18 saate yakın oruç tuttuğumuz şu Ramazan günlerinde bir anımı paylaşmak isterim. Bir Gaziantep ziyaretimizde Suriyeli bir doktor dostumuzun anlattığı şu olay zihnimden hiç çıkmıyor...
“Efendim, Suriye'de oturduğum kasabaya uçak ve füzelerle despot rejim güçlerinin saldırısı olmuştu. Bir anda kasabamız yerle bir oldu... Doktor olmam hasebiyle hemen enkazlar arasında yaralılara ilk yardım için harekete geçtim. Büyük hasar görmüş bir eve girdim, içeride aynı aileden yedi ceset saydım. Cesetler ve enkaz arasında üç yaşlarında bir çocuk, yaralı, kanlar içinde ağlıyordu. Hemen çocuğu kucakladım, ambulansa, oradan da en yakın hastaneye yetiştirebilmek için harekete geçtim. Çocuğu ameliyata alacaktım, o sıra bir şey dikkatimi çekmişti. Evden aldığım yaralı çocuk avucunu sıkmış açmıyordu. Yol boyunca, hastanede ve ameliyathaneye aldığımda avucunu açmadı. Ben de merakla yaralı çocuğun avucunu açınca, beni derinden sarsan şu kare ile karşılaştım;
Çocuğun parmakları arasında sımsıkı tuttuğu bir dilim ekmek... Kim bilir ne zamandan beri aç? Eline geçen bir dilim ekmeği yemeye fırsat bulamadan saldırıda yaralanmış. Yaralı halinde bile ekmeğini kaybetmemek için avucunu sıkmış halde buldum...”
Dedim ya, bu olayı dinlediğim günden beri zihnimden çıkmıyor. Dinlerken ne hissettim biliyor musunuz?
Her gün sofralarımızdan çöpe giden ekmekleri düşündüm.
Evet, sadece Türkiye'de günde beş milyon ekmek çöpe gidiyor. Dünyada her yıl üretilen gıdanın üçte biri çöpe atılıyor.
Biz çocuklarımıza yemek beğendiremezken, yanı başımızda neler yaşanıyor?
Yarın bu çocuğun elleri yakamızda olursa nasıl hesap veririz, bilmiyorum?
Yediğimiz önümüzde, yemediğimiz arkamızda dururken, israf üzerine düşünecek fazla vaktimiz bile yok...
Dünya avuçlarımızın içinde... Elimizden düşmeyen akıllı telefonlarımızla açlık ve sefalet içinde kıvranan insanların hallerinden ne kadar haberdarız acaba?
İsraflarımız bizi insafsızlaştırıyor... İhsan ve infaktan kopuyoruz...
Evet, israf bir insanlık suçu...
Asrın büyük afeti; israf... Hem de küresel bir afet... Tüketim çılgınlığı, harcama hazzı, israf sarhoşluğu sınır tanımıyor...
Toplumları kemiren bela, israf oldukça bulaşıcı...
Kapitalizmin bizzat kendisi bir bütün olarak israf sistemi değil midir?
Kapitalizm insan ihtiyaçlarını karşılamayı değil, sürekli yeni ihtiyaçlar üretmeyi hedefliyor...
AVM'lere ihtiyaç için gidilmiyor, “bakalım yeni çıkan ne var” güdüsüyle hareket ediliyor...
Reklam, rekabet, rövanş, rant, reyting, israf psikolojisinin arka planını öne çıkarıyor...
İsrafın diğer bir ismi de; modadır, markadır, modeldir...
Gerçekten ihtiyaçlarımız mı konuşuyor, yoksa ihtiras ve hırslarımız mı bizleri sürüklüyor?
Har vurup harman savurmalar, hayatın hayır ve bereketini bırakmadı...
Tükettikçe tükeniyoruz...
Harcadıkça harcanıyoruz...
Kapitalizmin israf çarkına “dur” diyecek irademiz kalmadı...
“Nasıl olsa faturasını ben ödeyeceğim, kime ne?” mantığı ile fütursuzca saçıp savuruyoruz... Sonra da bunu savunuyoruz...
Bireysel israftan bahsetmiyorum, toplumsal israfın boyutlarına dikkat çekmek istiyorum...
Gösteri günlerinde din de, dindarlarda, gösterişten nasibini aldı...
“Gözümde kalmasın” içgüdüsü, göze girmek arzusu, doğallığımızı ve kulluk disiplinimizi bozdu...
Dur durak bilmeyen bir tüketim çılgınlığının nesneleri olduk...
Allah'ın israf edenleri sevmediğini bildiğimiz halde, savurganlığın şeytanla kardeşlik kulvarı olduğunu duyduğumuz halde, nasıl bu hale geldik, anlamıyorum?!
İflasımız, israfımızdan olacak...
Çözüm mü?
Ne israf, ne de istif; yerinde sarf...
Tasarruf tedbirleri de değil; tasadduk, tasadduk, tasadduk...
Ramazan Kayhan
Milat Gazetesi 24 Haziran 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder