor dimi?
Serdar Karamanlı
19 Eylül 2013
Diren Mahcup olmayacaksın....
Zira söz; bilgi, bilinç ve ahlakla birleştiğinde Allah, kendi adını yerli
yerinde anan hiç kimseyi asla mahcup etmemiştir.
Sözün Gücü Kitabından
Sayfa 257
Musa ŞİMŞEKÇAKAN
Büyük tehlike...
Bu gün yanlış müslümanlık anlayışı, İnsanlık için en büyük tehlikedir.
Şevket HÜNER
17 Eylül 2013 Salı
Almanya’da bir lise müdürünün her yıl gönderdiği mektup...
Almanya’da bir lise müdürü, her eğitim
öğretim yılı başında öğretmenlerine şu mektubu gönderirmiş.
“Bir toplama kampından sağ kurtulanlardan biriyim. Gözlerim hiçbir insanın görmemesi gereken şeyleri gördü. İyi eğitilmiş ve yetiştirilmiş mühendislerin inşa ettiği gaz odaları, iyi yetiştirilmiş doktorların zehirlediği çocuklar, işini iyi bilen hemşirelerin vurduğu iğnelerle ölen bebekler, lise ve üniversite mezunlarının vurup yaktığı insanlar.
Eğitimden bu nedenle kuşku duyuyorum. Sizlerden isteğim şudur. Öğrencilerinizin insan olması için çaba harcayınÇabalarınız bilgili canavarlar ve becerikli psikopatlar üretmesin. Okuma yazma, matematik, çocuklarınızın daha fazla insan olmasına yardımcı olursa ancak o zaman önem taşır.”
“Bir toplama kampından sağ kurtulanlardan biriyim. Gözlerim hiçbir insanın görmemesi gereken şeyleri gördü. İyi eğitilmiş ve yetiştirilmiş mühendislerin inşa ettiği gaz odaları, iyi yetiştirilmiş doktorların zehirlediği çocuklar, işini iyi bilen hemşirelerin vurduğu iğnelerle ölen bebekler, lise ve üniversite mezunlarının vurup yaktığı insanlar.
Eğitimden bu nedenle kuşku duyuyorum. Sizlerden isteğim şudur. Öğrencilerinizin insan olması için çaba harcayınÇabalarınız bilgili canavarlar ve becerikli psikopatlar üretmesin. Okuma yazma, matematik, çocuklarınızın daha fazla insan olmasına yardımcı olursa ancak o zaman önem taşır.”
15 Eylül 2013 Pazar
Müddessir Suresinin ardından..
Musa Şimşekçakan Ağabeyin Yazmış olduğu SÖZÜN GÜCÜ kitabını, Şevket HÜNER ağabey ile okumaya devam ediyoruz.
18 NİSAN 2013 tarihinde başladığımız, 13 Haziran 2013 tarihinde Şevket Ağabeyin tabiri ile
Hitamuhu Misk oldu.
Toplamda 55 sayfa olan Müddessir Suresini yaklaşık 10 derste bitirdik. Bitirdik dediğime
bakmayın, bana kalırsa Sure bizi bitirdi.
Alak, Kalem ve Müzemmil surelerinin ardından ki Alak'ta Namazı engel olanı göstermiş,
Kalemde Ahlaki durumu anlatmış, Müzemmil Suresinde servet sahiplerinin ahireti
yalanlamasını ortaya koyduktan sonra,, sanki şöyle söylenmişti "Hesap vermeye
yanaşmayanların elinde hayat cehenneme dönmüyor mu?" sorusuna cevap olmuş gibiydi.
Din, paylaşmaktır, kardeş eder ve kardeşlik tebessüm ettirir.
Peygamber, haksızlığa karşı kayıtsız kalamayandır.
Sayfaların satırları arasında dolaşmaya başladığımızda, bir ezilme hissediyoruz. "Sorumluluğu
yüklenmiş elçi" ile hareket edememek bizleri ezdi. O kalkıp uyardı, bizler yapamadığımız için
yine ezildik. Çünkü iktidar olan Müslüman yöneticilerimize "neden ihalelere fesat
karıştırıyorsun, neden Faiz dünya gerçeğidir dediğin de onları uyarmak gerekirdi uyaramadık.
Bunun verdiği ezilme ile ezildik. Elçi OKU emrini aldıktan sonra bir daha Hira'ya çıkmadı ve
inzivaya çekilmedi.
Bunun yerine GECE eğitimleri ile kendini ve Arkadaşlarını kuvvetlendirilmesi bunu anlamamız
istendi ve artık Fatiha Suresine başlamaya hazır gibiyiz, gibiyiz diyorum çünkü bundan emin
değilim neyse daha fazla okuyup düşünmem gerekiyor.
Yazamadığım onlarca mesele var kafamda Müddesir Suresi ile alakalı ve hayatımın geri kalan
kısmı ile....
Serdar Karamanlı
20 Haziran 2013
18 NİSAN 2013 tarihinde başladığımız, 13 Haziran 2013 tarihinde Şevket Ağabeyin tabiri ile
Hitamuhu Misk oldu.
Toplamda 55 sayfa olan Müddessir Suresini yaklaşık 10 derste bitirdik. Bitirdik dediğime
bakmayın, bana kalırsa Sure bizi bitirdi.
Alak, Kalem ve Müzemmil surelerinin ardından ki Alak'ta Namazı engel olanı göstermiş,
Kalemde Ahlaki durumu anlatmış, Müzemmil Suresinde servet sahiplerinin ahireti
yalanlamasını ortaya koyduktan sonra,, sanki şöyle söylenmişti "Hesap vermeye
yanaşmayanların elinde hayat cehenneme dönmüyor mu?" sorusuna cevap olmuş gibiydi.
Din, paylaşmaktır, kardeş eder ve kardeşlik tebessüm ettirir.
Peygamber, haksızlığa karşı kayıtsız kalamayandır.
Sayfaların satırları arasında dolaşmaya başladığımızda, bir ezilme hissediyoruz. "Sorumluluğu
yüklenmiş elçi" ile hareket edememek bizleri ezdi. O kalkıp uyardı, bizler yapamadığımız için
yine ezildik. Çünkü iktidar olan Müslüman yöneticilerimize "neden ihalelere fesat
karıştırıyorsun, neden Faiz dünya gerçeğidir dediğin de onları uyarmak gerekirdi uyaramadık.
Bunun verdiği ezilme ile ezildik. Elçi OKU emrini aldıktan sonra bir daha Hira'ya çıkmadı ve
inzivaya çekilmedi.
Bunun yerine GECE eğitimleri ile kendini ve Arkadaşlarını kuvvetlendirilmesi bunu anlamamız
istendi ve artık Fatiha Suresine başlamaya hazır gibiyiz, gibiyiz diyorum çünkü bundan emin
değilim neyse daha fazla okuyup düşünmem gerekiyor.
Yazamadığım onlarca mesele var kafamda Müddesir Suresi ile alakalı ve hayatımın geri kalan
kısmı ile....
Serdar Karamanlı
20 Haziran 2013
14 Eylül 2013 Cumartesi
Her kesin sakladığı bir şey vardır, Sen ne saklıyorsun?
Senin sırrın ne?
Ben biliyor olabilir miyim?
Yeni başlayan KAYIP dizisinin en çarpıcı sorusuydu...
Kasaba...
Kasaba Trevanian (Rodney William Whitaker)
Kasaba gerçek bir tutkunun sebep olduğu gerçek dışı etkiler inanılmazla gerçek arasında yer alan ince ayrıntılarla bezenmiş usta işi bir kitap.
Nedenleri tarihin vahşet dolu günlerine kadar uzanan, kızıl saçlı çok güzel bir kadının tutkusuna adanmış, bıçağın cerrah ustalığında kullanıldığı inanılmaz cinayetler...
Ve huzuru kaçan sakin bir kasaba...
Olaya el koyan tecrübeli, babacan, kural tanımaz yaşlı bir polis...
Kasaba, tüm bu sorunlar labirentinin çaresiz çözümsüzlüğünde bir kayboluşu anlatmaktadır. Kitap giderek cinayetin değil gizemin, katilin değil söylencenin peşinde bir polisiyenin dışında, anlatımı, kurgu ve diyaloglarıyla başlı başına bir edebiyat keyfidir.
(Arka Kapak'tan)
Kitap Bitiş Tarihi : 14Eylül 2013 İstanbul
2013/23
13 Eylül 2013 Cuma
Yaz Yağmuru; Bir Dem Hayat…
Yaz yağmuru...
Toprağın buğusu, hatıralar üzerinde hâreleniyor, bir perde oluşturuyor.
Kekremsi bir tat ile bu perdeye yansıyan yaşanmışlıklar, acı bir gülümseme ile ihtiyatlı bir coşkunun adı oluyor. Ehlîleştirilememiş coşkunun nihayetinde hesapsız sonuçlara hapsettiği yaşam denilen maceranın fragmanları akıp dururken bu perdede pişmanlık değildir hissettiğim.
Bir yaz yağmuru ile gelip, bir yaz yağmuru ile gittiğin kısacık bir ömür parçasının, bütün bir ömrümü sahiplenmesine müsaade etmediğim için asla pişmanlık duymadım.
Yaz yağmuru…
Elinde, eskimiş bir bavul ile çıkıp geldiğinde, bitimsiz yollara bakıp durmayı bırakalı hayli bir zaman olmuştu. Hâlbuki adı konulamayan çocukluk ile gençlik arası heyecanların bir kara sevdaya dönüşüvermesi için kısacık varlığından sonra, uzun, upuzun yokluğun yetmişti. Fakat bir yaz yağmuru altında bu kara sevda içimden akıp gitmişti. Islak toprak kokusu, kurşuni gökyüzü, sağanak sonrasında açan güleç güneş, vızıldayan arılar, ağaç dallarında billur pırıltılar…
Hayat, bir faniye yakarış ile heba edilecek kadar değersiz olmamalıydı.
Seni unutmuş olduğum gerçeğinden utanmıyorum. Dönüşündeki heyecansızlık; hasret denen duygu neticede küllenmeye mahkûm; şaşılacak bir şey yok. “Bıraktığın gibi bulmak” seni memnun ederdi adım gibi biliyorum. Garip, ben senin bu beklentinden hiç nefret etmedim; örselemeyi hep sevmişsindir.
Kayıp bir hayat olmadı benimkisi.
Çok sevdiğim bir eşim ve boyum kadar çocuklarım var. Ne eşimi sana benzettim ne de senin adın çocuklarımdan birisinin adı oldu. Hayat, yaşanacaklardan ziyade, yaşanmışlıklar ile kendisini tarif ediyor. Ardıma baktığımda, adını kazıdığım ağacın yaralı gövdesinden başka bir iz bulamıyorum senden.
Fakat yaz yağmurları hep seni anlatıyor.
Bu kadarcık bir hatırlanmayı hakkediyorsun.
Ansızın bastıran yaz sağanakları, kekremsi tadıyla çocuk ile gençlik arası demlerdeki kırılgan, ürkek kalp çarpıntılarının, örselemeyi seven bencil duvarlarda yankısız parçalanmasına şahit. Ne gökkuşağının sihri ne de ikindi güneşinin elvedaya yakın hüzünlü bakışları, kaskatı bir kalbi yumuşatmaya yetmiyor. Bu kaskatı kalp hoyrat ve sahiplenici; ne içeri alıyor ne de dışarıda bırakıyor.
Bir yaz yağmuru ile esir olan araftaki âşık, bir yaz yağmuru ile kalbini kara sevdasından temizliyor. Mutmain bir kalp ve cennet; gelmişsin ya da gitmişsin ne fark eder. Ancak bir yaz yağmuru miktarı hatırladığım bir dem hayatsın, o kadar…
Arif Arcan
İstanbul, 12.09.2013
Toprağın buğusu, hatıralar üzerinde hâreleniyor, bir perde oluşturuyor.
Kekremsi bir tat ile bu perdeye yansıyan yaşanmışlıklar, acı bir gülümseme ile ihtiyatlı bir coşkunun adı oluyor. Ehlîleştirilememiş coşkunun nihayetinde hesapsız sonuçlara hapsettiği yaşam denilen maceranın fragmanları akıp dururken bu perdede pişmanlık değildir hissettiğim.
Bir yaz yağmuru ile gelip, bir yaz yağmuru ile gittiğin kısacık bir ömür parçasının, bütün bir ömrümü sahiplenmesine müsaade etmediğim için asla pişmanlık duymadım.
Yaz yağmuru…
Elinde, eskimiş bir bavul ile çıkıp geldiğinde, bitimsiz yollara bakıp durmayı bırakalı hayli bir zaman olmuştu. Hâlbuki adı konulamayan çocukluk ile gençlik arası heyecanların bir kara sevdaya dönüşüvermesi için kısacık varlığından sonra, uzun, upuzun yokluğun yetmişti. Fakat bir yaz yağmuru altında bu kara sevda içimden akıp gitmişti. Islak toprak kokusu, kurşuni gökyüzü, sağanak sonrasında açan güleç güneş, vızıldayan arılar, ağaç dallarında billur pırıltılar…
Hayat, bir faniye yakarış ile heba edilecek kadar değersiz olmamalıydı.
Seni unutmuş olduğum gerçeğinden utanmıyorum. Dönüşündeki heyecansızlık; hasret denen duygu neticede küllenmeye mahkûm; şaşılacak bir şey yok. “Bıraktığın gibi bulmak” seni memnun ederdi adım gibi biliyorum. Garip, ben senin bu beklentinden hiç nefret etmedim; örselemeyi hep sevmişsindir.
Kayıp bir hayat olmadı benimkisi.
Çok sevdiğim bir eşim ve boyum kadar çocuklarım var. Ne eşimi sana benzettim ne de senin adın çocuklarımdan birisinin adı oldu. Hayat, yaşanacaklardan ziyade, yaşanmışlıklar ile kendisini tarif ediyor. Ardıma baktığımda, adını kazıdığım ağacın yaralı gövdesinden başka bir iz bulamıyorum senden.
Fakat yaz yağmurları hep seni anlatıyor.
Bu kadarcık bir hatırlanmayı hakkediyorsun.
Ansızın bastıran yaz sağanakları, kekremsi tadıyla çocuk ile gençlik arası demlerdeki kırılgan, ürkek kalp çarpıntılarının, örselemeyi seven bencil duvarlarda yankısız parçalanmasına şahit. Ne gökkuşağının sihri ne de ikindi güneşinin elvedaya yakın hüzünlü bakışları, kaskatı bir kalbi yumuşatmaya yetmiyor. Bu kaskatı kalp hoyrat ve sahiplenici; ne içeri alıyor ne de dışarıda bırakıyor.
Bir yaz yağmuru ile esir olan araftaki âşık, bir yaz yağmuru ile kalbini kara sevdasından temizliyor. Mutmain bir kalp ve cennet; gelmişsin ya da gitmişsin ne fark eder. Ancak bir yaz yağmuru miktarı hatırladığım bir dem hayatsın, o kadar…
Arif Arcan
İstanbul, 12.09.2013
12 Eylül 2013 Perşembe
9 Eylül 2013 Pazartesi
Günün Tefekkürü...
“Anladım ki, moral bir karakter,
Asla fikirler, ilkeler ve eğitimle
oluşturulamaz.
Dengeyi mümkün kılan muhabbet
ve güvendir.
Sevgi bir kazanım değil, bir
armağandır.”
Paul Feyerabend
Paul Feyerabend
8 Eylül 2013 Pazar
Sevgili Facebook ne düşünüyorum diye soruyorsun ya.....
Aşk Limanı..
Amerikan yapımı bir film
Hiç bir şey göründüğü gibi değildir.
Eşinizin gelecekte eşi olacak kişiye mektup yazabilir misiniz?
Peki aşk Liman arar mı?
http://www.mybilet.com/event/13861/ask-limani-safe-haven/
Hiç bir şey göründüğü gibi değildir.
Eşinizin gelecekte eşi olacak kişiye mektup yazabilir misiniz?
Peki aşk Liman arar mı?
http://www.mybilet.com/event/13861/ask-limani-safe-haven/
6 Eylül 2013 Cuma
Bir İnanmış adam...
Hürriyet gazetesinde Ahmet Hakan Babasını anlatan bir yazı yazmış, Yazının sonunda da "Babası Vefat edenler ne hisseder" diye bir bölüm açmış. Allah Tüm göçmüşlerimizi rahmeti ile muamele eylemesi için dua ediyorum.
Belki okursunuz aşağıda bağlantısı var.
Selam ve Muhabbetle kalın Dostlar
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/24655182.asp
Belki okursunuz aşağıda bağlantısı var.
Selam ve Muhabbetle kalın Dostlar
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/24655182.asp
Bir söz...
Bizim
derslerimizde işlediğimiz ana tema Dindarlık değildir. Konumuz MERHAMETTİR.
Şevket HÜNER
4 Eylül 2013 Çarşamba
Eğer Bir Gün Gidersem Buralardan…
Eğer buralardan gidersem ardımda bırakacağım yalnızca sen olmayacaksın.
Sen, ardımda bırakacaklarınım vurgususun sadece.
Alınma hemen.
Sana özleyeceklerimin bütünü içinde bir değer verebiliyorum ancak.
Kalbimin sevgi ritminin sadece ve sadece sana ait olabileceği yalanını hiçbir
zaman sana söylemediğimi bilirsin. Hayat ne senden ibaret, ne de adına sevgi
dediğimiz şey, tekel bir duygu.
Eğer bir gün gidersem buralardan, özlemle hatırlayacaklarım o
kadar çok ki…
Sabahın mahmurluğunda, “ekmeği kim alacak” kavgasını kaybetmiş bir
çocuğun iğreti giymiş olduğu terliğinin çıkardığı isyankâr şıpırtılarını
özleyeceğim. Ekmeğin başını koparıp ağzına atışındaki hesapsız rahatlık; bu
eyleminin hak edilmişliğini gösteriyor. Çilli toraman yüzü, yanaklarında
kurumuş gözyaşlarının izi…
Bir serçenin sekişindeki ahengi, kanaatkâr şehirli tavırlarını,
mütevekkil eylemindeki umut dolu ivediliği özleyeceğim. Kısık gözlerindeki
şahitlik ile yaşanmışlıkların kederi ile olgunlaşmış, ağırkanlı, şehrimin
hafızası kargaları unutmayacağım.
Hayatın kanıtı güvercinleri ayrı bir yâd edeceğim özlemlerimde.
Canlı mekânların bu sakinlerine, hayalimde avuç avuç yem atacağım. Kanat
çırpışlarından çıkan yaşama dair sesler, daima yaşayan avlularda çınlayıp
duracak.
Merhamet arayan kedi gözlerini, arsız, yaramaz sokak köpeklerini,
ketum martıları, geveze muhabbet kuşlarını, dem tutan bülbülleri
hatırlayacağım. Kırlangıçların asil yalnızlığını hep merak edeceğim. Mevsim
dönüşlerinin kâtipleri leylekler de hep kalbimde olacak.
Seherin asudeliğini, güneşin doğuşunu ve batışını özleyeceğim.
Ayın gümüşi hüznünü iliklerimde hissedeceğim uzaklarda. Caddeleri, sokakları,
korna seslerini, itiş ve kakış içinde kendisine bir yol bulmaya çalışanlar
insanları sevmeye devam edeceğim. Bin yıllık bir taşın üstüne tüneyeceğim
rüyalarımda. Şehrimi bir sis perdesi gerisinden seyrettiğim kâbuslar ile
uyanacağım kan ter içinde.
Namaz çıkışında takkelerini özenle katlayıp ceplerine yine özenle
yerleştiren beladan uzak emin, mutmain mü’minlere daima selamlar söyleyeceğim.
Ulu çınarı, çayı ve muhabbeti, dostluğu ve kardeşliği, değeri ve nasihati
kalbimin en mutena kösesinde taşıyacağım.
Alınmadın değil mi sevdiğim?
Arif Arcan
(İstanbul, 30.08.2013)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)