Soğuk bir kış günü…
Pastanenin ışıltısı,
kirlenmiş karlara yansıyor. Lekeli yansıma, elleri kırmızı mantosunun
ceplerindeki kızı üşütüyor. Beyaz atkısının örttüğü ağzından çıkan buhar,
gözlerinde kristalleşiyor. Çakıp duran kristalize ışıltı, kaşlarında bir an
tereddüt geçirip kırmızı beresinde aydınlık bir çiğ tanesi gibi donup kalıyor.
Kirli karların buza
yazdığı akşam saatlerinin ayazı, kızın ayak parmaklarını yoklamış olmalı ki; kız,
ayaklarını bir kaldırıp bir indiriyor. Pastane kapısının her açılıp kapanışında
kopan vanilya kokulu buğu, potinlerinin altında eziliyor. Kalabalık pastaneden
dışarı sıklıkla başını uzatan anne onu, kaş göz işaretleri ile içeri çağırıyor.
Kız, havadaki ayağını sertçe yere vurarak bu daveti her defasında reddediyor.
Anne dudaklarını ısırıyor.
Kütüphane görevlisi,
sobanın tamamen sönmüş olduğuna emin olduktan sonra paltosunu giyiniyor,
atkısını özenle sarıyor, eldivenin tekini giyiniyor, dışarı çıkıyor. Çıplak kalan
eliyle palto cebinin derinliklerinden irice bir anahtar çıkarıyor. Kapıyı
birkaç gürültülü döndürme hareketi ile kilitliyor. Anahtarı palto cebinin
derinliklerine gönderirken omuzuyla kapıya yükleniyor; kapı kilitlenmiştir.
Eldivenin diğer
tekini çıplak kalan eline geçirirken neredeyse donmak üzere olan çocuğu
görüyor. Çocuğun koltuğu altındaki kitaplara gözü kayıyor; biraz önce ödünç
vermiştir onları. Neden hala burada dikildiğini anlamak için etrafına
bakınıyor. Caddenin karşısındaki pastanenin önünde seken kırmızı mantolu kızı
görünce belli etmemeye çalıştığı hafif bir gülümseme ile dudakları seğiriyor.
Üşenmiyor; tiftik
yünlü kırçıl berenin örttüğü çocuğun kendisine en yakın olan kulağını buluyor,
eldivenli eliyle hafifçe büküyor. Çocuk beresini düzeltirken utançla yere
bakıyor. Kütüphane görevlisinin elleri paltosunun derin ceplerinde kayboluyor.
Çocuk, adam köşeyi dönüp gözden kaybolana değin başını yerden kaldıramıyor.
Başını yerden
kaldırıyor. Kızın mantosunun canlı kırmızısı hala oradadır. Donuk ay ışığı,
çatı saçaklarındaki buz sarkıtlarının ucunda, gümüşi bir rahatlıkla akşam
ayazına arkadaşlık etmeye hazırlanıyor. Birazdan el ayak çekilecek, ay sessizce
doruklara tırmanacak. Havada asılı kalmış ayaz, derin sükûnetini bozmamaya
dikkat ederek asılı kaldığı yerden fısıltıyla doruktaki ay ile gevezelik
edecek.
Önce baba çıkıyor
pastaneden sonra anne. Kız ellerini ceplerinden çıkarıyor. Eflatun eldivenleri,
mantosunun kırmızısı ile dalaşıyor. Kız, babasının elinden bir paketi alıyor.
Birkaç adım öne çıkıyor; anne ve babası arkasında kalmıştır. Hızlıca etrafına
bakınıyor, sonra telaşla bir göz kırpıyor karşı caddede, kütüphanenin önünde
dikilen çocuğa. Ayaz asılı kaldığı yerde dalgalanıyor, ay bıyık altından
gülüyor bu cesur vedaya.
Çocuk mesut;
donduğuna fazlasıyla değmiştir. Olduğu yerde birkaç defa zıplayarak ayaklarını
hissetmeye çalışıyor. Hafifçe sendeleyerek yürümeye başlıyor. Ayakları altında
ayazın kristalleştirdiği karlar gürültüsüzce eziliyor. Çocuk caddenin
bitimindeki sinemadan boşanan haylazlar sürüsüne karışıyor. Ayaz bu sürüyü o kadar
çabucak dağıtıyor ki bahtiyar çocuktan başkası kalmıyor ortalıklarda.
Çocuğun yüzündeki
derin gülümseme; görünmez bir perde çekerek şehri esir alan ayazın ceberut
abanmalarını hiçe sayıyor…
Arif Arcan,
İstanbul, 12.01.2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder