Evin hayatı "dışarı" ve "içeri" diye ikiye ayıran duvarları var.
Kapısı ve pencereleri...
Soğuğu ve sıcağı katlanılabilir dereceye getiren birtakım cihazlar...
Mobilyalar sonra; oturulan, yatılan, üstünde yemeklerin yendiği, misafirlerin ağırlandığı, zevkli ya da genellikle zevksiz, gözü yoran, yeri daraltan, sıkıştıran, sanki biz farkında olmadan habire çoğalan bir sürü dekoratif yalan dolan...
Dolaplar dolusu giysi.
Ceketler, pantolonlar, kazaklar, gömlekler, çamaşırlar ve çoraplar.
Kat kat, renk renk, desen desen, az giyilen, çok giyilen, sevilen, bir türlü sevilemeyen, birbirine uyumlu, nasıl oluyorsa her şeye uyumsuz, modaya uygun ya da günü geçmiş bir sürü kıyafet..
Hepsinin üstüne sinmiş bir şeyler var, hepsini ağırlaştıran...
Yine bir sürü ayakkabı orada burada...
İhtiyaç için ve ihtiyaç fazlası..
Her ortama bir psikoloji, her psikolojiye bir kıyafet, her kıyafete bir çift ayakkabı... Kravat, eldiven, kaşkol, vs...
İçinde kaybolduğumuz bir giyinme dolambacı...
Sonu gelmez bir edinme ihtirası..
Bu arsızca düzeni ısıtsın, güzelleştirsin diye yine arsızca her yana serpiştirilen estetik eklentileri, makyaj malzemeleri..
İrili ufaklı vazolar, cam biblolar, seramik panolar, eski yazı örnekleri, ikinci sınıf yağlıboya tablolar, yalancı kır manzaraları..
Evi olduğundan başka göstermeye yaradığına inanılan bir yığın ıvır zıvır...
Kütüphaneler dolusu kitap, her şeyle ilgili ve bu yüzden hiçbir şeyle ilgili değil...
Edebiyat, şiir, felsefe, sosyoloji, din, kişisel gelişim, zihinsel sağaltım, düşünsel vasat, ortalama duygular, tüketici eğilimleri, arz ve talep, karikatür ve istatistik, mürekkep, cilt, tutkal, ahşap, beton...
Her odaya bir televizyon, her televizyona 24 saat akaduran film şeritleri...
Cinayet çözümleri, suç yeri analizleri, duygusal saplantılar, romantik tümevarım, akustik tümdengelim, hayat hakkında söylenmiş intibaı verilmiş çuvallar dolusu gevezelik...
İsterseniz HD, isterseniz 3D, hemen şimdi seyredin ya da saklayın sonra döne döne seyredin, yeter ki kaçırmayın kıvamında lüzumsuzluklar...
Etrafta gürültülü gazeteler, uyuşmuş dergiler, alışveriş asidi salgılayan renkli broşürler... Çekmecelerde sıkıcı faturalar..
Cüzdanlarda doğurgan kredi kartları, bankamatikler...
Artık kendi kendine konuşmaya başlayan telefonlar, tabletler, dizüstüler, masaüstüler, kafa üstüler...
Video oynatıcılar, müzik çalarlar, ev sineması sistemleri, sağır edici hoparlörler, birer sürüngen olarak evdeki bütün prizleri kendi aralarında paylaşan vampir karakterli şarj cihazları...
Kâğıt parçalarında, Word dosyalarında, kısa mesajlarda, ajanda aralarında, altı çizili satırlarda, okunmuş, beğenilmiş, kesilmiş yapıştırılmış, paylaşılmış unutulmuş bilumum bilgelik attırmaları, söz kolâjları, abartılı bir gayretle üstümüze bir parça hayat eklemeye çalıştığımız alıntı, çalıntı, çırpıntı lafazanlıklar..
Küçükler için oyuncaklar, büyükler için oyuncaklar..
Bir sürü kanun hükmünde eşya, bir sürü olmazsa olmaz kalabalık, bir sürü vazgeçilemez fuzûliyat...
Evde birçok şey var.
Evde çok şey var.
Bir tek şey eksik ama sanki bu kalabalığın içinde bir tek o yok.
Ve sanki onun yokluğu her şeyi anlamsızlaştırıyor.
Olmayan nedir?
Yokluğunu hissediyor ama adını koyamıyoruz.
Sadece şunu biliyoruz: Evde ne yoksa içimizdeki boşluğu o büyütüyor!
Gökhan Özcan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder