Yedi cılız başağın yedi semiz başak ile olan hikâyesidir bu. Yirmi birinci yüzyılda tecelli eden bir ayet mealidir. Kıtlığın Yusuflar eliyle bolluğa döndürülmesinin tekrarlanacak hikâyesidir. Ve bu hikâyede hepimiz birer karakter, birer figürüz.
Hikâyemiz, semiz başaklara tutunan nefsimizin cılız başakla imtihanını anlatır ve obezlikle açlık arasında bir insan olma sınavını dile getirir. Hakikati mecazlara dönüştürüp güçlü ile zayıfın haklarını murafaa eder. Kaderlerine tutunmuş cılız başakların ufalanıp gittiğini görür gözlerimiz, ama hakikatte onların tarlasında olmak bile istemeyen semiz başakları mahvolmaktadır. Bu hikâye, kudret eliyle yazılmış bir sınavın ta kendisidir.
Bütün hikâyeler gibi bu hikâyenin de serim, düğüm ve çözüm bölümleri vardır. Girişe ayrılan serim bölümü, aslında aç olanı doyurmak üzerine bir anekdot içerir. Bir sokak kedisi, yahut penceremize konmuş bir serçe mesela. Hiç fark etmez. İsterseniz siz bir senaryo yazıp oynayabilirsiniz de... Yeter ki kurguladığınız hikâyede bir bünyenin açlığını giderme bilinci olsun. Hikâyenin gerçekçi olması için bir günlüğüne açlığı tatsanız da olur elbette.
Hikâyenin gelişme bölümü düğüm düğüm olunca heyecan verir. Somali'de düğümlenen sancıları, Afrika kıtasını saran yoksullukları birbirine eklediğinizde vicdanlarda kaç düğüm atılmış olur, bu bölümde hesap etmemiz gerekir. İsterseniz yalnızca îmâ ile geçiniz. Çünkü her bir ölümün, her bir çığlığın tek tek anlatılmasına tahammülü yoktur hikâyenin; özetlemek gerekir. Sonra toplumumuzun iktisadi ve siyasi gücünün göstergesine dair bir cümle de yazmalı insan. Hani bir gecede milyonlarca dolar, bir Cuma vaktinde küçük devletlerin bütçesini aşan bir meblağı toplamak gibi sevindirici bir hesap.
Madem ki hikâyenin gelişme bölümündeyiz, açlık çeken bir varlığa nasıl davranmamız gerektiği de vurgulanmalıdır. Cılız başakları halsiz bırakan, başlarını yere eğdiren çerisizliklere atıfta bulunmalıdır. Yeri gelmişse bir hayvanı bile aç bırakarak öldürmenin zulüm olduğuna dair hadisler, vecizeler söylenmelidir. Hayvanların açlığından bile insanı sorumlu tutan İslam, acaba eşref-i mahlukat olan insan için, acaba zübde-i alem olan insan için, acaba güzel ahlak temsilcisi insan için, İlahi hitaba mazhar insan için kime ve hangi görevi yüklemiştir, yine bu bölümde incelenmeli değil midir? Zenginin sorumluluğu ne kadar, fakirin sorumluluğu ne kadardır ve oruç tutanın sorumluluğuyla, oruçsuzun sorumluluğu nasıl ölçülmelidir? Oruç tuttuğu halde bütün gün tok kalabilmek için çareler arayan, formüller üreten, yiyeceklerini özel olarak seçen, sırf acıkmamak için diyetisyenlere başvuran, hekimlere görünen zamane Müslümanlarının sorumluluğu ne kadardır, elbette yine bu gelişme bölümünde anlatılmalıdır. Acıkmış olan bir hayvan dahi olsa vicdanları titreyenlerin bir insanı aç gördüklerinde yüreklerinin yerinden oynaması ve sıtma nöbetleri gibi helecanlanmaları anlatılmazsa hikâyemizin eksik kalacağı muhakkaktır. Aç olanı doyurmanın Müslüman topluma yüklenmiş bir vazife olduğunun farkında olanlara teşekkür bahsi de burada bir cümle ile yazılabilir elbette. Fazla kilolarımızdan kurtulmak için harcadığımız paranın yarısını olsun açlıktan ölenlere ulaştırabilecek bir girişimde bulunmuyorsak hikâyemizin gelişme bölümünü unutun gitsin. Gündüz acıkmamak için sahurda tıkınmayı marifet sayıp zorla yiyerek mecalsiz kalma raddelerine gelirken bir tek günün açlığına çare bulduğumuzu zanneden bizler, bütün günlerini aç geçiren insanlar için ne yapabiliriz, kendimize sormuyorsak, zinhâr bu hikâyeyi tamamlamış olmayız. Çünkü burada cılız başakların değil semiz başakların yok oluşundan söz ediyor, her bir cılız başağın binlerce semiz başağı sürükleyip götürdüğü hezimetten bahsediyoruz.
Gelelim hikâyenin çözümüne. Unutmayın, bu bölüm çok hazin bitebilir. Açlıktan dolayı yumulan gözlerin her biri bir hüzün haykırışıdır çünkü. Çözüm bölümüdür bu, çözümler üretilecek bölümdür. Bütün düğümlerin çözüleceği bölümdür. İşte içimizdeki bütün düğümleri çözecek keskin kılıç:
"Bir yerde açlıktan ölmek üzere olan bir canlı varsa ve orada onu ölümden kurtaracak kadar yanında yiyecek olan bir kimse de bulunuyorsa, o canlıyı doyurmak o kimseye FARZ olur." Ve bu hikâyede sonuç bölümünün konusu sıradan bir canlı değil, bizatihi insandır, insanlıktır. "Biz de onun yerinde olabilirdik" dememiz gereken insan ve mürüvvet yeryüzünden kalktı mı dedirtecek insanlık... O insan ki ölüm noktasına varmış!.. Hani faziletli bir iyilik yapabileceğimiz bir insan!.. Kimliğine bakmadan, derisinin rengine bakmadan, inanış biçimine bakmadan ihsanda bulunabileceğimiz bir insan!
Anlattığımız hikâyede zaman ve mekan öğeleri yerli yerinde. Yani hikâyenin nerede ve ne zaman geçtiğini hepimiz biliyoruz. Gel gelelim bu hikâyenin kahramanları eksik!
O halde, içinizdeki Yusuf'u zindandan çıkarın artık!.. Hikâye kahramanını bekliyor!
i.pala@zaman.com.tr16/8/2011
(Hem Zaman gazetesine, hemde İskender Pala hocaya teşekkür ederim. )
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder