23 Mart 2016 Çarşamba

Öperim o hırpalanmış yüreğinden..

Akşamın 7’sinde ilk defa bizim sokağı bu kadar tenha gördüm. Araba geçmiyor yoldan o kadar yani.. İçimde garip bir ürperti ile eve döndüm.. Şu dolaşıp duran whatsapp mesajları işe yaramış, insanlar eve kapanmışlar resmen..

Ne diyor, AVM’lerden uzak durun, kalabalık ve merkezi yerlerden uzak durun, metrolar, vapurlar..uzayıp gidiyor liste.. Felaket senaryoları sonsuz..
Üstelik İstanbul’da İstiklal caddesinde olan felaket bekleniyordu ve de oldu , ki bu da felaketin kendisi kadar vahim bence..

Ruhumuz örseleniyor resmen.. Koca bir millet, hırpalanmış ruhlarla , ürkmüş ve karman çorman olmuş zihinlerle dolaşıyoruz.  Yüreklerimizden geçenlere girmiyorum bile.. En çok acıyan yerimiz orası zaten..

Peki ne yapacağız?

Kendi kendime çıkar yol arıyorum.. Tüm benliğimize dehşet saçan bu düşünce bombardımanından nasıl koruyacağız kendimizi?

Derken, derkeeen.... AVM kelimesi ani bir aydınlanma yarattı bende..
Geçenlerde bir arkadaşımla konuşuyorduk, Londra’da bir AVM’de mağaza açmak için Elçilik ile konuşuyormuş.
Görevli kadın demiş ki, “Yalnız burada Türkiye’deki gibi bir kalabalık beklemeyin. İnsanlar gelir, alışverişini yapar ve gider. Sizin ülkenizdeki gibi günü geçirip, yiyip içip zaman harcamazlar. Anlayacağınız, sosyalleşme buralarda olmaz “.
Ne zamandır düşündüğüm şeyi bir İngiliz’in ağzından duymuş oldum.

Garip bir biçimde biz AVM’lerde yaşar haline geldik. Hele de hava kapalıysa cümbür cemaat , sabahtan akşama oradayız.
En alışveriş yapmadan gidelim dediğimizde bile havadan 100 TL harcamadan çıkılmıyor. O da minimum..
Kapalı mekanda, hava almadan , manzara görmeden, yürüyüş yapmadan, bol para harcanarak, ve aynı mekanlarda, aynı menülerden, aynı yemekleri yiyerek harcanan zaman.. Neymiş , şehir hayatı..

Böyle olmak zorunda mı?

Gitmeyiz olur biter AVM’ye. Ne kaybederiz?

Daha iyi ya, çık sahilde yürü. Bedava. Bir banka otur, sokak simitçisinden bir  gevrek simit al, ya da kestaneciden bir külah közlenmiş kestane al. Çok para harcamak istiyorsan , bir demet nergis al, sümbül al. Tam mevsimi..

Sokak aralarında ufak aile lokantaları var. Gir, oralarda yemek ye. Alışverişini ara sokaklardaki butiklerden yap. Onlar da kazansın. Marketten paketli ekmek alacağına fırından al.
Turşucudan al turşunu, kavanozun üstündeki son kullanma tarihiyle uğraşmamış olursun.
Belki yoldan bir bakır sahan alırsın. İçine bir tereyağına yumurta kırarsın, fırından aldığın mis gibi ekmeği banarsın sarısına..
Çorabını mahalledeki küçücük, daracık Tuhafiye’den alıver.
Yeni ayakkabı alacağına yolda rastladığın çocukcağıza boyat ayağındakini, ya da evde atayım diye kenara koyduğun pabucunu al da, şu köşedeki ayakkabı tamircisine götür, o da kazansın.
Kendi sokağının tadını çıkar güzel kardeşim. Boşver AVM’yi.. Onlar mı vardı 15-20 sene önce?

Diyeceğim o ki, bir şehrin ruhu sokaklardadır. En çok da ara sokaklarda. Git kucaklaş  o güzelim değerlerle..

Sosyalleşeceksen, eskisi gibi “ev oturmalarına “ git.
Bir güzel Tomurcuk kokulu çay demle, yanına bir kek çırpıver, doldur dostlarını eve.. Çocuklar içerde oynasın, siz salonda sohbet edin. İçinden geliyorsa hamaratlığın tutsun, bir de mis gibi börek kokuları gelsin fırından..  İlle de bilmemne mekanına gidip bir ton para vermen gerekmiyor.
Sokağa çıkmaktan korkuyorsan, komşularınla buluş. Tanımıyorsun çoğunu değil mi? E, tanııış.. İşte sana fırsat.

Aileni başına topla. Dostlarınla daha sık buluş. Konuş. Dertleş. Dök içini. İnsan insanın zehirini alır derler.

Ama dikkat et, sohbet karamsar olmasın. “Ne olacak bu ülkenin hali” olmasın konu başlığınız.
Aksine, nasıl bir Türkiye hayal ederdin, bunu konuşun. Eğitim nasıl olsun isterdin, ekonomi nasıl olsun, adalet nasıl olsun, insanlar birbirine nasıl davransın isterdin, bunları konuşun. “Olmasını istediğiniz ülkeyi” konuşun. Onu köpürtün yani.. Karamsarlığı değil.

Facebook mu yavaşladı, twetter mı çalışmıyor, tamam o zaman. Bırak. Kasma. Kitabını al eline, oku.
Ekran başında, elin klavyede dünyayı kurtarmıyorsun canım kardeşim. Ruh sağlığını nasıl koruyacaksan öyle koru.

Bunu yaparken, senin endişeni sezip, etrafında dört dönen evladını da sakın ola terslemeyesin. Unutma ki, sen çaktırmasan da o hisseder.
Al karşına, konuş onunla. Bilmesi gerektiği kadarını söyle. Dikkat etmemiz gerektiğini..İyi insanlar olduğu gibi, kötü insanlar da olduğunu.. Kendini nasıl koruması gerektiğini..
İyiliğin kazanacağına inandığını söyle ona. Kötülerden korkup sinenlerden olmasın büyüyünce. İyilerin kazanacağına inanan, imanlı iyilerden olsun.
Sen korkma ki, o da korkmasın.
Bak, İstiklal Marşımız bile “Korkma” diye başlıyor, tesadüf mü sence?

Bu öyle bir sınav ki, ya hep birlikte kalacağız, ya da hep birlikte geçeceğiz.
O yüzden ben kendimi kurtarırım, aradan sıyırırım diye düşünme. Bizim bizden başka kimsemiz yok. Birbirimize sahip çıkacağız.

Hani Mevlana der ya,
“El sendedir, dil sende, diken sende, gül sende.
 Her an imtihandasın, ağlasan da, gül sen de.. “

İmtihan vakti..

Güle değil de, dikene odaklanıyorsan, boş kağıdı ver, çık sevgili kardeşim.
Kimse bu sınavın kolay olacağını söylemedi.
Ama konu başlıkları belli : Sabır, Sevgi, Umut , İnanç .
Hadi çalış.
Öperim o hırpalanmış yüreğinden..

Bige Güven Kızılay
19.03.2016

( Çay demişken aklıma çocukluğumuzun semaverleri geldi. Çay makineleri pek bi yapay geliyor bana.. Bu fotoğrafı sevgili dostum Sedef Kaynarkan, Tiflis’ten çekip göndermiş, ilk fırsatta bir semaver edineceğim, karar verdim.. Semaver bolca muhabbet, uzun uzun sohbet, kalabalık ev, çokça dostluk, bardak bardak çay  demek.. Hadi bulalım birer tane..)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder