31 Ekim 2015 Cumartesi

İdealin Realize Edilmesi: Gençlik… (1)

Giriş:
Genci, gençliği konuşmak her zaman zor olmuştur. Çünkü her türlü örneği rahat bir şekilde verebilecek bir pozisyonu taşıyor. Hakkında olumlu ya da olumsuz bir sürü şey söylenebilir. Dolayısı ile bu konuda söz söylemeye başladığınızda bir çerçeve içinde konuşma zorunluluğunu duymalıyız. Mevcut kültürel dinamikler yerine insan olmanın haysiyeti ile bağdaşan ve Müslüman için de vahiy kaynaklı bir yaklaşımı öncelemesi elzem olur. Ayrıca meseleyi biyolojik bir tutumdan öte bir yaklaşımla ele almayı da yaşamın kendi bütünlüğünü kavrama konusunda bizi bir adım öne çıkarabilir.
Saflığın, samimiyetin, pervasızlığın, cesaretin ve kurgunun dışında kalan bir özgüveni temsil eden genç; idealle uyumlu bir yaşam için canını esirgemeyen bir kahramandır. Sosyolojik bir gerçeklik olarak tanımlanan genç, haşarı, uyumsuz ve gerçekçi olmayan bir yaklaşımın temsilcisi gibi temellendirilir. Halbuki gençlik kategorisini neye göre belirlediğimizle eş anlamlı olarak betimlenebilecek bir düzlemi işaret eder genç!
Her düşünce kendi çerçevesi ve anlam dünyası içinde gence bir anlam yüklemektedir. Devrimci örgütlenmeler ve düşünceler de en çok genç kesimden gereken desteği alabilmektedir. Daha doğrusu yeni olana açık olan yegane toplumsal grup yine gençlik olmaktadır. Birçok şeyin kesiştiği bir izleği oluşturan genç aynı zamanda çok çabuk bir şekilde galeyana getirilebilmekte ve inancı uğruna çok rahat bir şekilde aldatılabilecek bir kümeyi de oluşturmaktadır. Genç, bir boyutu ile bir akımı, hareketi geleceğe taşıyan diğer boyutu ile de toplumsal yapıyı yapı bozumuna uğratacak bir gücü ifade etmektedir. Bu gelgitler içinde genç, her zaman en çok yanlış algılanan ve yanlış yorumlanan bir kesimi de içermektedir.
Genç, geleceğin teminatıdır. Gelecek kaygısı taşıyan her siyasi ve düşünsel hareketin yegane merkezi algısını oluşturan genç aynı zamanda o hareketin en dinamik boyutunu da temsil etmektedir. Yıkıcı, yapıcı ve sürükleyici bir güç olan gençlik, safiyet üzerinden aldatılabilecek bir zemini korumaktadır. Bir boyutu ile açık; doğru bir iletişim ve dil ile genci avucuna alabileceğin gibi bir boyutu ile de kapalı kutu gibidir. Ona her zaman ulaşmak o kadar kolay da değildir. Yani bir muamma algı, idrak, anlam ve yorum arasında sürekli gelgit yaşamaya hazır bir tutumdan bahsediyoruz…
Bir hız tutkunu olabilen genç aynı zamanda bir sabır abidesine dönüşebilmektedir. Ve en önemlisi dili sürekli değişebilen ender toplumsal yapıyı oluşturur. O yüzden o geçmişe değil geleceğe bakan bir toplumsal yüzü oluşturur. Kendi dünyasında kalmaya irade gösterecek yeterliliği gösterebilir ve öyle her rüzgara kapılmayı kabullenmez ama kabullendiği zamanda her şeyini feda etmekten çekinmeyen bir ruh haline sahiptir genç…
İdealize ettiği bir yaşam tarzını pervasızca hayata geçirmeye amade olmuş bir genç aynı şekilde aldatılmayı da beraberinde taşıdığını söyleyebiliriz. Ama buna rağmen genç realite ile başı hep beladadır. O realiteyi bir korkaklık ve çekingenlik olarak betimler. O ‘Yapılması gerekli bir şey varsa o hangi riski içeriyorsa içersin yapılmalıdır’ yargısını hayatının mottosu olarak belirlemiştir. İdeale vurgundur. Biyolojik evreler içinde en ahlaki olanı temsil eden de bu boyutu ile gençtir. Hatta toplumsal katmanlar açısından da değerlendirildiğinde yine en ahlaki katmanı gençlik oluşturur. Ama serseri mayın gibi nerede nasıl patlayacağı belli olmayan bir katmanı oluşturduğu da göz ardı edilemez!
Gençliğin doğru bir tanımı yapılabilir mi?
Gençliği bir biyolojik katman olarak mı tanımlamalıyız? Bir toplumsal ve sosyolojik katman olarak mı tanımlamalıyız? Bir düşünsel evre olarak mı tanımlamalıyız? Gençlik, her halükarda bütün katmanlarda kendisine yer bulabilecek bir zemini inşa eder. Yani eğer bir süreçten bahsedeceksek ve bu süreci evrelere böleceksek muhakkak bu evrelerden biri de gençliğe tekabül eder. Bu boyutu itibarı ile gençlik, biyolojik bir evreden daha evrensel bir tutuma yönelir. Böylece yaşamın içinde yer alan her türlü evreyi gençlikle tamama erdirebiliriz. Burayı göz ardı ettiğimiz andan itibaren bir eksiklik kendini gösterir zaten! Dolayısı ile biyolojik gençliği de daha üst bir evre de ele almalı ve bağlamı bu çerçeve içinde tanımlamalıyız…
Genç/gençlik; geçmiş ile geleceği birbirine bağlayan ana unsur olmakla birlikte geleceği inşa ederken ahlaki olanı öne çıkararak sürekli bir arınmayı da içinde taşımayı ihtiyar edinen bir kategoridir. Her evre gibi onun da zaafları ve güçlü yanları vardır ve yine en güçlü olduğu yanı ile de zaafını oluşturmaktadır. O yüzden bütün güçler; siyasi, toplumsal, düşünsel, iktisadi yapıların tümü gençliğe oynamaktan asla vazgeçmezler…
Gençliğin ahlaki boyut ile ilişkisini de doğru kurmalıyız. Toplumsal ve biyolojik katmanlar içinde en ahlaki olanı yine gençlik katmanıdır. Buna hemen itiraz gelebilir. Ama biraz serinkanlı bir şekilde düşündüğümüzde, yalana, dolana, riyaya, aldatmaya ve kurmaca olana karşı çıkan ve buna hayatında yer vermeyen bir gençlik söz konusu ise bu gençlik elbette ki en ahlaki olanın da taşıyıcısı konumuna yükselir. Ve bunu sadece belirli katmanlar için söylememeli diğer bütün katmanlarda da geçerliliğini ifade eder. Mesela bir düşünsel evreler bağlamında da meseleyi ele alacak olursak çıkışı önemli olmakla birlikte bir düşünce büyüdükçe ve geliştikçe taktik ve strateji devreye girer ve ahlaki yapısını eritir. Ama aynı düşüncenin genç boyutu ahlaki olanı sahiplenir. Ve bu öyle bir temel oluşturur ki aynı zamanda kendi meşruiyetinin de zeminini teminat altına alır.
İnşa söz konusu olduğunda ona yeterli enerjiyi ve gücü ne sağlar. Her inşa bir yıkımı ve bir yapımı içerir. Bu yıkım ve yapım içinde bir enerji ve güç akışı şarttır. İşte genç bu enerjiyi ve gücü harekete geçiren ve ona süreklilik sağlayan bir yapıdır. Dolayısı ile gençliği evreler içinden aldığınızda geriye pek bir şey kalmayacaktır. Bu gerçeği hesaba katmalı… Buna rağmen günümüzde kiralık güç ve enerjiye yönelik güçlü bir iştah olduğunu biliyoruz. Yani her şeyi bir ücret üzerinden yapılandırarak bu doğal yapıları yapı bozumuna uğratma girişimleri başat veriyor. Ve bunun insanlığa verdiği zararı ise hepimiz şahit olarak yaşıyoruz. Kimi zaman kurbanı, kimi zaman seyircisi, kimi zaman katılımcısı vesaire…
Modern dönemde gençlik üzerine yapılan çalışmaları ve tanımları biliyoruz. Genel itibarı ile biyolojik bir evre muamelesi gören ve bu durumun geçici tabiatına yapılan vurguyu biliyoruz. O yüzden modern dönemde genci bir kalıba koyma çabalarına karşı bir muhalefetin varlığı aşikar. Ama geçici tabiatına yapılan vurgu üzerinden yaş ilerledikçe toplumsal konumu ilerledikçe rehabilite edilecek bir vasat olarak betimlenmektedir. Bu da toplumsal geleceğin inşasında yaşanılacak bir enerji ve güç sıkıntısını birlikte oluşturmaktadır. Özellikle siyasi ve toplumsal mühendislik bu noktaya teksif edilmekte ve gencin her türlü uyuşturucu unsurlarla gençliğini bir an önce yaşaması konusunda teşvik edildiğini gözlemleyebiliyoruz.
Modern dünyanın gençlik üzerine yaptığı tanımların beyhudeliğini dikkate alarak yeni ve yerli dinamikler üzerinden bir yaklaşım gerçekleştirmek elzem hale gelmektedir.
(Makalenin devamı gelecek hafta pazartesi günü yayınlanacaktır.)
Abdülaziz Tantik

