Ümmete Çağrı
"İslâm ülkelerinin
başında bulunanlara çağrı:
Size sesleniyorum. İslâm ülkelerinin başında bulunan cumhurbaşkanları,
başkanlar, krallar, size sesleniyorum.
Türkiye'nin, Mısır'ın,
İran'ın, Suriye'nin, Ürdün'ün, Pakistan'ın, Tunus'un, Cezayir'in, Fas'ın ve
diğer İslâm ülkelerinin başında bulunanlar size sesleniyorum.
Bulunduğunuz yere nasıl
geçmiş olursanız olun, ister kaderin sevkiyle veya cilvesiyle, ister babadan,
dededen size geçen veraset hakkıyla, ister alnınızın teriyle, ister hak ve
hukukla, ister kuvvet zoruyla halkınızın yönetimini ele geçirmiş bulunun, size
sesleniyorum ve diyorum ki, tarihin en kritik göreviyle, en ağır sorumluluğu ve
ödeviyle karşı karşıyasınız. Bu görevi çoktan yerine getirmeniz lâzımdı şimdiye
kadar. Şimdi, hülûl etmiş vâdenin son deminin son demidir.
Bu görev nedir?
Bu görev, derhal bir
araya gelip bir savunma anlaşması yapmanız ve bunu harfi harfine
uygulamanızdır. Yani herhangi bir İslâm ülkesine saldırı olursa, ona hep birden
karşı koyma hususunda anlaşmak durumuyla karşı karşıyasınız.
Neden böyle bir anlaşmaya
ihtiyaç vardır? Batı ülkeleri, Körfez'in petrol bölgesini işgale başlamıştır da
ondan. O işgal bitince hep birden Irak'a saldıracaklardır. Bunun için de,
bahane hazırdır. Bu bahaneyi, Irak, Kuveyt'i işgal etmekle bizzat kendisi
vermiştir. Irak'ın işi bittikten sonra, teker teker, birer bahaneyle sizin
ülkeleriniz aynı Batılı ülkelerin hava, deniz ve kara kuvvetlerinin saldırısına
uğrayacaktır. Tıpkı Moğolların İslâm ülkelerini zapt etmeleri gibi… O zaman, ülkenin
biri alındığında, komşusu seyirci kalıyordu. Ama hemen ardından sıra kendisine
geliyordu. Tıpkı Endülüs'teki parçalanmadan sonra olduğu gibi… Bir beylik,
İspanyolların vahşi saldırısına uğradığında öbürleri hareketsiz ve cansız,
kurbanlık koyun gibi sıranın kendisine gelmesini bekliyordu.
Ülkelerinizi aynı duruma
düşürmeyiniz, tarihten ibret alınız, ey başkanlar, cumhurbaşkanları, krallar!"
"Bulunduğunuz
mevkilerde ebedî kalacağınızı mı sanıyorsunuz?
Dost acı söyler. Biliniz
ki, tarihin bu en korkunç anında gerekeni yerine getirmezseniz, fırtınaların en
şiddetlisiyle bulunduğunuz zirvelerden yokluğun uçurumuna savrulup
gideceksiniz.
Kulağınızı, bastığınız
toprağa yapıştırınız. Yerin altındaki ölüler, sizden bu masum milleti ve yurdu
korumanız için milyonlarca ağızdan sesleniyorlar.
Dağlardan, tepelerden,
gönüllerden yükselen sesi işitiniz. Gece ve gündüz demeyiniz, gece yarısı da
olsa toplanıp anlaşınız.
Camilerden, kubbelerden,
yazma eserlerin sayfalarından, tüm yurt ve tarih çizgilerinden yükselen sesi
işitmek için bir kerecik olsun kendinizi aşınız.
Gençliğinizde gelip sizi
yoklayan idealleri düşününüz. Etrafınızda uçuşan, nice genci yakıp kavuran
idealleri hatırlayınız.
Birinci Dünya Savaşı'nda,
dinleri, milletleri, yurtları, dinimiz, milletimiz, yurdumuz (ki bunlar
birbirine perçinlenmiş kutlu değerlerimizdir, birbirlerinden ayrılmazlar)
uğruna canlarını veren, kanlarını kara toprağın içtiği, çöllerde ve gurbetlerde
kalmış şehitleri hatırlayınız. Dökülen kanları ve gözyaşlarını hatırlayınız.
Annelerin döktüğü gözyaşlarını hatırlayınız.
Birliğin bozulmasının
üzerinden yüzyıla yakın bir zaman geçti. Ülkelerimizin kârı ne oldu? Bir parça
geriye dönüp baksanız, bir savunma birliği kurmayı bir hayat memat meselesi
olarak görürsünüz.
Gözünüze Batılıların
çektiği perdeyi yırtıp atmak için bir kerecik olsun kendinizi aşınız ey
başkanlar, cumhurbaşkanları, krallar!
Şeyhlerin, emirlerin
artık gözüken akıbetinden ibret alınız. Çağ, sizi hesaba çekmeden siz çağın
hesabını yapınız.
Size, bir milyar Müslüman’ın
gönlüne tercüman olduğuma yürekten inanarak sesleniyorum. Vaktin kalmadığını,
mukadder anın yaklaştığını haber veriyorum."
"Kimileri sizin
şimdiye kadar ki tutumunuzla bu çağrıya lâyık olmadığınızı söyleyeceklerdir.
Öyle de olsa, şimdi iktidarda olduğunuzdan sizi uyarmak bir görevdir. Siz bu
görevi yapmazsanız, elbet, büyük devrim olacak ve görev yapacaklar gelecektir.
Sizi uyarıyorum,
şahıslarınızla ve şahıslarınız dışında tüm İslâm dünyasını, büyük İslâm
milletini uyarıyorum. Büyük uyanış ve diriliş sûrunu üflüyorum.
Bu kulakları patlatacak
sesi işitmeyeceklere ne yazık!
Son anda da olsa uyanıp
dirilecek olanlara muştular olsun."
Sezai Karakoç / 1991, Diriliş dergisi Ocak sayısı