26 Haziran 2013 Çarşamba

Steril Tartışmaları Ve Gezi Parkı…

Steril Tartışmaları Ve Gezi Parkı…
Abdülaziz Tantik

24 Haziran 2013 Pazartesi

Gezi Parkı eylemleri ile birlikte farklı bir pencere açıldı dünyamıza… Bu eylemler üzerine aynı düşünce dünyasına ait kesimlerin kendi içinde farklılaştığını gözlemlemek mümkün… Fakat bu farklılıklar da kendi içinde ayrıca ayrımlar taşıyor. Ama nedense bu ayrımları görme yerine farklılıkları yok sayarak yada steril tavır alarak aynileştirme gerçekleştiriliyor ve kötü emsal üzerinden iyi emsali dövüyoruz.

Aynı şey iktidar tarafında da gözlemlenebiliyor. Gezi Parkı eylemlerine karşı olanlar da aynı düzlem ve düşünce içinde bir davranışa sahip değiller. Ama muhayyel bir düşman oluşturularak aynileştirme tersinden gerçekleştiriliyor. Bu muhayyel düşman aynı zamanda emareler eşliğinde gerçek bir düşmana da dönüşebilir. Ki bu durumun kendisi de yine taca atılarak kendi günahından sıyrılarak ondan büyük bir korku oluşturuluyor ve böylece kendi saflarını sıkılaştırma girişimleri aynı büyüklükte bir ortak sese dönüşebiliyor. Nedir bu farklılıklar? Birincisi, bugüne kadar elde ettiğimiz makam, mevkii, gelir vesairenin kaybedilmesi… İkincisi, din elden gidiyor, yapılanların tamamen dini duygunun ve düşüncenin varlığına yöneltilmiş olduğunu algılamak veya bu algıyı oluşturan düzeneğe kanmaktan mütevellit ‘din elden gidiyor’ korkusu… Üçüncüsü tam sırası iktidarın yanında yer alarak göze girme imkânını heba etmeyelim… Başka seçeneklerde sıralanabilir…

Gelelim Emek ve Adalet platformunun yayınladığı bildiriye ve içeriğine ve buna yönelik yapılan eleştirilerin kıymeti harbiyesine…

Bildiride imzam var… Fakat bildirinin diline yönelik bir eleştirim mahfuz olmakla birlikte dile getirdiklerine katıldığım için imzamı koydum. Üslup olarak bana göre biraz sert ama bu hengame içinde gözden kaçırılan bir gerçeği dile getirdiği gerçeğini göz ardı etmemize imkan tanımaz! Eleştiri bağlamında o dilin steril bir dil oluşturduğunu dile getirip söylenenleri bir saflığa mahkum etmek aynı zamanda o eleştirinin durduğu yerin de saflıkla malul olup eleştiriyi kendine yöneltmek anlamına geldiğini anlamak elzemdir. Çünkü eleştiri bir temel ilke üzerinden yapılır. Yani karşıya yönelttiğiniz eleştiri size de yöneltilebilir olur. Yoksa bu eleştiri indi ve sınırlı olur en az biçimiyle…

Gezi Parkında meydana gelen olayların tamamen masum olduğunu kimse söylemiyor. Bunun uluslar arası komplo boyutunun varlığı da bugün çok daha net bir şekilde gözlemlenebilir. Ama o süreçte yapılan yanlışları ve bu yanlışlar üzerinden gezi parkı eylemlerinin yön değiştirdiği gerçeğini de unutmamızı ya da yok saymamızı gerekli kılmıyor. Çünkü gezi parkı eylemlerinin iki boyutu olduğu gün gibi aşikar: birincisi, gezi parkında yapılması beklenilen AVM ve Rezidansa yönelik tepki, ikincisi ise, bu tepkiye yönelik oluşturulan şiddetten hareket ederek iktidarı zora sokmak ve gücünü azaltmak için başlatılan hareket… Elbette ki başka varsayımlar üzerine de gezi parkına gelenler olmuştur. Mesela en güçlü sebeplerden biride kendisine yöneltilmiş yaşam biçimi tehdidi algısı bunlardan en önemlisidir.

Bu kadar çapraşık ve karmaşık süreci salt bir tek nedene indirgemek hem gerçeği gizlemek ve hem de bundan ortaya çıkmışken siyasi beklentileri karşılamak gibi daha sofistike olgular devreye girmiştir. Ve maalesef Müslüman kesimin aksiyoner ve düşünürleri bu noktada iktidarın yanında yer alarak ki yer almalarında bir beis yoktur ama o süreçte meydana gelen yanlışları göz ardı etmek ve buna yönelik camiadan yükselen sesi ihanetle tanımlayarak büyük bir baskıyı oluşturdukları da bilinen bir noktadır. Bazen bunu bel altı vurmalara kadar indirgemekte meselenin nerelere yöneldiğini gözlemleme adına önemli…

Meselenin bam telinin post modern kültürün oluşturduğu özgürlük algısından beslendiğini kavramadan kullandığınız dilin otoriter yapısını hesaba katmadan atacağınız her adımın ilerde başınıza yeni gaileler açacağını da anlayamazsınız. Bugün bitti dediğiniz şey ne ise yarın çok daha güçlü bir şekilde önünüze çıkacağını da yaşadığınızda şaşırırsınız ama iş işten geçmiş olur.

Ayrıca ortaya konan tepkinin Müslüman düşünce ile bağını sorgulamak başka iktidar dilinin Müslüman gelenekle ilişkisini ve özellikle de irfan boyutunu hesaba kattığımızda oluşacak derin çatlak önemli sayılmalı. Bütün bunlara rağmen iktidara tam destek çıkmak için elinizde birçok sebep bulabilirsiniz. Ama bu desteğin yarın köstek olacağını da ihtar etmenin anlamlı olduğunu düşünüyorum.

Yapılan eleştirileri hesaba kattığımızda bir düşünceye dayalı olmadığını, siyasi gerekçelerin varlığı, taktik ve stratejik hesaplar güttüğünü gözlemliyorum. Ama bana göre hakikat siyasi, taktik ve stratejik hesaplar uğruna vazgeçilemez olandır.

Ayrıca İslamcılığın geleceğinin gezi parkı eylemleri üzerinden yeni bir yorumunun da yapılması elzemdir. Ortaya çıkan çerçeve açısından bakıldığında Mümtazer Türköne’nin İslamcılık iktidara eklemlenerek ömrünü hitama erdirmiştir tespiti yerini bulacaktır. Ama İslamcılığın bu eklemlenmeyi ontolojik yapısı gereği kabullenmeyeceğini ve muhakkak yeni bir yol ve imkanın varlığını işaret ederek yeni bir düşüncenin varlığını zorunlu kılacaktır. Bütün eksik ve aksaklıklarına rağmen taşıdığı zaafları da bilerek bu bildirinin durduğu yerin bu düşüncenin neşvünema bulacağı zemin olacağını söyleyebilirim. Bir akımın oluşumunda aynı düşünsel zemini paylaşmak yerine doğru bir düşünce zeminini oluşturacak ortak paydayı oluşturmak daha elzem geliyor bana… Zaman kimin haklı olduğunu yada haksız olduğunu gösteren en büyük beyinedir…

Uzun bir aradan sonra yeniden www.timeturk.com okuyucuları ile buluşmanın heyecanı ile selam ve dualarımı sunuyorum…


http://www.timeturk.com/tr/makale/abdulaziz-tantik/steril-tartismalari-ve-gezi-parki.html

CAHİL BİRİSİ BÖYLEMİDİR?


25 Haziran 2013 Salı

Pahalı özgürlük....

Ali Bulaç, takip ettiğim ve önemsediğim yazarlardandır.  Dün yayımlanan makalesinde yine önemli bir mevzu olan ÖZGÜRLÜK konusuna yer ayırmış. Alıntılar yapıp tamamını okuyabilmeniz için link veriyorum.

"Bizim bakış açımızdan özgürlük, ruhun bedenin istek ve tutkularının etkisinden kurtulup manevi kemal, ahlaki olgunluk ve entelektüel yetkinlik kazanması çabası iken, postmodern özgürlük, bedenin istek ve tutkularının hiçbir engelle karşılaşmadan karşılanmasıdır"
"Daha geçen yüzyılda Dostoyevski, “Fransa'da kişinin özgür olabilmesi için 1 milyon franka sahip olması lazım.” diyordu. "
"İlk defa kapitalist ekonominin empoze ettiği düşünce ile nefsin bütün istek ve tutkularının merkeze alınmasına karar verildi, böylelikle bir yandan insan “ekonomik yaratık” olarak tanımlanırken diğer yandan sınırsız sermaye biriktirme ve mümkün ölçülerde en yüksek seviyede iktisadi büyüme beşeri faaliyetin ana hedefi haline getirildi."
"Bu çerçevede daha çok özgürlük, daha çok para ve daha çok tüketim, dilediğini yapabilme imkânı ve gücüdür. Ne var ki paylaşım adaletsiz, kaynaklar sınırlıdır. Liberal demokrasi duruma göre zümreler arasında dönüşümlü olarak sermaye ve statü aktarımı yapar. Her aktarımda yeni zengin zümreler ortaya çıkar, eski zümreler yoksunlaşır. Bu da derin öfke biriktirir. İyi niyetli çevrecilerin ve çarşı esnafının dışında, meydanlarda yeniden boy gösteren “eski beyaz zümreler”in öfke patlaması bununla ilgilidir."

Evet benim alıntılarım bu kadar makaleyi okumalısınız tavsiyesinde bulunuyorum...

http://www.zaman.com.tr/ali-bulac/pahali-ozgurluk_2103576.html

20 Haziran 2013 Perşembe

Başsızlık..

Bıçak soksan gölgeme

Sıcacık kanım damlar

Gir de bir bak ülkeme

Başsız başsız adamlar

Ağlayın su yükselsin

Belki kurtulur gemi

Anne seccaden gelsin

Bize dua et emi. N.F.K

18 Haziran 2013 Salı

Yüreğim kanıyor...


Müslümanlar kendi taraf girliklerinin kurbanı durumundadırlar. Farklı sesi kendi siyasi beklentilerine cevap olarak algılamadıkları zaman onu yok saymak ve hatta yok etmek için var gücüyle savaşıyor. Sanki o müslüman kardeşi değil de düşmanıdır gibi algılayabiliyor. Halbuki onu bu algıya yönelten şeyin bizzat siyasi bakışının kendisi olduğunu ise anlayamıyor. İster bir bildiri ile hakkı ortaya koyan müslüman aydın ve entelektüeller olsun, ister Dücane gibi cins bir kafa olan müslüman bir aydın olsun farklı ise yok saymak ona hakaret etmek farza dönüşüyor. Durup sormak gerekmez mi? ne oluyor bize... Hangi durumlarda kardeşlik sakıt olur. eğer tarih tekerrür edecekse işte böyle ediyor... Halbuki her iki metinde de adalet ölçüsü dikkate şayan bir şekilde elde tutulmaya çalışılmıştır. Bir hakkı ortaya koymak diğer hakları yok saymak anlamına gelmiyor. ama anladığım şu ki artık müslümanlar müslüman değil... Çünkü sövmekten başka bir şey bilmez hale gelmişler. Kendi indi görüşlerini din kabul ederek farklı düşünenlere hemen kapıyı gösteriyorlar. Çünkü bu dinin sahipleri kendileri ya! maalesef durum bu... ağlamayacağız... hakkı daha gür bir şekilde dillendireceğiz... doğrular üzerinden yanlışın ikamesini kabul etmeyeceğiz... var gücümüzle gerçeği ve hakkı dillendireceğiz... İstediğiniz kadar saldırabilir ve sövebilirsiniz. ama bilin ki gerçek ve hakikat yine değişmeyecektir. Siyasal yaklaşımınız zaten siyasal olmakla birlikte yanlışın içinde olduğu da belirginlik kazanmış olacaktır. Çünkü siyaset ve din aynı zaman ve mekan diliminde pek bulunmaz... 
Selam ve dua ile....
Abdülaziz Tantik

Ömrün sonuna doğru...


Aramızda konuşa bileceğimiz bir dil geliştirebilmek...

Bir hatırlatma

Terbiyeli olmak  her kişiye lazım diyorum , Bizler içimizde hata yapan kardeşlerimizi de uyarırız. Terbiyeli olmak ve eleştiri üslubunu öğrenmek veya öğretmek için MASALARDA oturmaya gerek yok. KIZMIYORUZ, hatırlatıyoruz.
Meydanlarda din bezirganlarının arkasından gitmeye gerek olmadığı gibi, 
Allahsız ve Ahlaksız yaşamayı kendine düstur edinenlerin de ardından Meydanlara inmenin memleketi huzursuzluğa sürüklemenin bir manası olmadığını hatırlatıyoruz.
Bu hatırlatmalar bize, Okuduğumuz ve mensubu olmaktan şeref duyduğumuz Allahın Mukaddes Kitabı KUR'AN dandır. Ve Peygamber şahsıda şöyle dememiz istenir. 

"(Gaşiye 88) 21 Artık sen öğüt ver!(hatırlat) Sen ancak bir öğüt vericisin. 22/ Sen onların üzerinde bir zorba değilsin." 

Bir de DİN de helal / haram koyma yetkisi Allah'a ait kavramdır. Bizler zorbalık yapıp sizlere neler yapıp yapmayacağımızı söylemiyoruz. Aramızda konuşa bileceğimiz bir dil geliştirmeye çalışıyoruz. Bu zor tabi, hele şimdiler de daha da zorlaştı. Ama yılmayacağız çalışmaya devam edeceğiz..... 

16 Haziran 2013 Pazar

Bu Ayeti önemsiyorum...

İşte siz öyle kimselersiniz ki, onlar sizi sevmedikleri halde siz onları seversiniz. Siz, bütün kitaplara inanırsınız; onlar ise, sizinle karşılaştıklarında "İnandık" derler; kendi başlarına kaldıklarında da, size olan kinlerinden dolayı parmaklarının uçlarını ısırırlar. De ki: Kininizden (kahrolup) ölün! Şüphesiz Allah kalplerin içindekini hakkıyla bilmektedir. Ali İmran 119

Küçük fakir bir çocuk babasına ne hediye vermiş olabilir?


14 Haziran 2013 Cuma

İhsan Eliaçık'a Açık Mektup!

gamdefteri.blogspot.com adresinde çıkan bir yazıyı aynen alıp aktarıyorum. İhsan ağabey kardeşlerinin sesine kulak verir umudundayız...
Merhaba İhsan Hocam,

Sizinle Kıztaşın'da 30 metrekare bir dairede, etrafınızda sokak çocukları, Afrikalı göçmenler, yersiz yurtsuz insanların kümelendiği bir günde tanışmıştık. Bu mektubu size o günlerin hatırına, beraber yemek yediğimiz, su içtiğimiz, eyleme gittiğimiz günlerin hatırına bir borç olarak kaleme alıyorum. Bu kadar hatrımızın olduğunu düşünüyorum.

Geçen yıl 1 Mayıs'ta AVM inşaatlarında ölen işçilerin çığlığını duyurmak üzere Fatih'te cenaze namazı kılıp Taksim'e yürümüştük. Tek amacımız vardı. Mazlum ve mağdurun sesini bu ülke insanının sistem sebebiyle sağırlaşmaya başlamış kulaklarına yeniden duyurmak...

Kur'an'ın bu ana mesajına  inanan, güvenen kardeşlerimizle birlikte, 1 Mayıs'a elimizde ayet ve hadislerle çıktık. O günlerde bugün "muhafazakar tosuncuklar" diye küçümsediğiniz camiadan bir çok fikir önderi, bir çok entelektüel, bir çok yazar bizi desteklemiş, bu çalışmamızın geç kalmış bir çalışma olduğunu vurgulamışlardı.

Evet eleştirenler de olmuştu. Ama siz de biliyorsunuz ki takdir edenler daima daha fazlaydı.

Çünkü amaç büyüktü. Ve bu sözleri birilerinin söylemesi gerekiyordu.

Anti-kapitalist söylem, bu toplumun avuçlarına bırakılmıştı. Kararı onlar verecekti. Bu söylem politikanın, gündelik çıkarların, kirli ilişkilerin aleti olmayacaktı.

Ancak ne olduysa 1 Mayıs'tan sonra oldu.

An akım Medya, bizim eleştirdiğimiz kule sahipleri sizi ve bu oluşumu sahiplendi. Bizi bir hükümet eleştirisi, bir siyasi rant aracı olarak kullanmak istediler. Yalan yok ya biz de popüler olmanın verdiği hazla, şevkle büyük medya towerlara koşarak gittik! Güya hakikatleri insanlara anlatacaktık... Güya adaleti, merhameti yayacaktık.

Biz eleştirilerimizi sıraladıkça malum medya sahiplerinin nasıl ellerini ovuşturduklarını, nasıl zevkten dört köşe olduklarını, nasıl programlara katılmanız için yalvardıklarını görmediniz mi?
Sizi nasıl kırmızı halılarla karşıladıklarını görmediniz mi?
Bu adamların kara kaşınıza kara gözünüze aşık olmadığını fark etmediniz mi?


Bu süreçte yaptığımız bir çok görüşmede, söylemin siyasallaşmaması, aksi takdirde verilmek istenen mesajın politik çukurlarda heba edilmesine sebep olacağını konuştuk, tartıştık...


Ama her şey böyle olmadı.

Siz, sizi 40 yıldır görmeyen, Mamak'ta yatarken destek olmayan, 28 Şubat'ta 30 davadan yargılanırken tek satır hakkınızda yazmayan malum medyaya entegre oldunuz. Bu yeni arkadaşlarınızı da çok sevdiniz. Onlar sizi sırf çıktığınız mahalleye küfretmeniz için çıkardı, siz de bu oyuna alet oldunuz.

Üzülerek söylüyorum ki twitter'da takipçi sayınız günden güne arttıkça, görüşleriniz daha da sivrileşti. Etrafınızdan bütün arkadaşlar dağılıp gitti...

Bugün yanınızda 1 Mayıs'ta alanlarda beraber olduğunuz kişilerden kimler kaldı?

Arkadaşlar hangi sebeplerle sizi terk etti? Hiç düşündünüz mü?

Daima siz mi haklıydınız?

Onların zerre gram hakkı yok muydu?

Biraz düşünmenizi rica ediyorum.

 BU OYUNU GÖRÜN! 

Son günlerde adınızı tekrar duymaya başladık. Yine aynı medya sizi devamlı namlunun ucuna sürerek kullanma peşinde. Türkiye'ye yapılan ekonomik operasyonlardan, dünya basınının Gezi olaylarına bakışından, faiz lobisinin duruşuna kadar bütün gelişmelerden bir pay çıkarmanız lazımdı...

Kim derdi ki Eliaçık bir gün faiz lobisi ile kol kol girebilecek.

Bugün açıkça görülüyor ki siz "halkanın içinde kalarak" bir muhalif dil geliştiremediniz. İçeride kalıp sözlerinizle yol göstermeyi bırakıp, birilerinin peşine takılmaya, bazı tv kanallarının sahipleri ile işbirliği yapıp onların ekmeğini yiyip, onların kılıcını sallamaya başladınız.

Geldiğimiz süreçte ise, tümden halkadan kopup Kur'an'ın ana mesajının kitlelere ulaşmasına büyük ölçüde engel oldunuz...

Gezi olaylarında bir siyasi parti lideri gibi, nefer gibi, vazifeli bilinci ile hareket etmeniz büyük tepkiye yol açtı...

Hakkınızda yazılan çizilenlerin haddi hesabı yok.

Siz yine bu camianın yüzüne bakacaksınız.

Eski bir talebeniz, arkadaşınız, kardeşiniz olarak sesleniyorum:

Hocam Allah aşkına artık durun!

Kendinize, çevrenize, bazı arkadaşlarımızın emeklerine yazık ediyorsunuz...

Artık durun ve birazcık susmayı başarın!

Twitter denen silahın sizin egot tatmin merkeziniz haline geldiğini görün...

Ve tüm öfkeniz, nefretiniz, kişisel egolarınızı bir kenara bırakıp, tövbe etmeyi, medyadan uzak durmayı, kendinizi kitaplarınıza vermeyi deneyin...

Böyle yaparsanız biz tekrar size destek olmaya, yanınızda kümelenmeye devam edeceğiz.

Yoksa en büyük eleştiri bizden size gelecek.

Vesselam.. Veddua..

http://gamdefteri.blogspot.com/2013/06/ihsan-eliacka-ack-mektup.html

Ne daha önemli olabilir...


11 Haziran 2013 Salı

Fenilketonüri Nedir?

Fenilketonüri,  kalıtsal bir metabolik hastalıktır. Bu hastalıkla  doğan çocuklar proteinli gıdalarda bulunan fenilalanin isimli bir amino asiti metabolize edemezler. Sonuçta kanda ve diğer vücut sıvılarında artmış olan fenilalanin  ve onun artıkları çocuğun gelişmekte olan beyninde hasar yapar ve ileri derecede zihinsel özürlü olmasına ve sinir sistemini ilgilendiren daha birçok belirtinin ortaya çıkmasına neden olur.

Fenilketonüri hastalığı kalıtımla geçer.

Fenilketonüri kalıtsal bir hastalıktır. Fenilketonürili çocuğun anne ve babasında fenilalanin hidroksilaz enzimi yapımında sorumlu biri normal diğeri bozuk iki gen vardır. Anne ve babasından bozuk genleri alan bir çocuk fenilketonüri hastalığı ile doğmaktadır. Anne ve baba taşıyıcı olduğunda her çocuğun fenilketonürili olma olasılığı % 25 gibi yüksek değerlere ulaşır.


Ülkemizde fenilketonüri  sıklığı

Fenilketonüri Amerika ve birçok Avrupa ülkesinde her 10000 - 30000 yeni doğanda bir görülmesine karşın ülkemizde 3000 - 4500 yenidoğandan birinde görülmektedir. Türkiye fenilketonüri hastalığının en sık görüldüğü ülkelerden biridir. Her yıl ülkemizde 300 - 400 çocuk bu hastalıkla doğmaktadır.
Hayatın ilk birkaç ayı içerisinde fenilketonüri hastalığı olan bebekleri sağlıklı bebeklerden ayıran özellikler farkedilmeyebilir. Ancak tedavi edilemeyen fenilketonürili çocuklarda 5. - 6. aylardan sonra zekadaki gerileme belirgin hale gelir. Akranlarından farklı olarak oturma, yürüme ve konuşma gibi becerileri kazanamazlar. Beyin gelişimleri normal olmadığından başları da küçük kalır. Bazı fenilketonürili çocukların saç ve gözleri anne ve babalarınkine göre daha açık renkli olabilir.


Fenilketonüri hastalığı yenidoğan döneminde tanımlanabilir

Fenilketonüri hastalığı yenidoğan döneminde bebeğin topuğundan alınan bir damla kanın incelenmesi ile teşhis edilebilir. Bu nedenle fenilketonüri hastalığı ile doğan bebeğin beyni etkilenmeden erken olarak tanımlanması ve  diyet tedavisine alınması çok önemlidir ve diğer gelişmiş ülkelerde olduğu gibi ülkemizdede  yenidoğanları  kapsayan fenilketonüri taraması uygulanmaktadır.

Fenilketonüri tedavi edilebilir mi?

Erken teşhis edidiğinde fenilketonüri tedavi edilebilen bir hastalıklır.

Tedavide genel ilke gıda ile alınan fenilalanin miktarını azaltarak kan fenilalanin düzeyini normal sınırlar içinde tutmaktır. Diyet tedavisi için fenilalanini çok azaltılmış veya fenilalanin içermeyen özel ve ilaç niteliğindeki mamaların ve protein içeriği azaltılmış un, ekmek, makarna gibi ürünlerin kullanılması gerekir. Fenilketonüri hastalığı özel olarak üretilmiş düşük proteinli diyet ürünleri ile uygun bir şekilde tedavi edilirse hastanın normal zekaya kavuşması mümkündür.
http://www.metvak.com/metabolik-hastalkl-cocuklar-vakf.html

Seni kapısından kim kovmaz?

Bir kapıya bir kere gidersin, ikincisinde utanırsın.
Ama Rabbine her gün gidersin gitmelere doyamazsın..
Çünkü bilirsin seni kapısından kovmayacak bir tek o vardır.
Her gün içini dökersin Bir O sıkılmaz senden,Bir O affeder seni,Bir O yüzüne vurmaz ayıplarını..
Seni senden daha iyi bilendir.
Çünkü seni senden daha çok seven odur.

Hamd yalnız Allah'a mahsustur... 

Anonim

10 Haziran 2013 Pazartesi

Kavim....


Bir ülke düşünün ki, Türkiye kadar karma felsefeye ve karma dinlere kucak açabilmiş olsun. Kitabı, polisiye bir roman olmasının dışında; ülkemizin kültürel zenginliklerine ve yakın tarihteki "devletin teröristi" mitine(!) de dem vurmaktadır.

Hikayenin baş karakterleri; Komiser Nevzat, yardımcıları Ali ve Zeynep: ilginç bir cinayet ile bir araya gelirler. Cinayet, bir adamın öldürülmesi dışında, işlenen cinayetin tarzı bakımından çok dikkat çekicidir. Kalbine saplanmış -ki kabzası haç şeklindedir- bir bıçak; yanı başında açık duran bir incil; incilin sayfasında kurbanın kanı ile altı çizilmiş bir cümle; sayfanın kenarına yine kanla yazılmış "Mor Gabriel" yazısı: Büyük bir takibe ve entrikalara sebep olacak bir cinayetin ilk izlenimleridir...

"Belki bencillik ama ben o hayatın kendisi olmak istiyorum. Çünkü benim için o hayatın kendisi sensin."

Kitabın Bitiş Tarihi : 10 Haziran 2013/ Esenköy
2013/14

Bu yazarın okuduğum ilk kitabı, ne yalan söyleyeyim beğendim. Larsson ve Grange serisinden sonra kabak tadı verir demiştim ama öyle değil. Memleketim insanına haksızlık etmeyeceğim ve Yazarın tüm serisine başlıyorum sırada Sultanı Öldürmek var. Bay Kavak tavsiye ediyorum ciğerim, ciğer yerken kıritiğini yapalım derim kardeşimmmmmmmmmmmmmm...

Serdar Karamanlı

8 Haziran 2013 Cumartesi

Maksat ne imiş efendim?

Maksat ne imiş efendim, 

Bilmem nerede iş veren olmak değil, 

Aldığın borcu ödemek imiş. 

Adamlık bıyık bırakmak veya kesmek değil, 

Verdiğin sözü tutmak imiş.

Sen sen ol Babanın bıraktığı temiz mirasa sahip çık. Neden mi?

Daha şerefli yaşarsın, Tabi düşünebilirsen? Senin için zor olsa gerek......






6 Haziran 2013 Perşembe

Bu papağan ne diyor?



KELİMELERİN ANLAMINI YİTİRMESİ
Bir toplumun zih­ninde çok geniş anlamlar uyandıran bir kelime, daha son­raki toplumların zihninde bu derin anlamını yitirebilmektedir. Hatta bunun ötesinde, içerdiği anlam ile Önceki nesillerin uyanmasına vesile olan bazı kelimeler bu anlam­larını yitirerek yanlış anlamlar yüklenmekte ve bu yanlış anlamlar ile daha sonraki nesillerin uyutulmasına vesile olabilmektedir.
Kelimeler aynıdır, harf ve seslerden meydana gelen yapısı değişmemiş­tir. Değişen ve değiştirilen, bu kelimelerin zihinlerde uyan­dırdığı anlamlardır. Şunu bilmemiz gerekir ki bir nesilden daha sonraki nesillere intikal eden miras, kelimelerin içer­diği anlamdan ziyade kelimelerin kendisidir. Geçmişe ve geçmişteki sevdiklerine bağlı kalmak isteyen toplumlar, kendilerine miras kalan bu kelimelere karşı çok tutucudur­lar. Mesela saadet asrından günümüze intikal eden birçok kelime vardır. Saadet asrı müslümanlarının kullandığı bu kelimeler, günümüzde yaşayan birçok insan tarafından da kullanılmaktadır. Ne var ki saadet asrından günümüze inti­kal eden sedece kelimelerdir. Bu kelimelerin İçerdiği birçok yüce anlam günümüze intikal etmemiş, saadet asrında kalmıştır.
Saadet asrında kullanılan birçok kelimenin anlamı, tevil ve tahrif edilerek günümüze ulaşmıştır. Fakat insanlar yine de bu kelimeleri dışlamak, bu kelimelerden feragat et­mek istemezler. Çünkü birçok umutları, birçok özlemleri bu kelimeler üzerine bina edilmiştir. "Allahuekber" nidala­rı ile kazanılan savaşları okudukları zaman, aynı kelimeyi tekrarlayarak, aynı kelimeyi haykırarak yeni savaşlar kaza­nacaklarına inanırlar.
Oysa düşünmeleri gerekir ki "Alhhuekber" kelimesi, asr-ı saadet müslümanları için ne anlam ifade ediyordu?
Öncelikle bunu düşünmeleri, bunu araştırmaları ve bunu idrak etmeleri gerekir. Bu yüce kelimenin, yüce ma­nasını anladıktan sonra, dönsünler kendilerine, incelesinler çevresindeki insanları ve bu insanların "Alhhuekber" keli­mesinden ne anladıklarını ve bu kelimeyi hangi anlamda kullandıklarını tesbit etsinler.
Bunu tesbit ettikleri zaman,insanları arkalarına alarak her gün kıldırdıkları namaz­larda yüzlerce kez "Allahuekber" diyen kimselerin neden aciz olduklarını da tespit edebileceklerdir, Ve anlayacaklardır,kıldıkları ve kıldırdıkları namazlarda yüzlerce kez "Ye­gane büyük Allah'tır" diyen kimselerin, zikrettikleri bu söze rağmen yüce olan Allah'tan değil de, zelil olan tağuttan korkmalarının nedenini!

Mehmed Alagaş-Dünden Bugüne Şeytan ve Dostları

5 Haziran 2013 Çarşamba

Kelebek (Papillion)

Yaşanmış bir hayat hikayesi Papilion Her zaman diyorum ya İnsanın insana yaptığını hiç bir canlı yapamaz.
HENRI CHARRIERE'in gerçek yaşam hikayesi


Kitabın Bitiş Tarihi : 5 Haziran 2013
2013/13

Kitap'an bana kalan en önemli satırlar,
"Bir insan asla yitip gitmez. Ne yaparsa yapsın, hayatının belirli bir anında onu yeniden kazanma, iyi ve topluluğa yararlı biri yapma fırsatı belirir." (İrapalı yaşlı balıkçı 547. sayfa)

"Parya körfezinde koca Orenoque nehrinin ağzında yaşayan bu okuma-yazma bilmeyen balıkçılarda, pek çok vatandaşımızın yoksun olduğu bir insanlık felsefesi var. Sayısı gitgide artan mekanik buluşlar, diken üstünde bir hayat, tek hedefi yeni buluşlar ve daha kolay, daha iyi hayat olan bir toplum. Bilimin yeni buluşlarını tatmak daha büyük bir rahatlık ve buna varmak için devamlı mücadeleyi beraberinde sürüklüyor. Bütün bunlarda ruhu, acıma duygularını, anlayışı ve soyluluğu öldürüyor."(Sayfa 568)

Kitaplara Uzak durmayın dostlar....
Serdar Karamanlı

4 Haziran 2013 Salı

Bu Ayette ne denmek isteniyor?

Münafıklar sana geldiklerinde: Şahitlik ederiz ki sen Allah'ın Peygamberisin, derler.  

Allah, münafıkların kesinlikle yalancı olduklarını bilmektedir. 

Allah da bilir ki sen elbette, O'nun Peygamberisin. 

Münâfikûn  1  

3 Haziran 2013 Pazartesi

Kur'an Meali...

Kur'an okumak benim için bir sistem. Her gün ve düzenli bir şekilde On sayfa bazıları on beş, yirmi sayfa okuduğum da oluyor. Ama öyle oluyor ki Bir sayfanın içine takılıp kalıyorum günlerce o sayfa da dönüp duruyorum. Canım sıkılıyor ayetlerin içinden çıkamıyorum. Anlamadan geçmek işime gelmiyor. Kimi zaman Bir sayfayı anlamak için 100 sayfa kaynak okumam gerekiyor. Danışmam gerekiyor.

Bu sefer Kur'an okumam da "ÜCRET İSTEME" konusunu araştırdım. Dini anlatan peygamberlerimizin tamamı şuna yakın cümle kullandığı haber veriliyor. "Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, ancak alemlerin Rabbidir."  Bu hatırlatma Şu'ara Suresin de zirveye çıkıyor. Aynı ayet Beş(5) kez tekrar ediliyor. Şunu anlamamız istendiği kanaati uyandı ben de sen sen ol Allah'ın Peygamberlerinin istemediği bir şeyi isteyip de anlatmaya gayret ettiğin İNSANLARI sıkıntıya sokma. Eh şimdilerde bu fazla geçerli olmasa gerek. Televizyonlar da, Mesaj servislerinde, Radyolar da Alimlerimizin! bir çoğu dolgun ÜCRET almadan anlatmıyorlar, elbette müstesnalar da var ben birkaç tane biliyorum. Sayıları oldukça az, ama etkileri muhatabının iştahına göre çok etkili.

Kur'an okumaya ve kitap okumaya zaman ayırın a dostlar....
Bitiş Tarihi : 3 HAZİRAN 2013
2013/12

Serdar Karamanlı
3 HAZİRAN 2013