11 Mart 2015 Çarşamba

Kaç tane irade vardır?




İlkokul 8. sınıf öğrencilerine din ve ahlak öğretmeni sorar;
— Kaç tane irade vardır? İradeyi anlatınız…
Normal olarak bizim din dersi kitaplarımızda iki tane irade olduğundan bahsedilir
1-Külli irade (İlahi irade)  2-Cüzi irade diye (İnsanların iradesi)
Parmak kaldıran öğrenci tutuyor diyor ki irade iki değil üçtür.
1-Külli irade (İlahi irade) 2-Cüzi irade (İnsanların iradesi)
3-Milli irade (TBMM)(!)



Aslında öğrencinin dikkat çektiği şey din dersinin dışında gördüğü diğer bütün derslerde mütemadiyen başka bir iradeye atıf yapıldığınadır. Bu da Milli iradedir (TBMM).
Yaşadığımız döneme bakacak olursak,
Milli irade olarak ortaya çıkan ve taalluk eden ne varsa
TBMM’ye karşılık gelir…
TBMM, bütün kanunlar çıkarandır…
TBMM, çıkardığı kanunlarla Türkiye’de ki o Âli (yüksek) yapının esasını oluşturur.
Demek ki “Milli irade” mevcut hali ile şu andaki mevcut “düzeni” temsil etmektedir.
Buradan baktığımız zaman şu anda yaşadığımız zaman diliminde bir taraftan;
Milli irade (TBMM) ile Külli irade (İlahi irade) arasında esaslı uyumsuzluklar görülmektedir.
Diğer taraftan da; Şu anki
Milli irade (TBMM) ile Cüzi irade (Müslümanlar) arasında da esaslı problemler mevcuttur.
İşte bunu dikkate aldığımızda eğer biz T.C.‘de bir ihya hareketinden bahsedeceksek
Muhakkak şunun altını çizmeliyiz;
Bugün artık içinde yaşadığımız şartlarda ne yazık ki milli iradeyi ihmal etme lüksümüz yok!
Yani o öğrenci gibi mecburen milli iradeyi de hesaba katmak zorundayız.
Ama Milli iradeyi (TBMM) Külli iradenin (İlahi) karşısında bir yere yerleştirerek değil.
Hani bizim topraklara ait klasik bir sözümüz vardır ya;
“Baş başa, baş da Allah’a bağlıdır” diye…
İşte başın başa bağlı olan yerde
Bağlanılan başın Allah ile olan irtibatını
Esaslı bir şekilde keşfetmenin yollarını bulmamız gerekmektedir.
İslamiyet bir ilim dinidir. Bilgi olmadan Müslümanlık olmaz.
Fakat bilgi dediğimiz şey sadece bir Ayetin, bir Hadisin veya kaynakların bilgisi değildir…
Tabiî ki bu bilgilere sahip olmak önemlidir.
Ama bizde ilim, kitaplarda değil âlimlerdedir
Kitaplardan hoca olmaz…
İlme talip olanlar kitaplara değil âlimlere müracaat ederler.
Âlimlerin refakatinde kitapları tetkik ederler.
Âlim, ilminin şahsında hem ahlaka hem de melekeye dönüştüğü insanlara denir.
Bunun için insanlar âlimlerden bilginin yanında ahlaklı ve faziletli olmayı da öğrenirler
Modern hayatta faziletli insan değil söylenen işi yapan insana önem verildiğinden,
Modern sistem insanı olgunlaşmaya değil de sadece görünür olmaya doğru iter.
Bu da görüntüler ve görünüşler üzerinden hayatı şekillendirenlerin işine gelir…
Yani o zaman siz Müslüman da olsanız genel ilkeniz “İmaj her şeydir” olmaya mecburdur
Âlimler derece derecedir âlimlerin en önemlilerine Müçtehit denir…
Dinimiz herkesin Müçtehit olmak zorunda tutmaz.
Yani Müçtehit olunmadan da Müslüman olunabilir…
Ama Müçtehitidi olmayan bir Ümmet varlığını sürdüremez…
Müçtehidin olması demek öte yandan Mukallidin de olmasını kabul etmek demektir…
Ümmet Müçtehitlerden (içtihat eden)  ve Mukallitlerden (taklit eden) oluşur
Yani her dönemde ümmet, havas ve avam’dan müteşekkil ola gelmiştir…
Bu kabuller ışığında İslam’ın ilim dini olduğunu söylemek
İnsanlar arasında da ilimden kaynaklanan mertebelerin olacağına işaret etmek,
Buna bağlı olarak toplum içinde hiyerarşilerinde olmasının lüzumlu kılar.
Şimdiki Milli irade (TBMM) bütün insanları eşit görerek ilme dayalı hiyerarşiyi yok sayıyor
Bu da ilme bağlı bir hayatı yani İslam’ı yaşamayı sürdürme imkânını güçleştiriyor.
Bir Âlimin fikri ile bilmeyen birinin fikri arasında bir fark yoksa
Yani eşitlik söylemi üzerinden bilenlerle bilmeyenler arasındaki fark ortadan kalkmışsa
Orada zaten İslami bir düzenden bahsetme imkânı yoktur…
Orada düzen ilme bağlı olarak gerçekleşmediğinden güce bağlı olarak gerçekleşir.
Güç de ya siyasi iktidardır
Ya da paradır...
Başka üçüncü bir alternatif yoktur…
İşte paraya ve siyasi iktidarın gücüne sahip olan insanlar önce Medyayı ele geçirirler
Medya üzerinden de bütün insanların tasavvurlarına ve hayallerine hükmederler            
                                        Prof. Dr. Tahsin Görgün / 28.03.2014
Ahmet Sarıoğlu Hocanın vefaatinin 29. yılı anısına düzenlenen

“Hicretin 15. Asrında İhya’yı Yeniden Düşünmek” sempozyumundaki konuşmasından

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder