30 Eylül 2017 Cumartesi
25 Eylül 2017 Pazartesi
Durak / The Fool (2014)-Enayisin Sen, Enayi!
Yozlaşma,
çürümüşlük, gelir adaletsizliği, hırsızlık ve rüşvet günümüz toplumlarının
içerisinde bir mikrop gibi yayılmaya devam ediyor. Yuriy Bykov, küçük bir Rus
kasabasındaki bürokratların pisliklerini gözler önüne sererken, cümle aralarına
sıkıştırdığı kelimelerle sadece bir kasabanın değil bütün ülkenin benzer
hastalıklardan muzdarip olduğunun altını çiziyor. Bykov, “Dima gibi insanlara
artık çok az rastlanıyor. Değer tanımazlığın, korkunun ve kayıtsızlığın genel
geçer sayıldığı günümüzde, yaptıklarının kesinlikle normal olmadığını söylemek
için bu insanlara romantik diyoruz, idealist diyoruz ya da düpedüz enayi deyip
geçiyoruz. Benim ülkemde böyle enayiler hala var; işte bu yüzden benim hala
umudum var.” dese de umuda yer bırakmayan final sahnesiyle insanlığın
geleceğinin pek de parlak olmayacağını öngörüyor.
(Murat Kızılca Yorumu)
http://www.otekisinema.com/durak-2014/
Rus Kapanı
Her geçen
gün artan sır dolu olaylar çözülmeyi beklemektedir.
“Higgins
alışılmışın dışında, son derece entelektüel bir hikâye yaratmış ve olaylara
aksiyon katmak konusunda oldukça cömert davranmış. Hikâye boyunca tüm taşlar
mükemmel şekilde yerine oturuyor ve kitabın sonunda okuyucular Holley’i tekrar
göreceğine emin bir biçimde kitabın kapağını kapatıyorlar.”
-Publishers
Weekly
24 Eylül 2017
2017/18 Yalova
23 Eylül 2017 Cumartesi
Kur'an Meali...
Anlaşılsın diye indirilen, anlayan yok mu? Diye soran bu kitap İnsanı çok zorluyor.
İnsanlığın ise hiç de umurunda değil.
2017/17 Esenköy
İnsanlığın ise hiç de umurunda değil.
23 Eylül 2017
2017/17 Esenköy
22 Eylül 2017 Cuma
Dava adamlığı için yola mı çıktın? İşte seni bekleyen tehlikeler...
Dava adamlığıyla başlayan ve hüsranla biten bir ömür...
İLGİLİSİNE.... !
Uzun bir nöbetti bizimkisi… Ümmetin umudu olmak için çıkılan uzun ve zorlu bir yolculuğun nöbeti… Şehir şehir, mahalle mahalle, ev ev tutulacak bir nöbet...
Kimimiz terk etti tepeyi, ganimetlerin peşinden koşup gittik. Ne zafere ulaşabildik, ne de ganimet toplayabildik… Ne evlerimizi koruyabildik, ne şehirlerimizi, ne de nesillerimizi... Tüm tepeleri kaybettik…
Kimimiz karaya çıkınca Allah’ı unuttu... Ne gemide verdiğimiz sözü tutabildik ne de karada adam gibi durabildik… Kimimiz bahçe sahiplerinin imtihanına tutuldu… Kimse görmeden toplayacaktık mahsulümüzü. Büyük bir musibete duçar olduk. Ne mahsul toplayabildik, ne de kimse gördü bizi… Her şeyimizi kaybettik…
Kimimiz amansız bir “vehn” hastalığına yakalandı bu yolda… Dünya sevgisi ve ölüm korkusu kapladı yüreklerimizi. Yürürken mal, makam, şan, şöhret, güç, kuvvet ne varsa topladık yoldan. AVM’lerin, lüks İslami otellerin, milyarlık iftar sofralarının pençesinde tükenip gittik… Dünya selinin önünde sürüklenen çer çöp gibi olduk… Allah düşmanımızın kalbinden söküp aldı korkumuzu… Dünyalık kazanımlarımızı kaybetmeme adına, ahiretimizi kaybettik…
Kimimiz Tâlut ordusunun imtihan edildiği nehirle imtihan edildi yolda… Bir avuç içmemiz gereken nehirden kana kana, tıksıra tıksıra içtik... Ne sabit kalabildi ayaklarımız, ne de gökten sabır yağdı üzerimize… Dizlerimizin bağı çözüldü… Bizim bu zalimlerle, bu kalabalıklarla başa çıkacak takatimiz yok, biz bu medeniyet karşısında yenildik demekten başka bir şey gelmedi elimizden… İzzetimizi kaybettik… Onurumuzu kaybettik…
Kimimiz Samiri’lerle karşılaştı yolda… Buzağıların peşine takılıp gittik… Sahte böğürtülerin, göz kamaştıran parıltıların büyüsüyle yoldan çıktık. Yola çıktıklarımızı, yolda bulduklarımızla değiştirdik. Düşmanlarımızı yakın, dostlarımızı uzak tuttuk. Yakınlaşan düşman dost olmadı amma uzaklaşan dostlarımızı düşman ettik sonunda… Kardeşliğimizi kaybettik…
Kimimiz Züleyha’lara rastladı yolda… Nefsimizin ardına düşüp gittik. Ne Yusuf olabildik ne de ben Allah’tan korkarım dedik… Zindanlar bize göre değildi, yırtılmasına bile fırsat vermeden çıkarıp attık gömleklerimizi… Apart dairelerin tek odalarında, gizli nikahlarla ve sonu gelmez yalanlarla tükenip gittik… Ahirete bir şey bırakmadan ne varsa yaşadık bu dünyada… İffetimizi kaybettik…
Kimimiz Salebe’lere katıldı yolda… Dava için çıktığımız yolda davarların peşine takılıp gittik. Vadi dolusu mallar doyurmadı gözümüzü… Tırnaklarımızla kazanmıştık her şeyi… Allah’ın verdiğini itinayla esirgedik onun yolundan… Daha çok biriktirdik, biriktirmekten vakit bulamadık dağıtmaya, her şeyi anladığımız zaman dağıttığımızı kabul edecek kimse kalmamıştı yanımızda… Şuurumuzu kaybettik…
Kimimiz Kuzman’lara dönüştü yolda… Nice Uhud’lar gördük amma, desinler, görsünler, bilsinler, sevsinler, övsünler diye savaştık… Reklamcılık kapladı tüm benliğimizi… Şan ve şöhretin ardında eriyip gittik… Canımız dâhil her şeyimizi verdik ancak ne şehit olabildik sonunda, ne de kimse övdü bizi… İhlâsımızı kaybettik…
Allah’ın rızasından başka kaybedecek bir şeyi olmayanlardık yolun başında… Şimdi ellerimizde kaybetmekten korkacağımız çok şey var amma her şeyimiz olan “o bir şeyi” kaybettik sonunda…
(Alıntıdır yazarı Abdülaziz Kıranşal - Milli Gazete)
İLGİLİSİNE.... !
Uzun bir nöbetti bizimkisi… Ümmetin umudu olmak için çıkılan uzun ve zorlu bir yolculuğun nöbeti… Şehir şehir, mahalle mahalle, ev ev tutulacak bir nöbet...
Kimimiz terk etti tepeyi, ganimetlerin peşinden koşup gittik. Ne zafere ulaşabildik, ne de ganimet toplayabildik… Ne evlerimizi koruyabildik, ne şehirlerimizi, ne de nesillerimizi... Tüm tepeleri kaybettik…
Kimimiz karaya çıkınca Allah’ı unuttu... Ne gemide verdiğimiz sözü tutabildik ne de karada adam gibi durabildik… Kimimiz bahçe sahiplerinin imtihanına tutuldu… Kimse görmeden toplayacaktık mahsulümüzü. Büyük bir musibete duçar olduk. Ne mahsul toplayabildik, ne de kimse gördü bizi… Her şeyimizi kaybettik…
Kimimiz amansız bir “vehn” hastalığına yakalandı bu yolda… Dünya sevgisi ve ölüm korkusu kapladı yüreklerimizi. Yürürken mal, makam, şan, şöhret, güç, kuvvet ne varsa topladık yoldan. AVM’lerin, lüks İslami otellerin, milyarlık iftar sofralarının pençesinde tükenip gittik… Dünya selinin önünde sürüklenen çer çöp gibi olduk… Allah düşmanımızın kalbinden söküp aldı korkumuzu… Dünyalık kazanımlarımızı kaybetmeme adına, ahiretimizi kaybettik…
Kimimiz Tâlut ordusunun imtihan edildiği nehirle imtihan edildi yolda… Bir avuç içmemiz gereken nehirden kana kana, tıksıra tıksıra içtik... Ne sabit kalabildi ayaklarımız, ne de gökten sabır yağdı üzerimize… Dizlerimizin bağı çözüldü… Bizim bu zalimlerle, bu kalabalıklarla başa çıkacak takatimiz yok, biz bu medeniyet karşısında yenildik demekten başka bir şey gelmedi elimizden… İzzetimizi kaybettik… Onurumuzu kaybettik…
Kimimiz Samiri’lerle karşılaştı yolda… Buzağıların peşine takılıp gittik… Sahte böğürtülerin, göz kamaştıran parıltıların büyüsüyle yoldan çıktık. Yola çıktıklarımızı, yolda bulduklarımızla değiştirdik. Düşmanlarımızı yakın, dostlarımızı uzak tuttuk. Yakınlaşan düşman dost olmadı amma uzaklaşan dostlarımızı düşman ettik sonunda… Kardeşliğimizi kaybettik…
Kimimiz Züleyha’lara rastladı yolda… Nefsimizin ardına düşüp gittik. Ne Yusuf olabildik ne de ben Allah’tan korkarım dedik… Zindanlar bize göre değildi, yırtılmasına bile fırsat vermeden çıkarıp attık gömleklerimizi… Apart dairelerin tek odalarında, gizli nikahlarla ve sonu gelmez yalanlarla tükenip gittik… Ahirete bir şey bırakmadan ne varsa yaşadık bu dünyada… İffetimizi kaybettik…
Kimimiz Salebe’lere katıldı yolda… Dava için çıktığımız yolda davarların peşine takılıp gittik. Vadi dolusu mallar doyurmadı gözümüzü… Tırnaklarımızla kazanmıştık her şeyi… Allah’ın verdiğini itinayla esirgedik onun yolundan… Daha çok biriktirdik, biriktirmekten vakit bulamadık dağıtmaya, her şeyi anladığımız zaman dağıttığımızı kabul edecek kimse kalmamıştı yanımızda… Şuurumuzu kaybettik…
Kimimiz Kuzman’lara dönüştü yolda… Nice Uhud’lar gördük amma, desinler, görsünler, bilsinler, sevsinler, övsünler diye savaştık… Reklamcılık kapladı tüm benliğimizi… Şan ve şöhretin ardında eriyip gittik… Canımız dâhil her şeyimizi verdik ancak ne şehit olabildik sonunda, ne de kimse övdü bizi… İhlâsımızı kaybettik…
Allah’ın rızasından başka kaybedecek bir şeyi olmayanlardık yolun başında… Şimdi ellerimizde kaybetmekten korkacağımız çok şey var amma her şeyimiz olan “o bir şeyi” kaybettik sonunda…
(Alıntıdır yazarı Abdülaziz Kıranşal - Milli Gazete)
21 Eylül 2017 Perşembe
Kongo'ya Ağıt.....
Jean-Christophe
Grange,
Lontano devam ediyor...
Bütün yollar
cehenneme çıkıyor…
Afrika’da,
Floransa’da, Paris’te…
Düşman aynı:
Çivi Adam!
İblisle son
düello başlıyor!.
Hade beee diyeceksin...
19 EYLÜL
2017
2017/16
İSTANBUL
Daha açık nasıl anlatılır ki?
Cin Suresi
20. Ayet: De ki: "Şüphesiz ben ancak Rabbime ibadet ederim ve O'na hiç
kimseyi ortak koşmam."
21. Ayet: De
ki: "Şüphesiz ben, size ne zarar verebilir ne de fayda sağlayabilirim.
22. Ayet: De
ki: "Gerçekten beni Allah'a karşı hiç kimse asla koruyamaz ve yine asla
O'ndan başka sığınacak kimse de bulamam."
23. Ayet:
"Ancak Allah'tan gelenleri tebliğ edebilirim ve O'nun vahiylerini
açıklayabilirim. Kim Allah'a ve Resûlüne karşı gelirse, şüphesiz onlar için,
içinde ebedî kalacakları cehennem ateşi vardır."
24. Ayet:
Nihayet uyarıldıkları şeyi gördüklerinde kimin yardımcısı daha zayıf, kimin
sayısı daha azmış, bilecekler.
25. Ayet: De
ki: "Sizin uyarıldığınız şey yakın mıdır, yoksa Rabbim ona uzun bir süre
mi koyacaktır, bilemem."
25. Ayet: De
ki: "Sizin uyarıldığınız şey yakın mıdır, yoksa Rabbim ona uzun bir süre
mi koyacaktır, bilemem."
26. Ayet: O,
gaybı bilendir. Hiç kimseye gaybını bildirmez.
19 Eylül 2017 Salı
12 Eylül 2017 Salı
Hani...
Hani bülbülün gül ile aşkından gönüllerimize nağmeler fısıldayacaktınız!
Hani bülbülün gül ile aşkının serenâdından göğüs kafeslerimize bir nâzenin elif olsun çekecek, bir mahviyyetkâr mim olsun noktalayacaktınız!
Hani gönül tellerimize "cennetin açılan kapılarının seslerini" hatırlatan musikîden bir nota olsun dizecek, hani gönlümüzü nakış nakış nakşedecek gönül nakkaşları olacaktınız!
Hani, karış karış kozaya çevirecektiniz dünyayı!
Hani, tebessüm sadakanızdı!
Hani, ilimi bilmek kendin bilmekti, hani Rabbini bilen nefsini bilirdi, hani haddini bilmek şarttı!
Hani, "Beni Meryem oğlu İsa gibi övmeyin" diyen Peygamber'in vârisleriydiniz!
Hani, iki lokma bir hırkaydı dünyanın hülâsası!
Hani, şöhret âfetti!
Hani, israf haramdı, yenilecek, içilecek fakat israf edilmeyecekti!
Hani, gülden terâzilerde gül tartacaktınız da gül dalı gülden de hafif kalacaktı!
Hani, demiri eriten haddehâneler gibi insan haddehâneleriydi sizin meclisleriniz, sizin ocaklarınız, insana ölmeden önce ölmeyi öğretecektiniz de insan dünyaya değil âhirete meyledecekti!
Hani, kurt ile kuzuyu birlikte yayacaktınız!
Hani, Ömer'in sırtındaki cüppe yamadan görünmezdi ya, hani Ebûbekir "Size Allah'ı ve Râsûl'ü bırakıyorum, yetmez mi?" demişti ya evlâtlarına, hani peygamber bir şilte için, "Benim dünya ile ne işim olabilir" demişti ya!
Hani, Belh'in itleri de bulunca şükrederdi de, bir nimet bulduğunda ihtiyaç sahibine verir, bulamadığında şükrederdi selefleriniz!
Hani, "Sizin kralınız nerede?" diye sormuştu birisi, hani tanıyamamıştı elinde taş taşıyan ve ümmetinden herhangi birinden ayırt edilmeyen Peygamberi!
Hani, her dâim havf ve recâ arasındaydınız!
Hani, âlimlerin yeri devlet sofralarından uzaktı!
Ne oldu size?
Ne oldu da, bu kadar dünyalığın içine battınız?
Ne oldu da, bu kadar şöhretin içine battınız?
Ne oldu da, bu kadar şâşâanın, bu kadar debdebenin, bu kadar şatafatın, bu kadar gösterişin, bu kadar görgüsüzlüğün, bu kadar rükûsun içinde battınız?
Ne oldu da, tarihin o büyük ve zengin mirasını böyle pervâszıca heder eder, harcar oldunuz?
Ne oldu da, bu kadar çok dünyalığınız oldu ama sizler iflâs ettiniz!
Abdullah İslamoğulları
10 Eylül 2017
Yeniçağ Gazetesi
Hani bülbülün gül ile aşkının serenâdından göğüs kafeslerimize bir nâzenin elif olsun çekecek, bir mahviyyetkâr mim olsun noktalayacaktınız!
Hani gönül tellerimize "cennetin açılan kapılarının seslerini" hatırlatan musikîden bir nota olsun dizecek, hani gönlümüzü nakış nakış nakşedecek gönül nakkaşları olacaktınız!
Hani, karış karış kozaya çevirecektiniz dünyayı!
Hani, tebessüm sadakanızdı!
Hani, ilimi bilmek kendin bilmekti, hani Rabbini bilen nefsini bilirdi, hani haddini bilmek şarttı!
Hani, "Beni Meryem oğlu İsa gibi övmeyin" diyen Peygamber'in vârisleriydiniz!
Hani, iki lokma bir hırkaydı dünyanın hülâsası!
Hani, şöhret âfetti!
Hani, israf haramdı, yenilecek, içilecek fakat israf edilmeyecekti!
Hani, gülden terâzilerde gül tartacaktınız da gül dalı gülden de hafif kalacaktı!
Hani, demiri eriten haddehâneler gibi insan haddehâneleriydi sizin meclisleriniz, sizin ocaklarınız, insana ölmeden önce ölmeyi öğretecektiniz de insan dünyaya değil âhirete meyledecekti!
Hani, kurt ile kuzuyu birlikte yayacaktınız!
Hani, Ömer'in sırtındaki cüppe yamadan görünmezdi ya, hani Ebûbekir "Size Allah'ı ve Râsûl'ü bırakıyorum, yetmez mi?" demişti ya evlâtlarına, hani peygamber bir şilte için, "Benim dünya ile ne işim olabilir" demişti ya!
Hani, Belh'in itleri de bulunca şükrederdi de, bir nimet bulduğunda ihtiyaç sahibine verir, bulamadığında şükrederdi selefleriniz!
Hani, "Sizin kralınız nerede?" diye sormuştu birisi, hani tanıyamamıştı elinde taş taşıyan ve ümmetinden herhangi birinden ayırt edilmeyen Peygamberi!
Hani, her dâim havf ve recâ arasındaydınız!
Hani, âlimlerin yeri devlet sofralarından uzaktı!
Ne oldu size?
Ne oldu da, bu kadar dünyalığın içine battınız?
Ne oldu da, bu kadar şöhretin içine battınız?
Ne oldu da, bu kadar şâşâanın, bu kadar debdebenin, bu kadar şatafatın, bu kadar gösterişin, bu kadar görgüsüzlüğün, bu kadar rükûsun içinde battınız?
Ne oldu da, tarihin o büyük ve zengin mirasını böyle pervâszıca heder eder, harcar oldunuz?
Ne oldu da, bu kadar çok dünyalığınız oldu ama sizler iflâs ettiniz!
Abdullah İslamoğulları
10 Eylül 2017
Yeniçağ Gazetesi
8 Eylül 2017 Cuma
Hapı yutmaya devam! mı?
Ağrı
kesici üretmek için dev endüstriler kuran bir sistemin, insanın ‘ağrı’larına
asla gözden çıkarılamayacak büyüklükte yatırım yapmış olduğunu görmemiz lazım.
Çarkların dönmesi için insanın hem içinin, hem dışının sürekli arızalanması,
hiç durmaksızın ağrıması, ‘ağrı’nın hayatımızın ayrılmaz bir parçası haline
gelmesi gerekiyor bu kara düzende. Ağrı, bu düzende ticaretin hammaddesi,
vazgeçilmezi... Sistemin ağrılara para harcamayı gereksiz kılacak bir
insanîliğe evirilme ihtimali yok tabiatıyla, bunu beklemek abes... Mesafe
alabilmek, arızalarımızı giderebilmek, iyileşebilmek için sistemin farkında
olmamız ve onların kurgusunu bozmamız gerekiyor. Ağrıların hissedilmez hale
gelmesi değil, sonuna kadar hissedilmesi, anlaşılması gerekiyor. Dönüp,
‘insan’da neyin yanlış gittiğine canımızı acıtma pahasına çok yakından bakmamız
gerekiyor. Ve kendimize doğru değişmemiz, esas tabiatımıza, aslî hayatımıza
geri dönmemiz gerekiyor. İmkansız mı geliyor kulağa bu? O zaman hep birlikte
hapı yutmaya devam!
“Ne zaman
evde ağrı kesici olmadığını farketsem” dedi biri şaşkınlıkla yanındakine,
“hemen bir yerim ağrımaya başlıyor”.
Gökhan Özcan
Bunu Koca yürekli
adamlar yaparlar, benim yüreğim henüz ufak ama büyüceğini düşünüyorum.
Gayretlerim
az olabilir ama var olduğunu biliyorum.
Bu soru çok Kazık USTA...
Her türlü
sahte ideolojiye ve
'izm' lere karşı durmasına rağmen
Turizm'i
destekleyen,
Asaleten tatil yapıp vekaleten kurban kesene ne denir?
6 Eylül 2017 Çarşamba
Kardeşlik üzerine ve bir Dua...
Kardeşini
sırtlayıp dağa çıkarmakta olan bir adama:
"Yükün
ağır" demişler.
Adam
cevaben:
Bu benim
yüküm değil kardeşim demiş.
Bir bilgeye
birinin sana gerçek kardeş olduğunu nasıl anlarsın? demişler.
Cevaben:
Kaygımı
taşır,
halimi
hatırımı sorar,
eksiğimi
gediğimi kapatır,
hatalarımı
bağişlar,
bana Allah'ı
hatırlatır, demiş.
Peki
demişler senin
O'na
karşılığın ne olur?
Gıyabında
dua ederim, demiş.
Allah
yolunda kardeşlik ellerin gözlerle ilişkisine benzer:
Gözler
yaşardığında eller yaşlarını siler.
El
ağrıdığında gözler onun için yaş döker.
Hasan-ı
Basri r.a. derki:
(Arkadaşlarınızla
dostluğunuzu sürdürün.
Zira vefakar
bir dost ışık veren bir lambaya benzer.
Sen onun
ışığını ancak dünyan karardığında idrak edersin.)
ALLAH'IM!
Bizleri
senin rızan için birbirlerini seven,senin gölgenden başka herhangi bir gölgenin
olmadığı o gün gölgelendirdiğin kullarından eyle!
5 Eylül 2017 Salı
4 Eylül 2017 Pazartesi
2 Eylül 2017 Cumartesi
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)