30 Ekim 2015 Cuma

Ben Yoruldum Hayat Gelme Üstüme



Ben yoruldum hayat, gelme üstüme
Diz çöktüm dünyanın, namert yüzüne
Gözümden, gönlümden, düşen düşene
Bu öksüz başıma gözdağı verme
Ben yanıldım hayat, vurma yüzüme
Yol verdim sevdanın, en delisine
O yüzden ömrümden giden gidene
Şu yalnız başımı eğdirme benim
Ben pişmanım hayat, sorguya çekme
Dilersen infaz et, kar etmez dilime
Sözlerim ağırdır, dokunur kalbe
Şu suskun ağzımı, açtırma benim...

25 Ekim 2015 Pazar

Cehennemde bir mevsim. ....

Kitabın bitiş tarihi Ekim 2015
İstanbul 2015/30

Jack Higgins da sona gelmek üzereyim ☺

Kötü neden kazanır?

Kötünün zafer kazanması için gerekli tek şey,

iyi insanların hiçbir şey yapmamasıdır.

Edmund Burke 


Babalar


Doğru olamaz değil mi? Yoksa doğru mu? Ne diyosunnnn


Kitap da ne görüyorsanız o


Hadi Yeniden Başlayalım......


Lokman Suresinden-2

Lokman, 12. Ayet: Andolsun biz Lokman'a: Allah'a şükret! diyerek hikmet verdik. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur. Nankörlük eden de bilsin ki, Allah hiçbir şeye muhtaç değildir, her türlü övgüye lâyıktır.
Lokman, 13. Ayet: Lokman, oğluna öğüt vererek: Yavrucuğum! Allah'a ortak koşma! Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür, demişti.
Lokman, 14. Ayet: Biz insana, ana-babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Çünkü anası onu nice sıkıntılara katlanarak taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur. (İşte bunun için) önce bana, sonra da ana-babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş ancak banadır.
Lokman, 16. Ayet: (Lokman, öğütlerine devamla şöyle demişti:) Yavrucuğum! Yaptığın iş (iyilik veya kötülük), bir hardal tanesi ağırlığında bile olsa ve bu, bir kayanın içinde veya göklerde yahut yerin derinliklerinde bulunsa, yine de Allah onu (senin karşına) getirir. Doğrusu Allah, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır.
Lokman, 17. Ayet: Yavrucuğum! Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış, başına gelenlere sabret. Doğrusu bunlar, azmedilmeye değer işlerdir.
Lokman, 18. Ayet: Küçümseyerek insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Zira Allah, kendini beğenmiş övünüp duran kimseleri asla sevmez.
Lokman, 19. Ayet: Yürüyüşünde tabiî ol, sesini alçalt. Unutma ki, seslerin en çirkini merkeplerin sesidir.

Çok üzülmüşler.....


Lokman Suresinden......

Lokman, 2. Ayet: İşte bu âyetler, hikmet dolu Kitab'ın âyetleridir.
Lokman, 3. Ayet: Güzel davrananlar için bir hidayet rehberi ve rahmet olmak üzere (indirilmiştir).
Lokman, 4. Ayet: O kimseler, namazı kılarlar, zekâtı verirler; onlar ahirete de kesin olarak iman ederler.
Lokman, 5. Ayet: İşte onlar, Rableri tarafından gösterilmiş doğru yol üzeredirler ve onlar kurtuluşa erenlerdir.

22 Ekim 2015 Perşembe

Görüyorsam Duyuyorsam Sorumluyum!/If I see Hear I Am Responsible! | Ali ...

Rum Suresinden. ....

Rûm, 31. Ayet: Hepiniz O'na yönelerek O'na karşı gelmekten sakının, namazı kılın; müşriklerden olmayın.

41. Ayet: İnsanların bizzat kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu, ki Allah yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın; belki de (tuttukları kötü yoldan) dönerler.

18 Ekim 2015 Pazar

Ankebût Suresinden. .....

Ankebût, 56. Ayet: Ey iman eden kullarım! Şüphesiz, benim arzım geniştir. O halde (nerede güven içinde olacaksanız orada) yalnız bana kulluk edin.
57. Ayet: Her can ölümü tadacaktır. Sonunda bize döndürüleceksiniz.
64. Ayet: Bu dünya hayatı sadece bir eğlenceden, bir oyundan ibarettir. Ahiret yurduna (oradaki hayata) gelince, işte asıl yaşama odur. Keşke bilmiş olsalardı!

17 Ekim 2015 Cumartesi

Hadi bu güne de bir Soru ile Başla. ...

Ankebût, 2. Ayet: İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece "İman ettik" demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar?

16 Ekim 2015 Cuma

Korkunun Kanatları.....

Kitap Bitiş Tarihi
16 Ekim 2015
İstanbul 2015 / 29

Jack Higgins da sona doğru geliyorum.

Kasas Suresinden-2

Kasas, 67. Ayet: Fakat tevbe ederek, iman edip iyi işler yapan kimseye gelince, o, kurtuluşa erenler arasında olmayı umabilir.
Kasas, 88. Ayet: Allah ile birlikte başka bir tanrıya tapıp yalvarma! O'ndan başka tanrı yoktur. O'nun zâtından başka her şey yok olacaktır. Hüküm O'nundur ve siz ancak O'na döndürüleceksiniz.

15 Ekim 2015 Perşembe

Kasas Suresinden

Kasas, 51. Ayet: Andolsun ki biz, düşünüp öğüt alsınlar diye, sözü (vahyi) birbiri ardınca yetiştirmişizdir (aralıksız vahiylerimizi göndermişizdir).
Kasas, 55. Ayet: Onlar, boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirirler ve: Bizim işlerimiz bize, sizin işleriniz size. Size selam olsun. Biz kendini bilmezleri (arkadaş edinmek) istemeyiz, derler.
Kasas, 56.. Ayet: GERÇEK ŞU Kİ, sen her sevdiğini doğru yola yöneltemezsin; fakat Allah'tır, [yönelmek] isteyeni doğru yola yönelten;  ve yine O'dur, doğru yola girecek olanları  en iyi bilen.
Kasas, 60.. Ayet: Size verilen şeyler dünya hayatına ilişkin geçici doyumlardan ve yine dünyada kalan süs ve eğlenceden ibarettir; oysa, Allah katında kazanılanlar daha hayırlı, daha kalıcıdır. (Buna rağmen,) aklınızı kullanmayacak mısınız?

11 Ekim 2015 Pazar

Terör'ün her türlüsüne Lanetler olsun....

Memleketimizde yaşanan terör olayında Katledilen insanlarımıza Rabbimiz den rahmet diliyorum. Çok Üzgünüm.


Neml Suresinden...

Neml, 20. Ayet: (Süleyman) kuşları gözden geçirdi ve şöyle dedi: Hüdhüd'ü niçin göremiyorum? Yoksa kayıplara mı karıştı?
21. Ayet: Ya bana (mazeretini gösteren) apaçık bir delil getirecek ya da onun canını iyice yakacağım yahut onu boğazlayacağım!
80. Ayet: Bil ki sen ölülere işittiremezsin, arkalarını dönüp giderlerken sağırlara da dâveti duyuramazsın.
81. Ayet: Sen körleri sapıklıklarından çevirip doğru yola getiremezsin. Ancak âyetlerimize inanıp da teslim olanlara duyurabilirsin.
91. Ayet: (De ki:) Ben ancak, bu şehrin (Mekke'nin) Rabbine -ki O burayı dokunulmaz kılmıştır- kulluk etmekle emrolundum. Her şey de zaten O'na aittir. Bana müslümanlardan olmam " emredildi.
92. Ayet: "Ve Kur'an'ı okumam (emredildi). Artık kim doğru yola gelirse, yalnız kendisi için gelmiş olur; kim de saparsa ona de ki: Ben sadece uyarıcılardanım.
Neml, 93. Ayet: Ve şöyle de: Hamd Allah'a mahsustur. O, âyetlerini size gösterecek, siz de onları görüp tanıyacaksınız (ama artık faydası olmayacaktır). Rabbin, yaptıklarınızdan habersiz değildir.
(Meal, Diyanet Vakfı)

7 Ekim 2015 Çarşamba

Ebeveyn varoluş rolüne razı mı?

İnsana diğer varlıklardan farklı nitelikler bağışlanmıştır. Bu yüzden de Yaradan ona farklı davranır ve bir serbest alan bırakır. O, ihsan edilen nitelikleriyle kendisine bırakılan alanı sevk ve idare eder. Dünyasını ya var edenin teklif ettiği dine veya var edilenlerin vazettiği bir dünya görüşüne istinaden düzenler. Varlık hiyerarşisinde kendisini konumlandırdığı yere ve insan tasavvuruna göre çocuklara davranır. Kimi yaratmaya vesile kılındığına inanır, dünyaya getirdiğini emanet bilir. Kimi kendisini sahip, kucağında bulduğunu mülkü sanır ve efendilik taslar.

Aslında kimse efendi olduğu iddiasında bulunmaz fakat yavruyu sahiplenme güdüsüyle bu uç noktaya savrulur. Onun uzun süre kendisine bağımlı olması bu yanılgıyı besler ve hatta semirtir. Bu süre zarfında kurulan dikey ve belirleyici ilişki alışkanlık yapar. Dünkü sabinin hızla büyüdüğünü kabullenmesi kolay olmaz. Boyu boyunu geçtiğinde bile alıştığı gibi davranmaya devam eder, yatay ilişki kurmakta zorlanır. Alışkanlıkları değiştirmek kolay olmadığı gibi buna çok istekli de değildir. İstediğinde ise zamana ihtiyaç duyar. Oysa elini kullanmaya başladığı andan itibaren bağımsızlığın tadını alan çocuk, hızla kendi ayakları üstünde durmaya yönelir. Ergenlikle birlikte sınırları zorlar, özgürlük talebini artırır. Eğer hatırlanırsa ebeveyn de benzer yollardan geçmiştir ve sıra çocuğuna gelmiştir. Bu, bazen kafaya dank eder, etmezse iş aklı erenlere düşer.

Yavrunun yetişkinliğe doğru ilerlerken uğradığı durakları fark etmeyen ya da görmezden gelen pek çok sorunun kaynağı olur. Bebekliğindeki yaklaşımının aksine çocukluğunda beklediği gibi ondan tam itaat bekler. Yaşı kaç olursa olsun ona ana kuzusu muamelesi yapar ve dizinin dibinde otursun ister. Karşı kutupta ise roller değişir; o, evlat değil şehzade, ebeveyn de emre amade dadıdır. Her iki tezat konumlanma da sorunludur. *Halil Cibran’ın yay benzetmesi tarafların varlık hiyerarşisindeki yerlerini anlama çabasında işe yarayabilir. Ona göre görevi ok atmak olan yay, sabitkadem kalmalı ve okçuya teslim olmalıdır. Atılanın ise gözü istikbaldedir, hareketi de hayali de ona yöneliktir. Geleceğin çekimine ve çekiciliğine kapılan okun aksine meyveye duran yay, sorumluluğunun ağırlığıyla durulmaya yüz tutmalıdır. Onlar aynı çatı altında yaşasalar da dönemleri, hedefleri, hızları, beklentileri ve düşleri ayrıdır. Dünya görüşleri aynı olduğunda bile zihniyetleri ayrı olabilir.

Çocuğun gelişim aşamalarına uyum sağlamayı beceremeyen, dönemin nezaketine uygun davranamaz. Dolayısıyla muhatabın doğasına ve beklentilerine aykırı her tutum tepkiye neden olur. Kuşak çatışması olarak nitelenen olgunun epeyce bir kısmı gence çocuk muamelesi yapmaktan kaynaklanır. Onun doğasının gözetildiği ilişki de sorunsuz olmaz ancak oran düşük olur. Ayrıca sorunlar kalıcı hale gelmez, kişilik tahribine dönüşmez, aksine taraflar için öğretici olur. Çatışma, genellikle ebeveyn ile gencin beklentilerinin örtüşmemesinden çıkar. O, künhüne eremediği her hali sorgular, eleştirir; engellendiğini düşündüğünde işi karşı çıkmaya kadar götürür. Asi ruhlu ise sınırları ihlal etmekten çekinmez. Ebeveynin değerlerine değer vermemek, çatışmanın diğer bir kaynağıdır. Oysa aile bireylerinin varlık hiyerarşisindeki rolleri ile zihniyetleri genellikle birbirine paraleldir. Ömür denilen çizgide ilerlerken rollerle beraber zihniyetler de değişir. Mesela önceden alabildiğine özgürlükten yana olan ebeveyn, çocuk sahibi olduktan sonra anlayışını gözden geçirir. Genellikle de kendi anne babasının çizgisine gelir. Oysa onlar öncekinden daha makul bir çizgiye gelmişlerdir. Birinci kuşakla üçüncü kuşağın çoğunlukla daha iyi anlaşmasının nedenlerinden biri budur.

Çatışmanın belki de en önemli nedeni, tarafların birbirlerinin varoluşsal rollerini kabule yanaşmamalarıdır. Bu, birinin kendi sınırını diğerinin aleyhine genişletmesin yol açar. Ebeveyn rolüne razı olmayıp yetki alanını genişlettikçe çocukları ile yaşadığı sorunlar artar. Şahsiyetini oluşturma ve kendisini ispatlama gayretinde olan genç, kişilik haklarını ihlal olarak gördüğü her tasarrufa tepki gösterir. Özgürlük alanına müdahale edildiğini, onun daraltıldığını düşündüğü her şeye direnir. Direnci kabullenemeyen ebeveyn, bunu başkaldırı olarak anlar, terbiyesizlik olarak görür. Otoritesini muhafaza etme telaşıyla şiddetli tepki verir. Taraflar, bir uzlaşma noktası bulamaz ve makul sınıra çekilmekte gecikirlerse çatışma, ailede pek çok tahribe yol açar. Taraflardan biri pes edene ya da ilişki kopana kadar ev savaş alanına döner.

Sınır ihlalinin daha çok gençlerden gelmesi anlaşılabilir bir durumdur. Önünü göremeyen, geleceği kestiremeyen dolayısıyla belirsizliğin sıkıntısını yaşayan gencin ruh hali taşkınlığa ve isyana daha müsaittir. Kabul etmemesine rağmen toydur, acemidir, tecrübesizdir. Bunu kabule yanaşmadığı için de yardım istemez, uzatılan eli tutmaz; kaçınılmaz olarak hata üstüne hata yapar. Hata karşısında takınılan tavır, kritik bir öneme sahiptir. O, sorunu derinleştirebilir de fırsata da dönüştürebilir. Hatayı kusur değil gözden kaçan bir eksiklik sayanın onu fırsata dönüştürme imkânı vardır. Ayrıca o, faili tanıma imkânı veren ipucu olarak da telakki edilebilir. Kaldı ki kusur bile olsa kimse hatadan beri değildir. O halde onu, müsamaha ile karşılamak ve öğrenme vesilesi kılmak herkesin maslahatınadır. Üstelik bu yaklaşımın yıpratma oranı düşük, olgunlaştırma oranı yüksektir.

Çatışmanın bir kısmı ebeveynin çocuklarına verebilecekleriyle veremeyeceklerinin sınırını ayıramamasından kaynaklanır. Özellikle ilk çocukta acemi olan anne baba, düşüncelerinin sıhhatini sınamamıştır. Eğer tecrübeyi dikkate almıyorsa riski yüksek olan hata ede ede öğrenme yoluna girmiş demektir. Acemiliğinin farkında olan hatalarını kabullenmekte zorlanmaz. Bu kabul sayesinde onları telafi etme imkânı bulur; sınırlarının farkına daha çabuk varır. Haddini hududunu öğrendikçe, tecrübesi arttıkça maksadını aşan eylemlerden daha kolay uzak durur. Verebileceklerini ihmal etmez, veremeyeceklerini vereceğim diye ne yorulur ne de yorar. İlişkilerini başlangıca göre daha sağlıklı bir zemine oturtur. Sağlıklı zemin, tarafların birbirlerine doğru davranma ihtimalini artırır, beklentileri daha gerçekçi olur. Bunlar, verilebileceklerle verilemeyecekleri fark etmenin bereketidir.

H. Cibran, ebeveynin çocuklarına fikirlerini veremeyeceği görüşündedir. Bu iddiasını onların kendilerine ait fikirleri olmasına dayandırır. Doğuştan getirdikleriyle verili ve hazır bir çevreye doğan bebek, onunla etkileşim içinde büyür. İçine doğduğu ailenin din tercihini görür, öğrenir, uygular; çoğunlukla anlayışını benimser, fikirlerini içselleştirir. Sorularıyla idrak ettiklerini anlamlandırmaya devam eder. Ailesinden çok arkadaşlarını dikkate almaya başladığında farklı anlayış, fikir ve dünya görüşleri gündemine girer. En azından herkesin inancının aynı olmadığını öğrenir. Aralarındaki farkları, benzerlikleri merak eder. Onlar arasından kolayca reddedemediği düşünceler kafasını karıştırır. Üzerine gider, sorgular ve birinde karar kılar. Genellikle aile ocağında hazır bulduğu üzerinde sabit kalır. Aksi de olur fakat bu istisnaidir. Aksi yöndeki tercihlerde yığılma, ancak kırılma dönemlerinde ve bu da moda akımlar lehine olur. Normal şartlarda seçimi ferdi hikâyeler belirler. Demek ki asıl üzerinde durulması gereken, hikayeyeye yön veren ve tercihi belirleyen amillerdir.

Temsil keyfiyeti, bir gencin tercihini belirleyen en müessir amillerden biridir. Hakkı, hakkıyla temsil etmekten daha önemlisi onu gencin ruh haline uygun sunmaktır. Hakkın fıtrata uygun olması, muhatabın hassasiyetleri dikkate alınmadığında sadece harcanan bir avantaj olur. Doğru, yaşantı ile savunulan değerler arasındaki tutarlılık sirayet edici bir etkiye sahiptir. Benimsediği değerlerle bütünleşmiş bir şahıs, çevresinin dikkatini çeker. Böyle bir zatın çekim alanı geniş, etki gücü kuvvetlidir. Bu ebeveyn için de geçerlidir ancak hakkın sanatkâr rikkatiyle yaşanması, hilm ile muamele edilmesi ve mütevazı olunması şartıyla. Mümin, muttaki, muhsin olmak muhatabın kalbini fethetmeyi garanti etmez lakin umulmayan noktalara dikkat eden genci başka dünyalara itmez. Bu yüzden varlık sıralamasındaki yerini bilmeye, Yaradan’ın verdiği role razı olmak, merhametli, müsamahalı ve sabırlı olmak da eşlik etmelidir. Gönül ve insaf ehli tavrı, tarzı, tutumuyla temsil ettiği hakkı sevdiremezse bile nefret ettirmez. Bu da bugün yolları ayrı olan yolcuların yarın yoldaş olma ihtimalin muhafaza etmek demektir; asıl korkunç olan bu ihtimali yok etmektir.
 
----------------------------------------------------------------------------
                            
*(ÇOCUKLAR)
 
Sonra çocuğunu bağrına basmış bir kadın,
 
Bize çocuklardan bahset, dedi.
 
O, dedi ki:
 
Çocuklarınız, sizin çocuklarınız değiller.
 
Onlar, kendisine hasret hayatın oğulları ve kızları. 
 
Dünyaya siz getirseniz de size ait değil onlar, 
 
Sizinle birlikte olsalar da size bağımlı olamazlar. 
 
Onlara düşüncelerinizi değil sevginizi verebilirsiniz, 
 
Onların da düşünceleri var sizin gibi.
 
Bedenlerine barınak sunabilirsiniz, ruhlarına değil, 
 
Onlar geleceğin dünyasında oturur zira. 
 
Siz orayı rüyanızda bile göremezsiniz.
 
Onlara benzemeye çalışabilirsiniz lakin
 
Onları kendinize benzetmeye kalkmayın sakın.
 
Çünkü hayat, ne geriye gider ne de dünü yoldaş edinir.
 
Çocukların oklar gibi atıldıkları yaylarsınız siz.
 
Okçu, sonsuzluk yolundaki hedefi görür ve okları olabildiğince hızlı ve
 
Mümkün olduğunca uzağa gitsin diye bütün gücüyle gerer sizi.
 
Okçunun eline seve seve bırakın kendinizi; 
 
O, okun uçuşuna vurgun olduğu kadar,
 
Yayın elinde duruşuna da tutkundur.
 
Nebi, Halil CİBRAN
 
 
Not: Çeviriye katkılarından dolayı Erdinç Doğru dostuma müteşekkirim.

6 Ekim 2015 Salı

Müslüman Olma.....

Mevcut kafa karışıklığı sadece siyasal olanda değil kültür ve düşüncede olduğu gibi dini sahada da sürmektedir. Kimin neyi niçin söylediğini; yani nokta-i nazarını dikkate almadığınızda ne söylediğinizi doğru bir şekilde anlamlandırmak neredeyse imkânsız oluyor. Yani işler öyle karışmış durumda ki kimin nerede durduğu ve kimlerle iş tuttuğunu anlamak hakikaten zor olmaya başlamıştır. Yerler karışmış, cepheler değişmiş ve kimin nerede durduğu anlamsızlaşmış durumda…
Sol, sağ, muhafazakâr veya milliyetçisi, İslamcısı, Kemalistçisi kendi ideolojik cephesi yerine mevcut durumun konjonktürel yapısı içinde bir tavır alışa sürükleniyor.Kafa karışıklığı da bu yüzden devam ediyor. Normal koşullarda kim nerede duracak bu belli ve belirgindir. Ama şu an herkes/kesim çok farklı noktalarda bulunmaktadır. Özelliklekavmiyetçilik meselesi yüzünden Müslüman Kürtlerin kafası biraz daha karışık, nispi doğrular üzerinden büyük yanlışlara kapı aralanmaktadır ve kendilerinin İslam ile aldatıldıklarını büyük bir pervasızlıkla dillendirebilmektedirler. Bu yanlış anlamayı bir tahlile tabi tutmak kaçınılmaz oldu.
Önce Müslüman olma hali neye tekabül ediyor üzerinden birkaç kelam etmek şart sanırım… En genel ifade ile Müslüman olma halinin kendi otantik yapısı içinde asgari ile azami arasında birçok katmanın varlığı kaçınılmazdır. Asgarisi, imanın temel ilkelerini kabulle başlar ve o teslimiyet üzere imanın kalbe yerleşmesi sürecinde Müslüman olmanın gerekliliğini yerine getirerek bir seyrüsefere çıkar. Bu süreç Müslüman için imanın kalbe tam yerleşmesine kadar sürer. Bu noktada dikkate alması gereken en temel nokta ise Müslümanlığın temel hedefleri ile uyumlu bir yaşamı içselleştirme çabasına süreklilik kazandırmasıdır. Çünkü Müslüman olma ile Müslümanlık arasında ciddi bir mahiyet farkı vardır. Müslüman teslim olandır. Bu teslimiyet gönülden de olabilir, cebri de olabilir. Bu cebrilik belirli bir gücün kullanımından çok toplumsal, düşünsel ve kültürel güçle ilişkilidir. Müslümanlık ise belirli bir ideal için hayatını belirli kurallar çerçevesinde sürdürme ve bu kuralların genel geçer kurallar haline gelmesi için verilen mücadelenin biçimini ve içeriğini de belirleyen bir tutumu içerir. Yani Allah’ın insanı yaratmasındaki hikmetin bütün insanlar için geçerli olacak konuma yükselmesi bağlamında kişinin hayatını buna adamasıdır.
Ama kafa karıştıran noktalardan en önemlisi din ile dinin bir yorumu olan İslamcılığın yürüdüğü sürecin oluşturduğu kafa karışıklığıdır. Çünkü İslamcılık kendi otantik yapısı üzerinden kendini gerçekleştirme zemini bulamadığı gibi karşıt muhalif güçler tarafından da sürekli değişime zorlanmaktadır. Bu değişim, hem kültürel ve hem de siyasal bir biçim ve içerik taşımaktadır. Özellikle İslamcılığın 60 sonrası serencamı ve Türkiye’de yaşadığı siyasal süreç ile birlikte Ak Parti iktidarı döneminde aldığı yeni hal kafa karışıklığını biraz daha artırmıştır. Siyasal olanın baskın karaktere dönüşmesi ve siyasallığın çatışmacı dili üzerinden ayrışmalar kafa karışıklığını içinden çıkılmaz hale getirmektedir. Son üç dört yıldır bu kafa karışıklığı bilinçli bir tutumla sürekli artırılmakta ve İslamcıların kendi konumlarını sürdürebilmenin imkânları heba edilmektedir. Bu hem mevcut iktidar tarafından gerçekleştirilmekte hem de iktidar karşıtı muhalif blok tarafından bilinçli bir şekilde dramatize edilerek İslamcılığın parçalanmasına zemin oluşturulmaktadır.
Bütün bunlara rağmen İslamcı olduğu halde sorunun merkezinde kendi iddiaları yerine başka  iddiaların benzer tarafları yüzünden kendi iddialarını bir tarafa bırakarak mevcut konum üzerinden haklılık psikolojisi adına büyük yanlışlara adım atarken büyük bir cesaret gösterisinde bulunmasıdır. Mevcut sorun üzerinden tartışmayı sürdürecek olursak; Kürtler ‘bu ümmetin yetimi’ olduklarını söylemektedirler. ‘Niye’ sorusuna verilen cevap; ‘çünkü herkesin kendi devleti var ama Kürtlere bir devlet verilmemiştir.’ Peki, karşı soru olarak ‘bunu kim yapmıştır’ sorusuna cevap vermek yerine ‘benim de bir devletim olmalı, bu benim hakkım değil mi’ sorusu ile cevap vermeyi öne çıkarmaktadır.
Hâlbuki Müslüman olmak zaten kavmiyetçilik yapmayı yasaklayan bir duruştur. Bunu bilmektedir. Hatta bu kavmiyetçiliğin batı düşüncesi tarafından sipariş olarak batı dışı toplumları parçalamak ve hegemonya altına almak için üretildiği de bir gerçeklik olarak ortada durmaktadır. Ayrıca birinci dünya savaşı sonrası yine bu batılı güçler tarafından bütün bu sınırlar oluşturulmuş ve bilinçli bir tercihe dayanmış olduğu da aşikârdır. Ayrıca İslamcılık zaten bütün bu sınırların geçici olduğunu ve bunları meşru görmediğini açık bir şekilde deklare etmiştir. Buna rağmen salt Müslümanlık kaygısı üzerinden ‘arkadaş yeni bir ulus devlet sorunu katmerleştirir’ dediğinizde ‘ümmetçilik üzerinden bize bunu dayatamazsınız’ denmekte ve sanki haklı imiş gibi ‘hani kardeştik’, ‘bize kardeşlik numarası çekmeyin’ denmektedir. Şimdi samimi bir şekilde durup düşünelim: İslamcılık mı kurdu bütün bu ulus devletleri?
Hayır! O zaman siz yeni bir ulus devleti kimden bekliyorsunuz?
Tabii ki uluslar arası güçlerden…
O zaman hangi haktan bahsediyorsunuz?
Verilmiş bir hak…
O zaman İslamcılığın yıllardır bu ulus devletlere yönelik yaptığı mücadele ve muhalefet ne olmaktadır. Ki bu noktada ciddi bedeller ödedi… Mısır, Afganistan, Çeçenisten, Bosna, Irak, Suriye ve benzeri birçok yerde dökülen kanlarını nasıl değerlendireceğiz.
Meselenin özü şu: kişi, bulunduğu çerçeve içinde kaldığında aklı dumura uğradığı gibi basireti de bağlanmaktadır. Ve salt içinde bulunduğu sorunu çözeyim de nasıl olursa olsun noktasına yol almaktadır. Ve bu noktada artık sınır tanımaz bir konuma yükselmekte ve yanlış üzerine yanlış yaparken hep kendi haklılığını öne sürmektedir.Maalesef bugün İslamcı Kürt kardeşler tam da bu noktada durmaktadır. Bu Müslüman Türk İslamcıların bir kısmının düştüğü açmazı görmezlikten gelme anlamına gelmeyecektir elbette… Ama Müslümanlığın hedefi ile salt kültürel bir nesneye dönüştürülmüş Müslüman olma kimliği arasındaki bariz farkı kaçırmamak lazım…
Bir günah orta yerde durduğu için benim günah işleme imtiyazım ve hakkım var demek önce Müslümanlığın kendisine göre mümkün değildir, ayrıca Müslüman olma halinin varlığına da aykırıdır.Aklımızı başımıza devşirmeli ve ümmetin önceliğini esas almalıyız bu Müslümanlığımızın teminatıdır. Siyasal ve ideolojik kamplaşmalar bizi Müslümanlığımızdan uzaklaştırmamalıdır.
Bu satırlar içinde yukarıda ifade ettiğim benzer sözler söylenebilir. Ama hayatım boyunca hiçbir kavmiyetçiliğe önem vermediğim gibi hep karşısında yer aldım. Ve yeni bir ulus devlet ya da Kürt kimliği bilinci üzerinden şirinleştirilmiş batılı düşüncenin iman ilkelerini kabule yanaşmanın Müslümanlığı terk etmekle eş değer olduğu bilincini diri tutarım. Bu yüzden içinde yer aldığım kavmiyetin ümmete yol alması hem ontolojik olarak hem de epistemolojik olarak mukadderatı olmalıdır. Bunu zedeleyen her şey Müslümanlığın berhava olmasına zemin oluşturacaktır. Bunun hesabını da zaten gücü elinde bulunduran ve yegâne kahhar olan Allah soracaktır…
Selam hidayete tabi olanların üzerine olsun ve Selam her türlü şirk ve tuğyandan uzak kalarak mevcut tağutların tasallutundan uzak duranların üzerine olsun… Selam kendi dinini her türlü ideolojik sapkınlığın üzerinde görenlerin üzerine olsun ve Selam hidayeti tek yol olarak görüp buna göre hayatını tanzim eden kulların üzerine olsun. Şükür ki Müslüman olmak nasip olmuştur ve bu nasip üzerinden dinin ne olduğunu öğrenme çaba ve gayretine sahip olmuşuzdur…

Abdülaziz Tantik

Şuara Suresinden bana kalanlar-2

221. Ayet: Şeytanların ise kime ineceğini size haber vereyim mi?
222. Ayet: Onlar, günaha, iftiraya düşkün olan herkesin üstüne inerler.
223. Ayet: Bunlar, (şeytanlara) kulak verirler ve onların çoğu yalancıdırlar.
224. Ayet: Şairler(e gelince), onlara da sapıklar uyarlar.
 225. Ayet: Baksana onlar her vâdide şaşkın şaşkın dolaşırlar.
226. Ayet: Ve onlar yapamayacakları şeyleri söylerler.
227. Ayet: Ancak iman edip iyi işler yapanlar, Allah'ı çok çok ananlar ve haksızlığa uğratıldıklarında kendilerini savunanlar başkadır. Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akıbete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir.

Şuara Suresinden bana kalanlar-1

Şu'arâ, 2. Ayet: Bunlar, apaçık Kitab'ın âyetleridir. 3. Ayet: Onlar iman etmiyorlar diye neredeyse kendine kıyacaksın!
Şu'arâ, 102. Ayet: Ah keşke bizim için (dünyaya) bir dönüş daha olsa da, müminlerden olsak!
Şu'arâ, 103. Ayet: Bunda elbet (alınacak) büyük bir ders vardır; ama çokları iman etmezler.
Cezayı hak edenler dedi ki. 104 Ayet: Şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.
Nuh dedi ki. 109. Ayet: Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir.
Hûd dedi ki. 127. Ayet: Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir.
Salih dedi ki.  145. Ayet: Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir.
Lut dedi ki  164. Ayet: Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir.
Şuayb dedi ki 180. Ayet: Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir.
192. Ayet: Muhakkak ki o (Kur'an) âlemlerin Rabbinin indirmesidir.

4 Ekim 2015 Pazar

Hiç okuma daha iyi....


Geldi mi? Gelmedi mi?


Sence de haklı mı?


Havan kime?


Fakirlerin hakkını kim yiyor? Bu resmin değişik versiyonlarını Batıda göre biliriz.


Asla unutmamalıyız!


Şarj oluyor dikkat :)


İnsan ilişkilerinde 8 kural "Kuran'dan öneriler)