Şeylerin ‘kırılma zamanları’ vardır.
Ansızın denebilecek bir an içinde olmuş gibidir bu kırılmalar.
Esasında olan olmuştur da olduğunu anlayabilmen bir hayli zaman almıştır.
Bu bir hayli zaman sonunda, olan bir şeylerle her şeyin kökten değiştiğini görebilmenin ani oluşu, senin bu oluşla bir ilginin olmadığı anlamına gelmemektedir. Bu değişim ve kırılma ile çok yakından alakalı olduğun için değişimin ve kırılmanın farkına ancak ‘hayli bir zaman’ sonra varabiliyorsundur.
Bu aniden gördüğün şey, ‘her şey bu kadar mı hızlı değişir’ şaşkınlığındır. Ki bu şaşkınlık; senin gibi birkaç neslin sürekli olarak değiştirmeye çalıştığı ve sende zirveye çıktığını ya da senin öyle zannettiğin değiştirici bir oluşun şeyleri kırdığını bu süreklilik içinde anlayamamadır. Buna anlayamama demeyelim de tanımama veya tanımlayamama diyelim.
Dünkü bir çocuk bu kırılma zamanının anlamını, ruhunu senden daha iyi tanımış, tanımlamış, anlamlandırmış ve bu durumu öylesine içselleştirmiş ki; bu çocuk için dünya hep böyle idi ve hep böyle kalacaktır. Yaşadığın bu şaşkınlık önce burukluğa, sonra öfkeye, sonra değersizliğe, sonra küskünlüğe, sonra da derin bir yalnızlığa dönüşür.
Yukarıda anlattığım şey, öznesi ‘toplumsallaştırılmaya direnen’ herkesin bir şekilde hissettiği, gördüğü ve anlamaya çalıştığı süreçtir. Daha doğrusu insanlık tarihinin ‘dairevi devinimi’dir. Bu dairevi devinime Allah (c.c) peygamberler silsilesi marifetiyle vahiyle müdahale eder. Her peygamber ritüelleştirilmiş, toplumsallaştırılmış, kurumsallaştırılmış anlayışlara karşı toplumların salahı için gönderilmiştir.
İsrail oğulları köleleştirildikleri Mısır’dan çıkıp, Allah’ın (c.c.) dilemesi ile özgürlüklerini ve izzetlerini kazanınca derin bir şükür ile Hz. Musa (a.s) rehberliğinde ‘doğru yolda’ ilerlemeleri beklenirken kendilerine izzet ve istikamet kazandıran dini iktidarlarını meşrulaştıran bir vasıta yaptılar. Yazı ve sözün gücünü iktidar alanında toplumsallaştırmaya yönelik kullandılar. Kendilerine ilahi bir rahmet dokunmuş bu kavim, var olma sebeplerini ilahi bir ‘kayırma’ sayıp, yazı ve sözü kurumsallaştırırken bu kurumsallık içinde Allah (c.c.) anlayışlarını da kurumsal bir hiyerarşi içine hapsettiler. İlahi rahmet kaynaklı sözün iktidar alanında bir ‘zulme’ dönüşmesinde iman ve izan sahipleri hep karşı koydular. Materyalist Yahudi ruhban sınıfının bu zulmüne karşı Meryem Oğlu İsa gönderildi.
Meryem Suresi baştan sona kadar toplumsallaştırmaya ve bu toplumsallaştırmanın dil ile inşa ettiği zihin yapısına karşı koyuşu anlatır. Zekeriya peygambere ve eşine imkânsız denilecek bir anda bir erkek çocuğu ile müjdelenmesi, nesep ile övünen Yahudi ruhbanının suratına şamar gibi inmiştir. Allah, Zekeriya peygambere suskunluk orucunu emretmiştir. Zekeriya peygambere iktidarın ve toplumsallaştırmanın en güçlü oluşturucusu dili kullandırtmamıştır. Doğacak çocuğa ‘Yahya’ ismini vermesini emretmiş ve bu ismin daha önce hiç kullanılmadığını buyurmuştur. Yahya bu toplumsalın malı değildir. Hem ismi ile hem de cismi ile. Meryem Oğlu İsa’nın doğumu bu toplusalı reddedişin en yüksek mertebesidir. Meryem Oğlu İsa nesep itibariyle bu toplumsaldan beridir.
Allah (c.c), Meryem Annemize suskunluk orucunu emretmiştir. Hz. Meryem susmuş, bu toplumsaldan ve bu toplumsalın dilinden en yüksek mertebede beri olan Meryem Oğlu İsa annesinin kucağında konuşmuştur. İktidar alanlarındaki toplumsallaştırmanın çürümüşlüğüne karşı Meryem Oğlu İsa yalın, fıtri, oluşturulmamış bir dili ve bir zihni ortaya koymuştur.
Yahudi zulmünden kaçan Meryem oğlu İsa taraftarı müminler, Roma varoşlarında pagan Roma’nın zulümlerine, işkencelerine, aşağılamalarına ve köleleştirmelerine maruz kaldılar. Sonra Roma Hıristiyanlaştı. Hıristiyanlık devlet dini oldu. Görkemli mabetlere, güçlü ve zengin din adamlarına, dini kurumlara kavuştu. Hıristiyanlık hızla yayıldı. Yayıldı yayılmasına ama her şeyini kaybetti. Annesinin kucağında en fıtri, en günahsız ve en sevimli haliyle hakkı konuşan Meryem Oğlu İsa, çarmıha gerili kanlı bir iktidar figürü haline getirildi.
Kölelikten özgürlüğe ve izzete kavuşan bir mümin, eli kanlı Yahudi ruhbanını seyrederken bu ne zaman oldu diye düşünmüştür. Ya da Yahudi takibi ve zulmünden kaçan zayıf bir Meryem Oğlu İsa taraftarı dünyaya hükmeden ruhbanını görünce kendini ve toplumunu tanıyamamıştır.
Şimdi gürül gürül ezanlarımız okunuyor, ulu mabetlere sığmayan cemaatle namazlarımızı eda ediyoruz. Fakat neden dünyada zulüm devam ediyor. Ve biz bu zulmün neresindeyiz. Bu soruları sorduğun zaman, haline şaşırdığın an kırılma ve değişme dediğin şeyin esasında yeni bir iktidar ve toplumsal meydana getirdiğini anlamandır. Senin değiştirmeye ve varmaya çalıştığın şey ve yer burası değildir.
Şaşkınlık yaşarsın Yaşadığın bu şaşkınlık önce burukluğa, sonra öfkeye, sonra değersizliğe, sonra küskünlüğe, sonra da derin bir yalnızlığa dönüşür.
Mesele bu yalnızlıkları yaşamak değil, bu yalnızlığı yaşayanlar ile beraber olabilmektir. Toplumsalın diline karşı bu yalnızlar bir dil oluşturmalı ve Meryem Oğlu İsa gibi en fıtri ve en masum halleri ile hakkı söylemeleri gereklidir. Bu dil, sahih bir damarın mirasıdır ve söylenmesi gerekenin söylenmesi farzdır. Çünkü ‘inandık’ diyenlerin böyle bir görevleri vardır. Yalnızların artması duası ile…
Arif ARCAN