Mevcut kafa karışıklığı sadece siyasal olanda değil kültür ve düşüncede olduğu gibi dini sahada da sürmektedir. Kimin neyi niçin söylediğini; yani nokta-i nazarını dikkate almadığınızda ne söylediğinizi doğru bir şekilde anlamlandırmak neredeyse imkânsız oluyor. Yani işler öyle karışmış durumda ki kimin nerede durduğu ve kimlerle iş tuttuğunu anlamak hakikaten zor olmaya başlamıştır. Yerler karışmış, cepheler değişmiş ve kimin nerede durduğu anlamsızlaşmış durumda…
Sol, sağ, muhafazakâr veya milliyetçisi, İslamcısı, Kemalistçisi kendi ideolojik cephesi yerine mevcut durumun konjonktürel yapısı içinde bir tavır alışa sürükleniyor.Kafa karışıklığı da bu yüzden devam ediyor. Normal koşullarda kim nerede duracak bu belli ve belirgindir. Ama şu an herkes/kesim çok farklı noktalarda bulunmaktadır. Özelliklekavmiyetçilik meselesi yüzünden Müslüman Kürtlerin kafası biraz daha karışık, nispi doğrular üzerinden büyük yanlışlara kapı aralanmaktadır ve kendilerinin İslam ile aldatıldıklarını büyük bir pervasızlıkla dillendirebilmektedirler. Bu yanlış anlamayı bir tahlile tabi tutmak kaçınılmaz oldu.
Önce Müslüman olma hali neye tekabül ediyor üzerinden birkaç kelam etmek şart sanırım… En genel ifade ile Müslüman olma halinin kendi otantik yapısı içinde asgari ile azami arasında birçok katmanın varlığı kaçınılmazdır. Asgarisi, imanın temel ilkelerini kabulle başlar ve o teslimiyet üzere imanın kalbe yerleşmesi sürecinde Müslüman olmanın gerekliliğini yerine getirerek bir seyrüsefere çıkar. Bu süreç Müslüman için imanın kalbe tam yerleşmesine kadar sürer. Bu noktada dikkate alması gereken en temel nokta ise Müslümanlığın temel hedefleri ile uyumlu bir yaşamı içselleştirme çabasına süreklilik kazandırmasıdır. Çünkü Müslüman olma ile Müslümanlık arasında ciddi bir mahiyet farkı vardır. Müslüman teslim olandır. Bu teslimiyet gönülden de olabilir, cebri de olabilir. Bu cebrilik belirli bir gücün kullanımından çok toplumsal, düşünsel ve kültürel güçle ilişkilidir. Müslümanlık ise belirli bir ideal için hayatını belirli kurallar çerçevesinde sürdürme ve bu kuralların genel geçer kurallar haline gelmesi için verilen mücadelenin biçimini ve içeriğini de belirleyen bir tutumu içerir. Yani Allah’ın insanı yaratmasındaki hikmetin bütün insanlar için geçerli olacak konuma yükselmesi bağlamında kişinin hayatını buna adamasıdır.
Ama kafa karıştıran noktalardan en önemlisi din ile dinin bir yorumu olan İslamcılığın yürüdüğü sürecin oluşturduğu kafa karışıklığıdır. Çünkü İslamcılık kendi otantik yapısı üzerinden kendini gerçekleştirme zemini bulamadığı gibi karşıt muhalif güçler tarafından da sürekli değişime zorlanmaktadır. Bu değişim, hem kültürel ve hem de siyasal bir biçim ve içerik taşımaktadır. Özellikle İslamcılığın 60 sonrası serencamı ve Türkiye’de yaşadığı siyasal süreç ile birlikte Ak Parti iktidarı döneminde aldığı yeni hal kafa karışıklığını biraz daha artırmıştır. Siyasal olanın baskın karaktere dönüşmesi ve siyasallığın çatışmacı dili üzerinden ayrışmalar kafa karışıklığını içinden çıkılmaz hale getirmektedir. Son üç dört yıldır bu kafa karışıklığı bilinçli bir tutumla sürekli artırılmakta ve İslamcıların kendi konumlarını sürdürebilmenin imkânları heba edilmektedir. Bu hem mevcut iktidar tarafından gerçekleştirilmekte hem de iktidar karşıtı muhalif blok tarafından bilinçli bir şekilde dramatize edilerek İslamcılığın parçalanmasına zemin oluşturulmaktadır.
Bütün bunlara rağmen İslamcı olduğu halde sorunun merkezinde kendi iddiaları yerine başka iddiaların benzer tarafları yüzünden kendi iddialarını bir tarafa bırakarak mevcut konum üzerinden haklılık psikolojisi adına büyük yanlışlara adım atarken büyük bir cesaret gösterisinde bulunmasıdır. Mevcut sorun üzerinden tartışmayı sürdürecek olursak; Kürtler ‘bu ümmetin yetimi’ olduklarını söylemektedirler. ‘Niye’ sorusuna verilen cevap; ‘çünkü herkesin kendi devleti var ama Kürtlere bir devlet verilmemiştir.’ Peki, karşı soru olarak ‘bunu kim yapmıştır’ sorusuna cevap vermek yerine ‘benim de bir devletim olmalı, bu benim hakkım değil mi’ sorusu ile cevap vermeyi öne çıkarmaktadır.
Hâlbuki Müslüman olmak zaten kavmiyetçilik yapmayı yasaklayan bir duruştur. Bunu bilmektedir. Hatta bu kavmiyetçiliğin batı düşüncesi tarafından sipariş olarak batı dışı toplumları parçalamak ve hegemonya altına almak için üretildiği de bir gerçeklik olarak ortada durmaktadır. Ayrıca birinci dünya savaşı sonrası yine bu batılı güçler tarafından bütün bu sınırlar oluşturulmuş ve bilinçli bir tercihe dayanmış olduğu da aşikârdır. Ayrıca İslamcılık zaten bütün bu sınırların geçici olduğunu ve bunları meşru görmediğini açık bir şekilde deklare etmiştir. Buna rağmen salt Müslümanlık kaygısı üzerinden ‘arkadaş yeni bir ulus devlet sorunu katmerleştirir’ dediğinizde ‘ümmetçilik üzerinden bize bunu dayatamazsınız’ denmekte ve sanki haklı imiş gibi ‘hani kardeştik’, ‘bize kardeşlik numarası çekmeyin’ denmektedir. Şimdi samimi bir şekilde durup düşünelim: İslamcılık mı kurdu bütün bu ulus devletleri?
Hayır! O zaman siz yeni bir ulus devleti kimden bekliyorsunuz?
Tabii ki uluslar arası güçlerden…
O zaman hangi haktan bahsediyorsunuz?
Verilmiş bir hak…
O zaman İslamcılığın yıllardır bu ulus devletlere yönelik yaptığı mücadele ve muhalefet ne olmaktadır. Ki bu noktada ciddi bedeller ödedi… Mısır, Afganistan, Çeçenisten, Bosna, Irak, Suriye ve benzeri birçok yerde dökülen kanlarını nasıl değerlendireceğiz.
Meselenin özü şu: kişi, bulunduğu çerçeve içinde kaldığında aklı dumura uğradığı gibi basireti de bağlanmaktadır. Ve salt içinde bulunduğu sorunu çözeyim de nasıl olursa olsun noktasına yol almaktadır. Ve bu noktada artık sınır tanımaz bir konuma yükselmekte ve yanlış üzerine yanlış yaparken hep kendi haklılığını öne sürmektedir.Maalesef bugün İslamcı Kürt kardeşler tam da bu noktada durmaktadır. Bu Müslüman Türk İslamcıların bir kısmının düştüğü açmazı görmezlikten gelme anlamına gelmeyecektir elbette… Ama Müslümanlığın hedefi ile salt kültürel bir nesneye dönüştürülmüş Müslüman olma kimliği arasındaki bariz farkı kaçırmamak lazım…
Bir günah orta yerde durduğu için benim günah işleme imtiyazım ve hakkım var demek önce Müslümanlığın kendisine göre mümkün değildir, ayrıca Müslüman olma halinin varlığına da aykırıdır.Aklımızı başımıza devşirmeli ve ümmetin önceliğini esas almalıyız bu Müslümanlığımızın teminatıdır. Siyasal ve ideolojik kamplaşmalar bizi Müslümanlığımızdan uzaklaştırmamalıdır.
Bu satırlar içinde yukarıda ifade ettiğim benzer sözler söylenebilir. Ama hayatım boyunca hiçbir kavmiyetçiliğe önem vermediğim gibi hep karşısında yer aldım. Ve yeni bir ulus devlet ya da Kürt kimliği bilinci üzerinden şirinleştirilmiş batılı düşüncenin iman ilkelerini kabule yanaşmanın Müslümanlığı terk etmekle eş değer olduğu bilincini diri tutarım. Bu yüzden içinde yer aldığım kavmiyetin ümmete yol alması hem ontolojik olarak hem de epistemolojik olarak mukadderatı olmalıdır. Bunu zedeleyen her şey Müslümanlığın berhava olmasına zemin oluşturacaktır. Bunun hesabını da zaten gücü elinde bulunduran ve yegâne kahhar olan Allah soracaktır…
Selam hidayete tabi olanların üzerine olsun ve Selam her türlü şirk ve tuğyandan uzak kalarak mevcut tağutların tasallutundan uzak duranların üzerine olsun… Selam kendi dinini her türlü ideolojik sapkınlığın üzerinde görenlerin üzerine olsun ve Selam hidayeti tek yol olarak görüp buna göre hayatını tanzim eden kulların üzerine olsun. Şükür ki Müslüman olmak nasip olmuştur ve bu nasip üzerinden dinin ne olduğunu öğrenme çaba ve gayretine sahip olmuşuzdur…
Abdülaziz Tantik
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder