Canım çok sıkılıyor.
Canım hem çok sıkılıyor hem de çok asabiyim.
Kar yağıyor, sevinemiyorum. Kıyamet habercileri, kayan bir tırın naaşı başında hava durumu otopsisi yapıyorlar. Kayıp düşme bu dünyaya ait temel bir fizik olayı değilmiş ki kayıp düşenlerin hemen oracıkta kulakları çekiliveriyor uzmanlarınca. Sakın bana yürümeyi öğretmeye kalkmasınlar, döverim.
Sıcak bir odanın sessizliğinde sevecen dedemin kar ve canavar hikâyelerini özlüyorum. Tipide kalmış çaresizlere yardım elini uzatan Hızır’ın hikâyesi de yok. Zira nenem hurafeci yaftasını yediğinden beri küs bizlere, anlatmıyor artık.
Önümde açık duran ‘Kur’anî Kavramlar Sözlüğü’ kısa metrajlı bir film gibi; sadece anı anlatıyor. Üstelik içinde insana dair hiçbir şey yok. Hz. Âdem’den beri bana kalanın ne olduğunu anlamak için dedeme ve neneme ne kadar da muhtacım…
Canım çok sıkılıyor.
Çok asabiyim, o kadar ki kendime bile tahammülüm yok.
Stratejistlere, politikacılara, ekonomistlere, yaşam koçlarına, akil insanlara, partizanlara, köşe yazarlarına, dünyanın künhüne vardığını iddia eden ahmaklara kafa atasım var. Şöyle okkalı bir şamar da yüreğimi soğutur belki. Denizden yine cesetler çıkıyor, bombalar patlıyor, otomatik silahlar takırdayıp duruyor. Çeliğe ve ateşe âşıklar selam duruyor televizyonlar başında esas duruşta.
Sesini uhrevi banda ayarlamış hokkabazlar seküler din satıyor. ‘Elif’ gibi sevmek, ‘Nun’ gibi kıvrılmak; yeni yetme burjuva zevklerimize hitap ediyor. Loş salonlarda gözlerini baygınlaştırarak ‘Mesnevi’den beyitler okuyan abdestsiz zatın ense köküne bir şaplak yerleştirmek için neler vermezdim. Çok asabiyim.
Canım çok sıkılıyor.
Sosyal medya kahramanlarını şöyle bir hizaya çekerek; küfürlerinin, hakaretlerinin, yalan haberlerinin, partizanlıklarının, bölücülüklerinin hesabını sormak istiyorum. Belki can sıkıntım bir nebze olsun hafifler. Gözlerimin içine bakabileceklerini zannetmiyorum. Özgürlük sandıkları hoyrat yalnızlıkları, neyin hak, neyin batıl olduğunu ayırt edemeyecekleri kadar bedbin bir zihin uyuşukluğu bahşetmişdir onlara. Hakikat, görüntüden zihne akan bir bilgi aktarımı değildir. Hakikat, kalpten dile, dilden gönüle akan bir ırmaktır. Gözlerde oynaşarak aşikâr eder yerini bulduğunu.
Saçlarımı okşayan, gözlerimi öpen dedem, Hızır’ın sıcak nefesini kalbime taşıyan nenem, neredesiniz…
Arif Arcan