Akşamın 7’sinde ilk defa bizim sokağı bu kadar tenha gördüm. Araba
geçmiyor yoldan o kadar yani.. İçimde garip bir ürperti ile eve döndüm.. Şu
dolaşıp duran whatsapp mesajları işe yaramış, insanlar eve kapanmışlar resmen..
Ne diyor, AVM’lerden uzak durun, kalabalık
ve merkezi yerlerden uzak durun, metrolar, vapurlar..uzayıp gidiyor liste..
Felaket senaryoları sonsuz..
Üstelik İstanbul’da İstiklal caddesinde
olan felaket bekleniyordu ve de oldu , ki bu da felaketin kendisi kadar vahim
bence..
Ruhumuz örseleniyor resmen.. Koca bir
millet, hırpalanmış ruhlarla , ürkmüş ve karman çorman olmuş zihinlerle
dolaşıyoruz. Yüreklerimizden geçenlere girmiyorum bile.. En çok acıyan
yerimiz orası zaten..
Peki ne yapacağız?
Kendi kendime çıkar yol arıyorum.. Tüm
benliğimize dehşet saçan bu düşünce bombardımanından nasıl koruyacağız
kendimizi?
Derken, derkeeen.... AVM kelimesi ani bir
aydınlanma yarattı bende..
Geçenlerde bir arkadaşımla konuşuyorduk,
Londra’da bir AVM’de mağaza açmak için Elçilik ile konuşuyormuş.
Görevli kadın demiş ki, “Yalnız burada
Türkiye’deki gibi bir kalabalık beklemeyin. İnsanlar gelir, alışverişini yapar
ve gider. Sizin ülkenizdeki gibi günü geçirip, yiyip içip zaman harcamazlar.
Anlayacağınız, sosyalleşme buralarda olmaz “.
Ne zamandır düşündüğüm şeyi bir İngiliz’in
ağzından duymuş oldum.
Garip bir biçimde biz AVM’lerde yaşar
haline geldik. Hele de hava kapalıysa cümbür cemaat , sabahtan akşama oradayız.
En alışveriş yapmadan gidelim dediğimizde
bile havadan 100 TL harcamadan çıkılmıyor. O da minimum..
Kapalı mekanda, hava almadan , manzara
görmeden, yürüyüş yapmadan, bol para harcanarak, ve aynı mekanlarda, aynı
menülerden, aynı yemekleri yiyerek harcanan zaman.. Neymiş , şehir hayatı..
Böyle olmak zorunda mı?
Gitmeyiz olur biter AVM’ye. Ne kaybederiz?
Daha iyi ya, çık sahilde yürü. Bedava. Bir
banka otur, sokak simitçisinden bir gevrek simit al, ya da kestaneciden
bir külah közlenmiş kestane al. Çok para harcamak istiyorsan , bir demet nergis
al, sümbül al. Tam mevsimi..
Sokak aralarında ufak aile lokantaları
var. Gir, oralarda yemek ye. Alışverişini ara sokaklardaki butiklerden yap.
Onlar da kazansın. Marketten paketli ekmek alacağına fırından al.
Turşucudan al turşunu, kavanozun üstündeki
son kullanma tarihiyle uğraşmamış olursun.
Belki yoldan bir bakır sahan alırsın.
İçine bir tereyağına yumurta kırarsın, fırından aldığın mis gibi ekmeği banarsın
sarısına..
Çorabını mahalledeki küçücük, daracık
Tuhafiye’den alıver.
Yeni ayakkabı alacağına yolda rastladığın
çocukcağıza boyat ayağındakini, ya da evde atayım diye kenara koyduğun pabucunu
al da, şu köşedeki ayakkabı tamircisine götür, o da kazansın.
Kendi sokağının tadını çıkar güzel
kardeşim. Boşver AVM’yi.. Onlar mı vardı 15-20 sene önce?
Diyeceğim o ki, bir şehrin ruhu
sokaklardadır. En çok da ara sokaklarda. Git kucaklaş o güzelim
değerlerle..
Sosyalleşeceksen, eskisi gibi “ev
oturmalarına “ git.
Bir güzel Tomurcuk kokulu çay demle,
yanına bir kek çırpıver, doldur dostlarını eve.. Çocuklar içerde oynasın, siz
salonda sohbet edin. İçinden geliyorsa hamaratlığın tutsun, bir de mis gibi
börek kokuları gelsin fırından.. İlle de bilmemne mekanına gidip bir ton
para vermen gerekmiyor.
Sokağa çıkmaktan korkuyorsan, komşularınla
buluş. Tanımıyorsun çoğunu değil mi? E, tanııış.. İşte sana fırsat.
Aileni başına topla. Dostlarınla daha sık
buluş. Konuş. Dertleş. Dök içini. İnsan insanın zehirini alır derler.
Ama dikkat et, sohbet karamsar olmasın.
“Ne olacak bu ülkenin hali” olmasın konu başlığınız.
Aksine, nasıl bir Türkiye hayal ederdin,
bunu konuşun. Eğitim nasıl olsun isterdin, ekonomi nasıl olsun, adalet nasıl
olsun, insanlar birbirine nasıl davransın isterdin, bunları konuşun. “Olmasını
istediğiniz ülkeyi” konuşun. Onu köpürtün yani.. Karamsarlığı değil.
Facebook mu yavaşladı, twetter mı
çalışmıyor, tamam o zaman. Bırak. Kasma. Kitabını al eline, oku.
Ekran başında, elin klavyede dünyayı
kurtarmıyorsun canım kardeşim. Ruh sağlığını nasıl koruyacaksan öyle koru.
Bunu yaparken, senin endişeni sezip,
etrafında dört dönen evladını da sakın ola terslemeyesin. Unutma ki, sen
çaktırmasan da o hisseder.
Al karşına, konuş onunla. Bilmesi
gerektiği kadarını söyle. Dikkat etmemiz gerektiğini..İyi insanlar olduğu gibi,
kötü insanlar da olduğunu.. Kendini nasıl koruması gerektiğini..
İyiliğin kazanacağına inandığını söyle
ona. Kötülerden korkup sinenlerden olmasın büyüyünce. İyilerin kazanacağına
inanan, imanlı iyilerden olsun.
Sen korkma ki, o da korkmasın.
Bak, İstiklal Marşımız bile “Korkma” diye
başlıyor, tesadüf mü sence?
Bu öyle bir sınav ki, ya hep birlikte
kalacağız, ya da hep birlikte geçeceğiz.
O yüzden ben kendimi kurtarırım, aradan
sıyırırım diye düşünme. Bizim bizden başka kimsemiz yok. Birbirimize sahip
çıkacağız.
Hani Mevlana der ya,
“El sendedir, dil sende, diken sende, gül
sende.
Her an imtihandasın, ağlasan da, gül
sen de.. “
İmtihan vakti..
Güle değil de, dikene odaklanıyorsan, boş
kağıdı ver, çık sevgili kardeşim.
Kimse bu sınavın kolay olacağını
söylemedi.
Ama konu başlıkları belli : Sabır, Sevgi,
Umut , İnanç .
Hadi çalış.
Öperim o hırpalanmış yüreğinden..
Bige Güven Kızılay
19.03.2016
( Çay demişken aklıma çocukluğumuzun
semaverleri geldi. Çay makineleri pek bi yapay geliyor bana.. Bu fotoğrafı
sevgili dostum Sedef Kaynarkan, Tiflis’ten çekip göndermiş, ilk fırsatta bir
semaver edineceğim, karar verdim.. Semaver bolca muhabbet, uzun uzun sohbet,
kalabalık ev, çokça dostluk, bardak bardak çay demek.. Hadi bulalım birer
tane..)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder